Patronsuz Medya

Uzay Yolu dizisinden uçaktaki internete

Melih Özel - 9 Şubat 2013  


Her şey uçakta uyduğum anons ile başladı:

- Sayın yolcularımız, sevgili çocuklar! Bu uçuşumuzda belli bir yüksekliğin üzerinde olunduğu sürece uçak içerisinde kablosuz internet bağlantısı yapılması mümkün olacaktır. Uçuş modunda olmak koşulu ile kablosuz internet bağlantısı alabilen cihazlarınızı… Bla, bla, bla…

O sıra kitap okuyordum. Öğlen saatlerinde İstanbul'dan havalanan uçak, sanırım Avrupa'nın kuzey-batı ucundan Atlas Okyanusu üzerinde seyretmeye başladığı sıraydı. Anonsu duyunca kendi kendime, "Hayırdır inşallah, uçakta internet mi?" demişim.

Bir kaç dakika etrafımı kolaçan ettim.

Arkadaş, insanlar ne kadar "cool" takılıyorlar. Herkes gayet sakin bir şekilde eline bir alet aldı. Başladı internette sörf yapmaya. Sanki son derece olağan, doğal bir durumla karşı karşıyalar.

Ben de çekine çekine tablet bilgisayarımı çıkardım. Baktım ki, evet bildiğin internet bağlantısı var. Bir kaç dakika bir iki web sitesine baktım, e-postalarımı kontrol ettim.

Sonra hazır e-posta pogramı açıkken Aziz Dostum'a aşağıdaki e-postayı yazdım:

"Sevgili Aziz Dostum. Size bu satırları - önümdeki koltukta bana parlak ışıklarla bakan ekrandaki bilgilere bakarak söylüyorum - Grönland ile Kanada arasında bir yerde uçmakta olan devasa bir uçağın içerisinde, daha bir kaç yıl öncesine kadar hayal bile edemeyeceğimiz bir teknolojiyi kullanarak yazıyorum. ABD'ye gidiyorum üstad, bir toplantı için. Taaa Melekler Şehrine. Tatil bahanesi ile Hanım ve oğlan da benimle geliyorlar.

Gene önümdeki ekran diyor ki: 'Kalktığın alandan bu yana 7 saat 45 dakika geçti, daha 5 saat 28 dakikan var ve de ayağını bastığında mutlu olacağın dünya toprağından 10. 579 metrecik yukarıdasın!'

Arkadaş eskiden böyle uzun yolculuklarda kitap, gazete okurduk. Okurken uykun gelir biraz kestirirsin. Televizyondaki filmlere bakarsın. Bu arada yemek - içmek mümkün olur, oyalanırsın filân. Şimdi uçakta herkesin elinde bir elektronik alet, internetteyiz abi.

Gazetelere baktım, e-maillerimi kontrol ettim, hastalarımdan sorusu olanlara cevap bile yazdım.

Bizim oğlan, zaten eline yapışık gibi olan telefonu bir yandan önündeki koltuğun bir yerine sokuşturduğu kablo ile şarj ederken bir yandan da internette sörf yapıyor. Hanım televizyon seyrediyor ve sıkılıyor.

Arkamdaki sırada küçük bir kız çocuğu, elindeki tablet bilgisayarla internette oyun oynuyor.

Saat yurdumun zamanı ile akşamın 21:10'unu gösteriyor ama, dışarısı günlük güneşlik. Zira şu anda burada, daha doğrusu 10.000 m aşağıda öğlen saatlerini yaşıyor insanlar.

Elimdeki tabletten internette gezinirken, tabii Derkenar'a da uğradım. Önce Gökhan kardeşimizin güzel yazısını okudum. Sonra Alper Uzun'un teknolojik yazılarına baktım. Sonra da 'Dur 'dedim kendi kendime, 'Bu demir yığının içinden, uçarken bir e-mail yazayım sevgili dostuma. Hem hatırını sorarım hem de bir isteği arzusu var mı öğrenirim.'

Aziz Dostum, haftaya Çarşamba akşam üzeri tekrar İstanbul'a avdet edeceğiz. Herhangi bir isteğiniz varsa Los Angeles diyarından, emriniz olur. Kapıp getiririm.

Bakın bu e-posta benim için tarihi bir anı olacak. Düşünsenize, Fuzuli gibi söylemeye çalışayım "evc-i hevada" yazıyorum bunu. "Avaz-ı rad ü saika" arasında.:)

Melih Özel
(Bir hayli yüksekten ve yüksek hızda bildiriyor)
(Önümdeki ukalâ ekrana bakılırsa saatte 903 km hızla gidiyormuşuz abi. Amanın şu kemeri bi bağlıyım)."

