Baharla birlikte doğa uyanmaya başladı. Yeşil uyanıyor, mavi uyanıyor, insandışı canlılar uyanıyor. Tabi insanlar da öyle. Önce sıkıntılı yorgunluk halleri, sinirlilik, hava durumuyla değişen ruhsal durumlar, derken büyük uyanışa ayak uydurarak durulmak ve baharın getirdiklerini kabul etmeye hazır olmak.
Buraya kadar gayet güzel. Doğa uyanışıyla hayat vermeye başlarken, yeşilleri, beyazları pembeleri ile sebepsiz, bedelsiz mutluluklar sunarken, aynı uyanışa güç belâ ayak uyduran insanlar pek de güzel bir katılım gösteremiyor bu oluşa. Bir fidanı sevip okşayan, onunla konuşan; hayvanların her haline coşkuyla katılan, onları besleyen, koruyan, suyunu unutmayanlar; onların varlığının gerçek bir mucize olduğunu bilenler dahil değil elbette bu tanıma.
Öteki insanlardan bahsediyorum. Tanırsınız. Hafta sonları ortaya çıkarlar çoğunlukla. Abartılı gürültülerinden rahatsız olunabileceği akıllarının ucundan bile geçmez hiç birinin. Onlar ortaya çıkınca, önce her yerden testere, balta sesleri yükselmeye başlar.
İşte onlar ağaçları kesiyorlar. Evet, ağaçları kesiyorlar. Büyük bir gayret ve işgüzarlık içinde kesiyorlar. Budamak ya da daha sağlıklı olsun diye toparlamak değil yaptıkları. Resmen ağaçları kesiyorlar. Pencereleri kirlenmesin, yapraklar düşmesin, kuşlar gelmesin diye kesiyorlar. Kadınlar balkonlardan bahçelerden direktif veriyor, erkekler tatil günü doğa adamı modunda emirleri yerine getiriyor.
Ne yaptıklarının farkında bile değiller. Balkonlara kuşlar için ağlar asılıyor, poşetler takılıyor. Geçen yıllardan ayaklarının bir kısmını ya da sevdiklerini bu tuzaklara kaptıran kuşlar hiç uçmuyor o yöne doğru.
Ağaçlarınsa hiç sesi çıkmıyor… Usul usul kanıyorlar kesilen dallarından… Temizlik saldırıları bununla bitmiyor. Kış boyu hayvansevenlerce gizli saklı hayatta tutulabilen yavru kediler köpekler, yumurtadan yeni çıkmış kuşlar ve yaşayan yürüyen nefes alan ne varsa yok edilmesi için bina görevlileri alarma geçiriliyor. Otoparklardan, bahçelerden, site alanında kıyı bucak her yerden hayvanlar atılıyor. Sonunu kim düşünür? Yeter ki gitsinler. Yeter ki kurtulsunlar.
Sonra uyduruk plastikten çiçekler ve hiç utanmadan heykelden yapılmış kedi ve köpeklerle süslüyorlar sevimsiz sahte bahçelerini. Yaz boyu herkes birbiriyle bitmeyen kavgalara giriyor bu sahte bahçelerde. Hırçın ve avutulmamış, toprağa dokunmamış, hayvana dokunmamış, bir fidanın yeşermesini hiç görmemiş çocukları da dahil oluyor gürültüye.
Ağaçların ve hayvanların hiç sesi çıkamıyor. Sessizce yok oluşlarını kabul ediyorlar.
Sonra siz bu insanlarla karşılaşıyorsunuz. Ben bu insanlarla karşılaşıyorum. Ellerinde ilâç torbaları, dillerinde bitmeyen stres masalları, herkesten her şeyden şikâyet eden, hayata hiç bir şey katmayan, yoketmek dışında hiç bir faaliyeti olmayan bu insanlarla.
İşte sıkılıp yanlarından uzaklaştığımız o insanlardır şimdi yazdıklarım. Onlar, doğa uyanırken "hiç uyanmasın" dediklerim… Bahar bütün cıvıltısı, alçakgönüllü, verici; sıcak saçlarıyla savrulurken, kuş sesine, kediye, köpeğe, karıncaya tahammül edemeyen "o" insanları uyandırmasa keşke. Usulca bizim pencerelerimizi tıklatsa… Sadece… Gizlice buluşsak, bitkiyle, havayla, uçan, yüzen, koşan, sürünen, yumurtlayan bütün güzel canlılarla. Baharla uyanmasa ötekiler.
Canı gönülden kutlarım sizi. İçimi çocuk sevincine boğan düşüncelerinizi, tavrınızı bizimle paylaştığınız için.
Yolda giderken, yeni dikilmiş fidanları kırarak, yolun kıyıcığında sakin sakin menziline ulaşmaya çalışan kaplumbağayı tekmeleyerek yürüyen çocuklarına, yaptığı vandallıkları sorgulamayı öğretmeyen anne, elbette balkonum temiz olsun diye ağaç da kestirir, hayvan da attırır.
Biz kadınlar sorumluyuz sevgisiz nesillerden. Bitip tükenmek bilmeyen hırs azgınlıklarından, merhametsizliklerden. Ve yine biz sorumluyuz başka canlıların da en az bizim kadar yaşama hakkı olduğu halde, yok edilmesinden, işkence görmesinden.
Havva Özkara - 10 Mayıs 2011 (14:00)
Bu güzel yazı bana, kendi deyimleriyle şehrin en mutena semtinde oturan, temizlikçilerine haftada bir camlarını çamaşır sularıyla sildirip, bahçe kapısına sarılmış mis kokulu hanımelini "pislik yapıyor" diye kaşla göz arasında kökünden kestirten, güzelim domates fidelerini "burasını köy mü sandınız" deyip söktürten eski komşularımızı hatırlattı. Hepsi tertemiz kadınlardı Allah için.
Bu nasıl oluyor diye düşünüyorum zaman zaman. Çözemedim henüz.
Bir ihtimal, içlerinin huzursuzluğuna çare ararken kendilerine dönüp bakabilmeyi beceremedikleri için etrafı düzeltmeye çalışıyorlardır, kimbilir. Belki korkak, ürkek anneler tarafından büyütülmüşlerdir. Ya da doğuştan arızalıdırlar, bilemiyorum.
Gerçekte bahara bir türlü uyanamadıklarını düşündüğüm bu insanlar için dileğim, gönül gözlerini açacak bir mucizeyle karşılaşmaları ve bunu tam da o an hakkıyla farkedebilmeleridir.
Fersan Cevriye - 13 Mayıs 2011 (14:34)
Hülya Yalçın neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.