Patronsuz Medya

Ben şarkıda anlam ararım

Bunak Moruk - 15 Eylül 2012  


Ne yazık ki bizde anlamlı söz yazarları pek nadir çıkar, bizim yazarlar için anlam önemli değildir, yeter ki kafiye olsun, kafiyeli birtakım cümleleri peşpeşe dizdiler mi abuk sabuk bir metin ortaya çıkar ve biz de bu zırva lâfları şarkı-türkü niyetine dinleriz:

"penceresi cam cama / turşu kurar fincana…"

Bu kafiyeli saçmalıkları dinlemekten keyif alanlar da vardır, nefret edenler de.

Ben şarkıda da şiirde de düz yazıda da anlam ararım, anlamsız bir metin ne kadar 'güzel' olursa olsun bence değersizdir. 'Hayatla iletişim kurarken kullandığımız lûgate dikkat edelim' derken acaba ne kastedilir, seçilen sözcükler mi, sözcüklerden anlamlı/mantıklı/tutarlı bir bütün yapı/cümle kurmak mı?

Bazı şarkılarda ironi, gerçeklik, imkânsızlık, çelişki gibi sözcüklerle birtakım cümleler kurulmuş, cümleler türkçenin gramer kurallarına uygun, özne-yüklem-tümleç hepsi yerli yerinde, ama bir eksik var, anlam!

Demek ki birtakım sözcükleri gramer kurallarına uygun olarak belli bir bağlamda yan yana getirmek anlamlı bir metin oluşturmaya yetmiyor, başka bir şey lâzım, yoksa bir bilgisayar da böyle sözcükleri belli kurallar dahilinde yan yana getirip benzer cümleler kurabilir, iletişim kurmak için dil kadar mantık da gereklidir.

1960lı yıllarda batıda sanat yapmak isteyip te yapamayan, yaratıcılık kabızlığı çeken, ilham perisinin kendilerini bir türlü ziyaret etmediğinden yakınan birileri, bu yaratıcılık sorununa kimyasal bir çözüm buldular, o yıllarda yeni keşfedilen LSD, meskalin vb gibi sentetik uyuşturucularla tıkanmış olan beyinlerindeki kanalları açmayı denediler, sonuçta gördükleri sürrealist halüsinasyonları sanat eseri olarak pazarlamayı başardılar, bu uyuşturucuya dayalı sanata bir ad bulundu: Psychodelic Art.

Bunun resimde, müzikte, şiirde, edebiyatta birçok takipçisi çıktı, bu zihin açıcı kimyasallarla bilincin, mantığın, aklın, gerçekliğin ötesine geçtiler, yukarıdaki metni okurken aklıma Salvador Dali'nin sürrealist tabloları geldi…

Salvador Dali'nin sürrealist tablolarından bir anlam çıkarmaya çabalarken bulduk kendimizi, sanatçı burada ne demek istemiş olabilir diye düşünmek, aslında sanatçının bize kurduğu bir çeşit tuzağa düşmektir, burada edebiyat, felsefe, ironi, söz sanatları… Her şeyden bir tutam var, hiç boşuna kafanızı yormayın, yumuşak saatler zamanın akışını temsil ediyormuş da, iskeletler ölümün simgesiymiş te vs Aslında Dali gibi sanatçıların istediği de bu değil mi, bizim kafamızı karıştırmak, çeşitli yorumlar yapmamızı sağlamak?

Halisünojen haplar yutup sonra gördüklerini tuvale döken sanatçılar bu işten iyi paralar kazandılar, "asemic writing" denilen akım da bunun benzerini yaptı, LSD alıp iyice uçtular, kafayı bulup kaleme sarıldılar, karalamalarını sanat diye pazarladılar, bilincin, mantığın, gerçekliğin sınırlarını aşıp ötesine geçmek saçmalamayı, anlamsızlığı, abuk sabuk metinleri üretiyor, bu zırvalarda derunî hikmetler, filozofik sırlar, gizli mesajlar vb arayanlar boşuna uğraşıyor, ironiye ve gerçekliğin çelişkilerine dikkat çekmeye çalışan edebi bir metinde ironiden ve gerçeklikten eser yok (Alanis Morisette'in ironik şarkısının sözleri dışında), böyle bir metin ancak psikiyatrik inceleme konusu olabilir, yazar acaba nasıl bir ruh halindeydi bunu yazarken, bunu da amatör psikanalistlerimize, kafa doktorlarımıza bırakıyorum, beni aşar.

Yorumlar

Ben Aydın-İzmir otobanını çok severim. Bir de dümdüz insanları. Virajlardan ve alışılmadık şeylerden hiç hoşlanmam.

Bu bağlamda, Robespierré'i bile kıskandıracak cevvallikte bir "doğrama" örneği sergilemişsiniz sayın Moruk; lütfen tebriklerimi kabul buyurunuz. Halk türkülerinden girip sürrealist sanattan çıkmışsınız. Hatta hızınızı alamayıp, onca yıldır bir şey sandığım psychedelic (saykedelik) müziği bile aradan çıkarmışsınız. Gözüm açıldı.