Akşam, geç vakit filândı ama, dostumun cevabı gecikmedi. Karşılıklı yazışırken, ona uçak içerisinde çektiğim bir fotografı bile gönderdim. Bu gönderime verdiği cevap, işte bu yazıyı yazmamın nedenidir:

"Uçtum yav, bilim kurgu resmen. Bir tek Uhura'yla Bay Slu eksik."

* * *

Birden zaman durdu, sanki 1968-69 yıllarına, 70'li yılların başlarına ışınlandım.

Aziz Dostum'a yazdığım yanıtta da söylediğim gibi Uzay Yolu dizisinin hastasıy(d)ım. Sonradan yapılan TV ve sinema filmlerini de seyrettim. Ama hiç birisi Leonard Nimoy, William Shatner ve diğer ekibin oynadığı orijinal dizinin tadını vermemiştir.

O dizide gördüğümüz, hayal sanılan pek çok şeyi, bu ahir ömrümüzde yaşadığımızı düşünürsek (cep telefonlarımız, lazer silâhlar ya da ışınlar filân) yakında bir yerden bir yere ışınlanırsak şaşırmayız her halde.

Düşünsenize, "hanım, hadi akşam abimlere gidelim" deyip "ışınla Skati" modunda hoop, meselâ onlardayız. Allahım, aklıma fikrime sahip ol yarabim! Tövbe töbeee!

* * *

Efendim, Uzay Yolu (orijinal adı ile Star Trek) bir bilim kurgu öyküsü. Yaratıcısı Gene Roddenberry adında bir bilim kurgu düşkünü insanoğlu. Ne geniş bir hayal gücüne sahipmiş bu Gene abi, vallahi bravo.

Televizyon dizisi, film ve roman serisi olarak inanılmaz sayılarda yayınlanmış ve tüm dünyada milyonlarca hayran oluşturmuş bir hikâye (6 kez dizi, 11 kez sinema filmi, yüzlerce kez roman, video oyunu ve hikâye olarak yayımlanmış) bu Uzay Yolu.

Öykünün temelinde insanoğlunun, belirsiz bir zaman diliminde yaşanmış olan Üçüncü Dünya Savaşı sonrasında, geniş galaksi içerisinde başka "bilinçli" canlılarla bir araya gelerek, bir federasyon kurduğu (Birleşik Gezegenler Federasyonu) bir gelecek yer almaktadır.

Çocukluğumun siyah beyaz televizyon anıları içerisinde çok ama çok önemli bir yeri vardır Uzay Yolu dizisinin. O ilk dizide rol alan düzenli oyuncuların hayat verdiği karakterler, daha sonraki yeniden çekimlerde oynayan oyuncuların üzerinde öyle bir gölge oluşturdular ki, bu yeni bölümlerde oynayan oyuncuların adlarını kimse hatırlamaz.

Oysa Kaptan Kirk denilince William Shatner, Mr Spock denilince Leonard Nimoy, Dr. Mc Coy denilince DeForest Kelley isimleri aklımıza hemen geliyor. Ayrıca mürettebatın önemli üyeleri muhaberattan Uhura, navigasyondan Mr. Slu, ışınlamadan mühendis Scotty gibi isimler de unutulmazlar arasındadır yani.

Ayrıca Türkçe seslendirmeyi de unutmamak lâzım. Kaptan Kirk'ün, bay Spock'ın ve Dr. Mc Coy'un seslerini bu gün gibi hatırlamıyor musunuz? Nasıl cuk diye oturmuşlardı o karakterlere?

Dizinin beni çeken çok güzel bir yönü daha var. Dizinin genelinde, kötü karakterlerde bile şiddete yönelim kontollüdür. Hissedilebilir bir mizah duygusu hep vardır ve kahramanlar genelde fedakâr, iyiliksever, insancıl kişilerdir. Dizide olaylar anlatılırken bir yandan da geri planda, sınıf kavgası, ırkçılık, insan hakları ve teknolojinin yaşam üzerine etkileri gibi konular ele alınır ve işlenir.

* * *

ABD'de kaldığım bir haftalık süre içerisinde aklımda hep bu düşünceler varken, bir gün akşam televizyonda ABD Sosyal Güvenlik Kuruluşu tarafından yayınlanan bir kamu reklamında kimi görsem beğenirsiniz? Uzay Yolu'nun en önemli dekorlarından birisi olan Atılgan'ın (USS Enterprise) kaptan köşkünde, orijinal dizideki üniformaları giymiş orta yaşlarda bir Hanım ve bizim Bay Slu.

