Patronsuz Medya

Annem ve diğer her şey

Hülya Yalçın - 11 Mayıs 2012  


Her anneler gününün klâsik geyiklerini ne okur, ne de yazarım. Midemi bulandırır. Tek cümlem hep bakidir. Taptığım tek tanrı babam, inandığım tek din annemdir derim. O kadar.

İnsanlar en saf en güzel duygularından hızla büyütülerek uzaklaştırılıyorken, gözlerim görüp, kulaklarım isyan halinde duyuyorken "çiçek, böcek, kelebek, anne sevgisi" ne dair ağlak söylemleri hiç görmemek için medyaya sırt çevirdiğim günlerdendir bu günler.

Birkaç sene önce "anneler gününden bile habersiz" bir yaşlı anneyle dertleşmiştim, kendi annem uzak bir başka şehirde telefondaki sesimden mutlu olup, beni varlığıyla hep mutlu etmeye devam ederken. Yaşlı anne oğluna sütlaç pişirmiş, yorgun dizleri, dermansız kolları, artık unutup durduğu eksik malzemelerle. Onu anlatıyor bana. Bir yandan da kapının önünde güneşte oturmuş oğullarını bekliyor.

Üşenmedim ben de bekledim onunla. Dertleştik. Az gelebiliyormuş oğulları. İşten erken çıkmaları gerekiyormuş. Çünkü iş saatini bilen gelinleri "söyleniyormuş" yine mi annene gittin diye.

Daha duyduklarıma inanmakta zorlanırken geldi oğullar! Ellerinde köşeden alınmış çiçekler, yüzlerinde aceleci bir telâş… Belli, içinde büyüdükleri mahalleden, komşularından utanmasalar gelmeyecekler ama… Hızla geldiler sarılıp öptüler, çiçeklerini verdiler. Torunlarının ve sevgili eşlerinin selâmlarını söylediler. Yaşlı anne tek başına yalnızlıkla köşe kapmaca oynadığı eve girecekleri zannıyla kalkıp cümle kapısını açmaya yöneldi. "Yok yok biz girmeyeceğiz hanımlar bekliyor" deyip durdurdular.

Her gün birlikte yaşadıkları, annelerinin dünyadan göçüşünden sonra da istedikleri ve sonsuz birlikte yaşayacakları hanımlar. Neyse, yaşlı anne "sütlaç yaptım, bari…" cümlesini tamamlayamadan azarı işitiveriyor; "ne sütlacı anne ya, bin kere sana dedik yapma bize bir şey. Burada yediğimiz zaman evde sorun çıkıyor işte!"

Dumur üstüne dumur. Duyduklarıma inanamıyorum. Tabi sonraki zaman dilimlerinde bunların ne kadar yaygın ve doğal olduğunu gözlemledikçe şaşırmayı da bıraktım o ayrı. Eşinden korktuğu için annesine uğramayan, annesinin elinden yemek yemeyen, torunlarını ona getiremeyen erkekler. Ve zavallı anneler.

Şahsen benim etkimle annesini ezen bir erkeğe asla saygı duyamam. Sevgi de. Hayattaki en değerli varlığını herhangi bir nedenle ezip geçebilen erkek, kolay şekillendirilebilen, omurgasız, zavallı bir üreme yardım makinasından öte anlam ifade etmez benim için.

Anlayamadığımsa, birbirlerinin ve eşlerinin ve hatta çocuklarının yüzlerine nasıl bakabildikleriydi.

Onu da anladım sonra. Bu türler ailecek görüşme modunda kendileriyle benzer ailelerle görüşüyor ve yanlışlarını doğrulaştırıp besliyorlar. Böyle mutlu olmaya çalışıyorlar. O kadar fazla var ki böyle. Bir lokantada aceleyle yemek yiyen iki aile gördüm en yakın olay olarak. Çocuklarını ve eşlerini neredeyse burun deliklerine kadar yemekle doldurmakta yarışan iki "sınırsız sorumlu eş ve anne kadın" .

Birisi fütursuzca ve diğer masalardaki insanlara aldırmadan çatlatıyor sesini; "yiyin çabuk, babaaaannenlere gitçez daha, çıksın o da aradan". Diğer kadın da "evet biz de" diye onaylıyor. Çocuklar gezme plânları yapıyor, erkek sınırlı sorumlu eşlerse "aktif-işbitirici" karılarından memnun, yüksüz uyumlanmaya hazır oturuyorlar. Ne aile ama. Orada onları her gün aynı sabırla bekleyen yaşlı annelerin (ya da babaların) mutsuzluğu kimin umurunda.

