İnsan şişiyor sonunda…
Herkes siyaset ordinaryusu olmuş. İki satır muhabbet edeyim diyorsun, tükürüklerden ıslanmamak için iki metre geriye gitmen gerekiyor. Hepsi bir bilgili, bir uzman; koy üniversiteye ders versin, koy meclise dış işleri bakanı olsun, koy camiye vaaz versin, koy dağ başına düşman şişlesin.
Hani "sinemada patlamış mısır yiyenlerin hışırtısına, kokusuna uyuz oluyorsan, git sen de bir tane al rahatlarsın" derler. İki kelime de sen bir şey diyecek oluyorsun, bakıyorsun zaten dinleyen yok. Bağır var gücünle, zortlat aklına ilk geleni, al dominantlık nişanını.
Yok, bu öyle patlak mısır gibi bir şey değil. Yaklaşanı yutan kara delik bu. Işığı bile yutuyor, o yüzden kara deniyor.
Zaten bana ne senin lâf canbazlığından, al gülüm ver gülüm hesabından, üç koy beş al ucuzluğundan. Bana ne senin içindekini dosdoğru söyleyemeyip kıvranmalarından, bana ne senin ağız ishalinden, insancıllık yoksunluğundan, empati özüründen, geri kalmışlığından.
Bencilim ben. Zorum kendimle.
Amerikalı bir dostumuz var. Yogayla, meditasyonla ilgileniyor. Bir ara bana yeni bir akımdan bahsetmişti (Amerika'da bir şeyi pazaramak istiyorsan "yeni" olmalı tabii). Bu akıma göre insanların bencil olması makbul bir durum (oh ne âlâ, Amerikalılar bayılıyordur).
Ben "hoppala" diyemeden o açıklamaya başladı: Bencil insan kendisi ile ilgilenir, kendi eksikliklerinin farkına varır, keskin köşelerini yontarmış. Bencil olmayan insan kendisi ile ilgilenmeyi bir kenara atar, başkaları ile uğraşırmış. Tabii kendine hayrı olmadığından başkalarına da faydası olmazmış. Uçak kalkmadan önceki emniyet kurallarında da söylenmiyor muymuş: "Oksijen maskeleri düşerse önce kendinize sonra çocuğunuza takın" .
İşte o hesap; bencilim ben. İşim olmaz senin "nabza göre şerbet" kurnazlığından.
Hadi boşver, bahar geldi, çıkayım bulutlara bakayım, yelleneyim rahatlayım diyorsun. Kapanırım çilehaneye, topraklarım kafatasımın içindeki gerilimi diyorsun. Topraklıyorsun da bir miktar, ama asla dolmuyor içindeki boşluk. Benzerini arıyorsun, dert ortağını, haldaşını arıyorsun, başkasının yüzünde görmek istiyorsun kendini. Öyle yaratmış Allah baba.
Kim demişti? Karmaşık gibi görünen sorunlara çok basit şekilde yaklaşmak gerekirmiş. En iyisi hiç girmemek o ego pazarına. Arka sokaklarda dolaşmak. Bak kadınlar oturmuş kikirdiyor. Bugüne kadar hangilerinin önüne gül dökülmüş onu kaynatıyorlar. Biri "bana döküldü" diyor, kahkahası pırtlayıp kaçmasın diye dudaklarını sıkıyor. Sonra tutamıyor, salıveriyor kendini, gülüşüyorlar hep beraber. Berikine de dökülmüş ama başka çiçekmiş, gül değilmiş. "O sayılmaz" diyorlar. "Sen yine iyisin, bana bir şey döken olmadı" diyorum, "size kim, niye döksün" diyorlar, yine gülüşüyoruz.
Ya da koy bir Hüsnü Şenlendirici albümü. Hüsn'ü Klarnet olabilir veya İsmail Tunçbilek ve Aytaç Doğan'la yaptığı Taksim Trio albümü. Bu adamlar o adını ezbere bildiğiniz blues ve flemenko üstadlarından daha kötü değildir. En az onlar kadar yetenekli, onlar kadar dolu doludur. "Ay, hiç hazzetmem o küpeli çingenden" demeyin. Evlat edinmiyorsunuz, müziğin evrensel sesini duyacaksınız.
Olmadı canlısı var. Denk düşer görürsem Klarnetçi Kâmuran abiyi dinlerim. Kâmuran abi (Okyay) müzisyen aileden gelir. Alaylıdır, klarneti kendi çabalarıyla binbir güçlükle öğrenmiştir. Gerçek müzisyendir, bizim için konuşmak neyse onun için klarnet çalmak odur. O çalar, sen dostunla halleşiyormuş gibi rahatlarsın.