Mr Slu nasıl yaşlanmış, nasıl kırış kırış olmuş, bir bilseniz. Reklamda, işte emeklilik ile ilgili haklar, elde edilen kazanımlardan filân söz ediyor. Biraz içim burkuldu doğrusu. Sen galaksiler arasında gezen bir uzay gemisinin seyrüsefer subaylığından emekli ol. Sonra Social Security Services'dan alacağın 3, 5 dolarlık maaşa talim et! Olacak şey değil ama… Hayat böyle işte.

* * *

Kaptanın seyir defterine ek. Yıldız tarihi 2013. 02. 06-12:30 GMT +02:00:

Dönüş yolunda bindiğimiz uçakta kablosuz internet servisi yoktu. Canım sıkıldı doğrusu. Bu ne rezalet kardeşim? Bir transatlantik uçuşta kablosuz internet bile bulamayacak mıyız? Yetkililer uyuyor mu? Scotty, ışınla beni kardeşim, yüreğinin götürdüğü bir yerlere.

Yorumlar

Melih abi nerelerde diyordum, durum şimdi anlaşıldı. Abi yazılarını özlüyoruz, arayı bu kadar açma lütfen…

Gökhan Akçiçek - 10 Şubat 2013 (03:35)

Nostaljiye katkımız olsun bâbından orijinal dizinin "intro" klibini sunuyorum: http://youtu.be/hdjL8WXjlGI

Bu arada uzun yılllar merak ettiğim iki konu var:

Birincisi Mr. Spock adamların omuzunda nereyi sıkıyordu da bayıltıyordu abileri?

İkincisi, Dr. Mc Coy'un elinde bir âlet vardı. "Dııırrrt, vıııjjjt" diye bir ses çıkartarak insanların üzerinden geçirince "şak" diye hastalıklarını teşhis ediyordu. Bu nasıl bir âlettir ve ne zaman kullanıma geçecektir? (:-)

Mustafa Muammer Elöz - 10 Şubat 2013 (12:48)

Muammer abicim, mistır spakın o hareketinin bir benzeri de bizim mahalle kavesinde yapılır. Biraz daha aşağılarda bir yeri tutar ve hafifçe sıkarsın, klingonlular istiklal marşını söyler. Hem de gönüllü olarak ve de bağıra çağıra.

İkinci bahsettiğin şeyin biraz faklı bir versiyonu da benim kayınçoda var. Yanında iki kelime konuş, hemen dişiyle vıjjt diye sesler çıkarır (natürel vakum klinır, bir çeşit kürdan) ve sende hanki kompleksin olduğunu teşhis eder.

Şimdi anladım, işin sırrı isimdeymiş: Doktor Mak Koy…

Battal Takoz - 10 Şubat 2013 (14:54)

Mr. Spock'u canlandıran Leonard Nimoy aslında country şarkıcısı. Aynı zamanda film yönetmeni. Dizinin devam bölümlerinin yönetmeni de o. (Şimdi Vikipedia'ya baktım, ayrıca şair, yazar, fotografçıymış ve akordion çalıyormuş. Bkz: Highly Illogical

A.S.Lopedi - 10 Şubat 2013 (15:59)

Ankara Mimar Kemal İlkokulu, yüksek tavanlı aydınlık bir sınıf (Tam da Atılgan'ın kaptan köşkü gibiydi sınıfımız), bin yıllık! Tahta sıraların arasında, elimizde silgiler (prototip telsiz telefonlar) ile "Uzay Yoluculuk" oynadığımız günlere götürdünüz beni Melih Bey.

Hafıza sahiden acaip bir şey. Bazen bir koku, bir tat, bazen bir melodi, bazen de böyle bir yazı, insanı alıp götürüyor çoktan silinmiş olduğunu düşündüğümüz anılara. Ne diyeyim, kaleminize şenlik…

Bilge Bozkurt - 11 Şubat 2013 (11:29)

Mr. Spock'ın selâmlaşma hareketinden bahsetmeden geçmeyelim lütfen! Hani serçe parmağı yüzük parmağına, orta parmağı da işaret parmağına iyice yapıştırıyorsun, sonra hem bunların birbirleriyle aralarını hem de baş parmakla olan arayı açabildiğince açıyorsun…

Basit gibi durduğuna bakmayın, yetenek meselesi. Okuldan bazı arkadaşlarımız yapamazlardı, orta parmakla işaret parmağını birbirine yapıştırırlar, gel gelelim yüzük parmağıyla serçe parmakları, o germe/açma anında yapışkanından atardı.