Hadi onların da bir hayatı var, gençler falan filân. Ama bari ağlak lâflarla, gösterişli gezmelerle, hediyelerle sevgi dolu aile hikâyeleri uydurmayın gözümüzün içine baka baka…

Ayrıca kapitalist oturtmaların yeni modası "BU ANNESİNEEE, BU DA KIZINAAA" diye KIRMIZI RUJ pazarlanan bir dünyadan iğrenirken… Tecavüze uğrayan onlarca kız ve oğlan çocuk haberi yokmuş gibi küçük kızlara oje ruj satmaya çalışan, onları küçük taze et pazarına pazarlayan "anneler günü" vampiri satış sektörüne ayrıca sert bir dokundurma da gerekiyor ama o başka bir yazıya.

Bu durumları konuştuğumuz bazı arkadaşlar yaşadıkları şeylerden örnek vererek; "kimbilir o da (yaşlı anne ya da baba) zamanında onlara neler etmiştir" diyor. Gülüyorum. Zamanında. Diyorsunuz işte, "zamanında" yani bir zamanlar. Ne etmişse etmiş, ama ya şimdi? Şu anda muhtaç, yalnız, aciz ve yaşlı bir insana zaman öncesinden tutulmuş intikam hesaplarıyla yaklaşabilenlere saygı mı duyacağım? O onun hesabına yazılan bir yanlışsa, bu gün de akranım arkadaşlarımın ve benzerlerinin hesabına yazılan yanlışı söylüyorum işte.

Kim bilir kim anlar, ne düşünür bilmem ama, yazmasam çatlardım. Çünkü dünyanın en yeni katmanı ama en eski lekesi olan sahtekârlık, ikiyüzlülük, arsızlık feci halde canımı yakıyor artık.

Dilerim yeryüzünden annelerin göreceği tek acı evlâtlarının ölüm acısı olsun, başka acılarını hiç görmesinler, yaşamasınlar. Ve daha çok dilerim ki hiç bir evlât anne babası sağken ölmesin.

Anneler gününüzün yolu gerçek sevgiden, samimiyetten, vefadan geçsin… "Aradan çıkıversin" türü sahteliklerin doldurduğu hayatlara izin vermeyin.

Keşke.

Yorumlar

Tam yatmaya hazırlanırken, "bakalım yeni yazı var mı acaba?" diye açtım dergiyi.

Okudum. Yumruk yemiş gibi oldum. Uykumu da kaçırdım. İki satır yazayım. Belki biraz gevşerim.

Hani son 15-20 yıldır 9-10 günlük tatiller haline getirilen Bayram'larımız var ya! İşte o tatillerin öncesinde, evde birlikte yaşadıkları yaşlı anneleri, babaları (o yaştaki insanlarda olmaması olanaksız bazı) hastalıklarını bahane ederek hastaneye yatırmaya çalışan evlât gördünüz mü hiç?

Ben gördüm. Hem de ne çok!

Bu örneklerle her karşılaşmamda dışarıya yansıtamadığım öfkemin yansıması, seslendiremediğim çığlığımın sesi gibi olmuş yazınız.

Elinize sağlık.

Melih Özel - 13 Mayıs 2012 (00:15)

Çok içten bir yazı. Tespitlerinize katılıyorum. Yalnız bir şeyi tam anlayamadım, "Dilerim yeryüzünden annelerin göreceği tek acı evlâtlarının ölüm acısı olsun" ne demek?

Ceylan Oya - 14 Mayıs 2012 (12:35)

Her fâninin ölümü tadacağını ve tüm evlâtların da bir gün öleceğini hesaba katarak kast edilen anlamın aşağıdakilerden biri ya da bir kaçı olduğunu söyleyebilir miyiz?

1- Allah tüm annelere uzun ömürler versin.
2- Onların evlâtlarını analı-babalı büyütsün.
3- Mukadder olan evlât acısından başka bir acı çektirmesin.

Bir de henüz ergenlik çağına ulaşmamış üç çocuğunu kaybeden anne-babanın cennete gireceğine dair hadisler dikkate alınarak yazılmışsa ayrı bir dua niteliği taşır.

Enver Turan - 14 Mayıs 2012 (18:57)

Bugün okuduğum şu haber, bu yazının ana fikriyle neredeyse bire bir çakışıyor:

"Hagen polisi, hırsızın kapıyı kırarak eve girdiğini ve komşuların sesi duyarak, polise haber vermesi sonucunda çöplerle dolu olan evden hemen kaçtığını belirtti.