İşte öyle. Küçük limanlarda gezmeli insan. Uykuya dalmadan önce lâfını boğmaya çalışana veremediğin cevap değil, uyuklayan yaşlı köpeğe efelenen yavru kedi gelmeli insanın aklına. İçin için güldürmeli seni karnından.
Yoksa şişiyor insan.
Kızgınlığınıza hak vermemek de elde değil. Ahali hayatın sırrını çözmüş, herkes "öğreten adam" modunda. İnsan bunalıyor.
Ama bunun panzehirinin bencillik olduğunu sanmam. Bu amerikalı kişi "içgörü" ile bencilliği birbirine karıştırmış gibi geldi bana. Kendine dönüklük ile içgörüyü de karıştırmış olabilir.
Başkalarına bakmasını bilmeyen kendi içine baksa ne yazar? Yani amerikalı arkadaş saçmalamış az biraz. New Age saçmalıklar pazarına kitap yetiştireyim derken ne yazdığına pek dikkat etmemiş de olabilir.
Yani siz gene de bencil olmayın sayın Balkuv. Böyle daha güzelsiniz.
Gülümser Turan - 1 Nisan 2008 (19:14)
Necip milletimiz doğuştan ihsan edilen, eğitimin de büyük katkı yaptığı bir yetenekle, okumaya gerek duymadan düşünmeyi ve düşünmeden filozof olmayı becerebilir. Bu noktada Amerikalılarla büyük bir benzerlik gösteriyoruz. Belki onların ataları da Türk'tür. Dünya'nın neredeyse yarısının ataları Türk olduğuna göre onların atalarının da Türk olması hiç şaşırtıcı olmaz.
Dünya'da lider enflasyonunun olduğu tek ülke herhalde Amerikadır. Bir lastiği değiştirmek için iki adam bir araya gelse, biri mutlaka lider olur. Ayrıca, bütün Amerikalılar filozoftur. Ne öğrenirse bira veya kola eşliğinde patlamış mısır ziftlenerek izlediğii televizyondan öğrenir. Oradan duyduğu iki çift abuk subuk lâfa iman eder. Öğrendiklerine şüketmek için de gider "Madır Meri" ye mum diker.
Kanadalılar Amerikan cehaletiyle kafa bulmak ve kendilerini ayırmak için "ben Amerikalı değilim" derler.
Bu "Bencil" lik konusu hiç yeni değil. 15 yıl kadar önce daha üniversitedeyken duymuştum Sosyal Darwinizm'den apartılan bu sabuklamayı. Sizin dostunuz duymakta biraz geç kalmış. Bu konunun "yeni" olmadığını duyarsa, hemen terkeder.
Adamın bencillik konusunda söylediklerini duyunca, Süleyman Nazif'in "be çocuk, söylediklerinin hangi birisini düzelteyim" fıkrası geldi aklıma. O yüzden, en iyisi mevzuya hiç girmemek ve Amerikan cehaleti deyip geçmek.
Kâmuran Kızlak - 2 Nisan 2008 (18:35)
Televizyon, okulun yerini aldı. Rollerimizi ekrana bakarak ezberliyoruz. Okul denen yere Allah rahmet eylesin, zaten işe yaramıyordu. Kim inkâr edebilir ki maaile toplanmışken oradaki bir başka erkeği lâfla dövmenin verdiği hazzı? Buna "testesteron yarıştırmak" deniyor galiba.
Necdet Efendi'nin bir yazısı vardı, adı da "Bıkmadın mı tartışmaktan?" idi. Öneririm.
Selim Atak - 3 Nisan 2008 (15:37)
Kim demişti? Karmaşık gibi görünen sorunlara çok basit şekilde yaklaşmak gerekirmiş. Biz basit gibi görünen şeylere karmaşık gibi yaklaşmayı sevenlerdeniz.
Yaşar Tahir - 3 Nisan 2008 (18:27)
Evet şişiyor insan. Mükemmel bir yazıydı. Teşekkür ederim.
Bumin__ - 9 Nisan 2008 (14:23)
Hakkımdaki nazik yorumlarınız için teşekkür ederim. Tanışmak umuduyla.
Kâmuran Okyay - 30 Mayıs 2008 (17:36)
Seyit Balkuv neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.