Ben çok güzel yapardım, onca yıl geçmesine rağmen hiç ara vermedim, hâlâ yaparım, bir anlamı olduğundan ya da bir işe yaradığından değil, maalesef yılların alışkanlığındandı. Yani nasıl sevindim bu yazıya, anlatsam anlatamam. SELÂM o zaman!

Deniz Türkoğlu - 12 Şubat 2013 (14:48)

Dedemi düşünüyorum da, öyle bir zamanda doğmuş ve büyümüş ki, bugün 'artık olmazsa ne yaparım' dediğimiz hemen her şeyin olmadığı bir zaman, fakat yaşlılığında elinde cep telefonu, Tv'nin uzaktan kumandası vardı. Vefat ettiğinde 94 yaşındaydı. Hiç yadırgamadı teknolojiyi.

Zamanda yolculuk gibi hayatımız, uzun yaşayanlarımız ise bu yolculuğun iyice tadını çıkaranlar oluyor. Nereden nereye gelindiğini bizzat yaşıyorlar. Ben hâlâ bir zamanlar evde kablosuna bağlı ve bir yere kımıldayamayan telefonun, cebimize nasıl girdiğine şaşırırken, bu gelişimin de tanığı olabildiğime seviniyorum.

Bu arada, Mr Slu elbette o kadar yaşlanır. Onca radyasyonu yıllarca almak kolay değil. Yaşlanabildiğine sevinmeli bile. Uzay subayı olmak zor iş.

Alper Uzun - 13 Şubat 2013 (00:12)

Madem konumuz Uzay Yolu önce ilk Uzay Yolu sinema filminden başlıyalım. Bakalım kaçınız adını hatırlıyor? Uzay Yolu: Sinema Filmi (Star Trek: The Motion Picture) diyenler yanıldı. Ondan altı yıl önce çekilen Turist Ömer Uzay Yolunda ile ilk Uzay Yolu filmi Türkiye'den. Spakettin'in selâmına gelirsek Yahudilik'te bir kutsama hareketinden geliyor. Nimoy çocukluğunda gördüğü hareketi volkan selâmına dönüştürmüş.

Uzay Yolu'nun bizde ıskalanan Amerika'da ise önemsenen yanı, Nichelle Nichols'un oynadıği, Uhura rolünde gizli. Amerika'da ilk defa bir zenci kadının önemli bir görevde görüldüğü dizi Uzay Yolu. Nichelle Nichols diziden ayrılmaya karar verdığinde onu durduran Martin Luther King'tir. Diziden sonra Nichols NASA için çalışmaya başlar ve onun başlattığı kampanya sayesinde NASA'ya azınlık mensupları da astronot olmak için başvurur.

Kaptanın Seyirdefteri - 15 Şubat 2013 (08:09)

Bilimkurgunun altın çağı diyebileceğimiz bir dönem varsa, her halde 70'li yıllar olmalıdır, insanın hayal gücünü bu kadar besleyen başka bir tür olamaz. O yıllar aynı zamanda insanlı uçuşların oldukça yoğun olduğu bir dönemdi. NASA bir yandan, Sovyetler bir yandan, karşılıklı atışırlardı, sonra ekonomik krizler, NASA ya ayırılan bütçeyi kuşa çevirdi, bir de mekik kazası olduktan sonra işin tadı kaçtı.

Star Trek'ten sonra Battlestar Galactica ve Ay Üssü alpha ile idare ettik, o sırada hollywood Star Trek'in boşluğunu doldurdu. Özellikle Alien dizisi bence müthişti.

Ama lâf aramızda hiç biri Kubrick'in 2001: A Space Odyessey filmiyle boy ölçüşemez yapımlardı.

Geçenlerde dünyayı teğet geçen meteoru ve Urallardaki 900 yaralıyla ucuz atlatılan meteor yağmurunun görüntülerini izlerken bu gezegende tesadüfen, şans eseri yaşadığımızı ve insan uygarlığının gelecekte de sürdürüleceğinin hiç bir garantisi olmadığını düşündüm. Bu gezegen üzerinde yaşayan 7 milyar insanın yaşamının pamuk ipliğine bağlı olduğunu bilmek ürkütücüdür. Hepimiz, her an kozmik bir trafik kazasının kurbanları olabiliriz.

Şimdi USS Enterprise ve kaptan Kirk olsaydı hiç fena olmazdı doğrusu. En azından foton torpilleriyle, lazer toplarıyla asteroidlerin hakkından gelirlerdi. Ama neyse ki bu yaz Planet Space Security konferansı toplanıyor, belki bu meteorlara karşı bir önlem alırlar diye umuyorum.

Pertev Dural - 20 Şubat 2013 (12:20)

diYorum

 

405
Derkenar'da     Google'da   ARA