(Şu an, pencereleri cam cama -yani müştereken aydınlık boşluğuna bakan- mutfaklarımızdan, karşı komşum Kafiye hanımı görüyorum; anlam fincanına zırva turşusu kuruyor. Banal kadın!)

LSD alıp uçan ve hazır uçuşa geçmişken eline kalemi alıp şarkı sözü, şiir, deneme yazan yoz entelleri tepeleyip de, boğaza karşı viskisini yudumlayarak köşe yazanları es geçmek olur mu? Olmaz! Elimiz değmişken onları da aradan çıkaralım.

Hatta, madem vitesi turboya aldık, Aldous Huxley ve "The Doors of Perception" zırvalarını da koyalım odun yığınının üzerine. Beatles'dan Pink Floyd'a kadar tüm rock tarihini de buruşturup atalım. Sonra çakalım kibriti, ver yansın edelim.

Can Yücel'i, Avni Lifij'i, Ömer Hayyam'ı, Orhan Veli'yi, hatta -sanatçı değil ama- Mustafa Kemal'i de yığalım üstüne; onlar da ayyaş çünkü.

Sarhoş esrarkeş takımından topluma hayır gelir mi? Gelmez. Sanat dediğin ayık kafayla yapılır. Hadi bilemedin, bir tabak meyve eşliğinde.

Yaşasın Jdanov! Yaşasın Bunak Moruk! Yaşasın Halk İçin Sanat!

Kahrolsun anlayamadığımız tüm anlamsızlıklar!

Yalçın Çükük - 15 Eylül 2012 (15:52)

Tartışma başladığı sıra ben de "bir yerinden gireyim şu sohbete" diye fırsat kolluyordum. İroni filân deniliyor ya kendimce ukalâlık yapacak, Oğuz Atay'dan, Tutunamayanlar'dan filân dem vuracaktım.

Ama birden ortalık öyle toz duman oldu ki, ne yazacağımı bilemedim.

Toz duman yatışsın da bir hele…

Melih Özel - 15 Eylül 2012 (22:11)

Bir de "dumanlı dumanlı oy bizim eller / oturup ağlasam delirium tremens" diye bir türkü vardı galiba…

Siz yazın Melih Hocam, beklemeyin, siz yazınca toz duman da yatışır, akan sular da durulanır.

Not: Bunu hem kendi adıma hem de ruh ikizim olarak gördüğüm Burak Monuk namına söylüyorum haddim olmayarak.

Yalçın Çükük - 15 Eylül 2012 (23:05)

Nerede kalmıştık? Önümüzde bir metin var ve bundan bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz, metin biraz gizemli, pek kendini elvermiyor, açık etmiyor, anlam katmanlarını tek tek kaldırmamız, en alt katmana ulaşmamız gerekiyor, sonuçta gerçek ironiktir veya ironik olan gerçektir gibi bir anlam çıkıyor, gerçeklikle ironi kardeş, uykuyla uyanıklık kardeş olabiliyor, böyle bir ihtimal var, ama olmama ihtimali de var, peki gerçekle ironi arasındaki fark nerede, gerçekler ironik gerçekler ve ironik olmayan gerçekler diye ikiye ayrılıyor, uykuyla uyanıklığın kardeş olması da bulanık bir fotograf gibi, bir şeyler çıkarmak için mantığımızı zorluyoruz, uykuda rüya görüyoruz, uyanık olduğumuz zaman gerçek dünyada yaşıyoruz ya da tam tersi mi, gerçekler aslında rüyalarla kardeş mi oluyor?

"Wake up Neo…
The Matrix has you
follow the white rabbit…"

Sanal bir dünyada yaşayan Neo kırmızı hapı yutup uyanır ve gerçek dünyaya geçer, gerçeklikle rüya alemi arasındaki sınır beynimizdedir ve matrix bu sanal gerçeklik dünyasıdır, peki bunda ironik olan nedir, eğer gerçek ironikse sanal dünyayla, rüyalarla gerçek dünya arasındaki sınırın gerçek bir sınır olmadığı mı ima ediliyor? Bu idealist felsefenin kadim sorunu değil miydi, gerçeklik sandığımız şeyler aslında beynimizdeki birtakım elektrik sinyalleriyse neyin gerçek, neyin sanal gerçek, neyin rüya olduğundan hiç emin olamayız, ironi bu mudur? Peki öyleyse beynimizin 'gerçekten' var olduğundan nasıl emin olabiliyoruz, ya beynimiz de gerçek değilse!

Bütün bunlar saçmalık, zırva.

Hayır! Ne esrar çektim ne afyon yuttum ne de LSD aldım, sadece anlamsız bir metinden anlam çıkarmak için beynimi zorladıkça batıyorum, sağlıklı, mantıklı düşünmenin kurallarını aşayım derken disiplinsiz, kuralsız, ölçüsüz bir dil bataklığında debelenmeye çırpınmaya başlıyoruz.