Kısa sürede olay yerine giden polisin, 66 yaşında televizyonun karşısında öldüğü belirlenen kadının cesedi ile karşılaştığı ve yapılan otopsi sonucunda yaklaşık 5 yıl önce öldüğünün belirlendiği ifade edildi.

Yalnız yaşayan kadını bu süre içinde hiç kimsenin arayıp sormadığı, banka hesabından evinin kirasının sürekli bir şekilde çekildiği ve öldürüldüğüne dair bir belirti olmadığı kaydedildi."

5 yıl önce tv karşısında ölen kadını hırsız buldu (Radikal)

İlle de birilerini suçlamak isteyenler saflaşmaya devam edebilir.

Bir diğer yol da, "ne oldu da bir kuşaklık süre içinde bu duruma geldik" diye soğuk kanlı bir akıl yürütme olabilir.

Durmuş Düşünür - 14 Mayıs 2012 (23:11)

Ayrıca bir açıklama yapmama gerek kalmamış aslında. Anlaşıldığım için mutlu oldum. Annelerin göreceği tek acı evlât acısı olsun, başka acı olmasın dileğimi müteakiben, hiç bir anne evlâdının ölümünü yaşamasın deyişim tam da bunun içindi Enver Bey. Yani anneler hiç acı çekmesin.

Bir kuşaklık süre içinde bu duruma gelmekse ayrı bir konu. Sevgiyi çok ucuzlattı gelişen teknoloji. Çocuk efendiler ve özgürlük adı altında "şuursuz tüketen" bireyler çıkardı ortaya. Korku filmi senaryosu gibi izledik ama bu kadar kötü bu kadar çabuk olacağını sanırım sezemedik. Şimdiyse durduramıyoruz maalesef.

Hülya Yalçın - 15 Mayıs 2012 (01:25)

Sütlaç yapan o teyze artık yok. Arada gelip gitmek bile zor oluyor diye apar topar kaldırıldığı huzur! (yalnızlık ve tecrit) evindeki ilk gecesinde hayattan ayrıldı.

Benim biricik annemse, bir hediye mi, ceza mı olduğuna karar veremediğim o amansız unutma canavarının pençesine düştü. Unuttuğunu fark edebildiği zamanların da sonuna geliyoruz bu günlerde. "Üzülme bitanem" diyorum. "Sen unuttukça biz hatırlayacağız, senin gözün, kulağın, elin ayağın olacağız". Gülümsüyor.

Ve hâlâ yeryüzü, gökyüzü, tüm alemler bir yana, annem bir yana. Zaman acımasız. Hele gurbette uzakta olunca katmerli acımasız. Gün gün yaşanan şeyleri zaman farkıyla paylaşmak…

Sözün özü hayattayken kıymetini bilmemiz gereken iki mucize canlıdır anne ve baba. Yerine kimseler konamaz; hiç bir şey boşluklarını dolduramaz.

Hülya Yalçın - 8 Mart 2016 (05:10)

Çok zaman geçmiş. Bu yazıyı canımın içi, ömrüm, her şeyim annem hayatta iken yazmışım. Şimdi o benimle değil. Sonsuz bir hasretle kıvranırken yeniden okudum. Fazlası var şimdi her hücremde, eksiği yok. Bir tek şey söylemem gerekirse; Anne babası hayatta iken kıymetini bilsin herkes. Benim kıyametimin ilk şimşeği babam gittiğinde sertçe yere yıkmıştı; Geçen sene annem gittiğinde ise yerle yeksan oldum. Keşkelerim yok iyi ki lerim var çoğunlukla. Ama yine de çok eksik, çok zayıf, çok mutsuz kaldım. Böyle işte. vesile ile yeniden merhaba demiş olayım. Sağlıklı günler dileğimle.

Hülya Yalçın - 14 Mayıs 2021 (19:12)

Bu satırlardan yedi sene sonra gitti canımın içi… Dayanılmaz bir boşluk ve acıyla kaldım. Ben küçükken, ben çocukken diye başlayacak cümlem de; şımartacak sıcacık annem de yok bu alemde. Hayatımın sebebi ve şahidi… Babama kavuştu. Onlar kavuştu biz yoldayız. Acı mı? Onu anlatamam işte.

Hülya Yalçın - 18 Ağustos 2022 (21:29)

diYorum

 

112
Derkenar'da     Google'da   ARA