Yazarımız saçma bulduğunu kendisinin de kabul ettiği bir kitaptan bir alıntı yapmış, işte ironi bu diyor, saçma bir kitapta bile alıntı yapılmaya değer bir cümle bulunabiliyorsa bu ironi midir?

Bunak Moruk - 17 Eylül 2012 (14:43)

Pardon, hangi kitap? Ne alıntısı? Alanis Morrisette'in şarkısını anladık da, başka neresi alıntı bu yazının? Lütfen açıklar mısınız sayın Moruk?

Jefferson Airplane - 18 Eylül 2012 (14:52)

Zero Limit diye bir kitaptan yapılan alıntıyı kastetmiştim, hiçlik kendini aynada görmüş te kâinat başlamış falan bay jeffersonun gözünden kaçmış olabilir, neyse önemli değil zaten, hiçlik nedir, kâinat nasıl başlar orasını kurcalamayın, böyle şeyleri hiç sormayacaksınız, düşünmeden yazıp düşünmeden okuyacaksınız, politikacılarımızın yaptığı gibi siyasî rakibinize cevap yetiştirme telâşı içinde ağzınızdan çıkanı kulağınız duymayacak, kaleminizden/klavyenizden çıkan metni gözünüz görmeyecek, anlamsızlığı, saçmalığı savunacaksınız, maksat lâf olsun torba dolsun!

İnsan bir yazı yazıp altına da imzasını attı mı o yazıya sahip çıkar, yazmak sorumluluktur, siz kendi yazınızı cami avlusuna terk ediyorsunuz, gerçeklik ve ironi üzerine derin hikmetler vaadeden bir yazının akıbeti böyle olmamalıydı, oysa gündemde ironiye ve gerçekliğin çelişkilerine dair söylenebilecek o kadar çok şey varken bunları gündemin dışında, metafizik halüsinasyonlarda aramak ne kayıp, ne büyük israf.

Melankolik bir ruh haliyle veya bunalımlı/depresyonlu bir anda yazılmış olabilir ama her yazının bir değeri vardır ya da olmalıdır, ben kendi hesabıma hiç bir yazım için 'fazla ciddiye alma, oku geç' diyemem, bu ne rahatlık?

Ama ne diye tartışıyorum ki, herkes istediğini yazabilir, herkes bildiğini okur değil mi?

Alev Alatlı Schrödinger'in Kedisi (kâbus) romanında bu gibi durumlarda kullanılan beylik bir deyimi hatırlatır bize:

- "Konuşuyor işte!"

Evet, ağzı olan konuşuyor, kimsenin ağzı torba değil ki büzesin! Memlekette demokrasi var, ifade özgürlüğü var, saçmalama özgürlüğü de olacak haliyle.

Siz benim kusuruma bakmayın, böyle konularda biraz titizlenirim, eski kafalı olunca böyle oluyor, size iyi doğaçlamalar dilerim.

Yalçın Bey'i de rock müzik konusundaki duyarlılığından ötürü tebrik ederim, şimdi bu tartışmanın arka planında bir Moody Blues klâsiği olan Melancholy Man çalıyor olmalıydı.

Bunak Moruk - 18 Eylül 2012 (00:23)

Sözlü müzikle ilgili ben de bir-iki üfüreyim.

'Fincana turşu kurma' cümlesinden beri konuşup konuşmama arasında gidip geldim. Çünkü müzik özel bir zevkti ve yasa çıkarma peşindeymiş gibi görünebileceğimi düşünüyordum.

Bazı müzik sözleri (özellikle türküler, sonra psychedelic sunumlar) bana sanki; "ne söylendiğine değil, nasıl söylendiğine takıl, ey talip" diyor. Hem de kafam "iyi" bile değilken. Bunları bir Pink Floyd dinleyicisi olarak söylüyorum.

Ben de bazı şiirlerin üzerine yazılmış melodiler ve baladlar, destanlar, sanat müziği ve ideolojik yapımlar dışında sözlerin manasına fazla takılmıyorum. Sözleri müziğin bir enstrümanı olarak kabul edip daha çok zevk alıyorum.

Havaya bir 'bence' daha sıkayım ve bitireyim: Sözler olacağına David Gilmour'un, Mark Knopfler'in, Carlos Santana'nın, Eric Clapton veya Chris Rea'nın gitarının konuşmasını dinlemek daha akıllıca ve zevklice.

Bilmiyorum sanmayın: Arif Sağ, Neşet Ertaş, Erkan Oğur, Erdal Erzincan, Özay Gönlüm, Cengiz Özkan da bu gruba dahildir; tabii ki yine bence…

Ali Sedat Çetinkoz - 9 Aralık 2012 (00:00)

diYorum

 

80
Derkenar'da     Google'da   ARA