Patronsuz Medya

Yaz susaması

Gökhan Akçiçek - 6 Haziran 2013  


İkindi güneşinin bahçe duvarının kenarına dizili kavak ağaçlarının ardına saklanma vakti çoktan gelmiş de geçiyordu. Basamaklardan miskin bir kedi gibi inen gölgeler bizi doğrulamıştı bir bakıma.

Kadriye Hanım, avludaki sedirin üzerinde yine örgüler örüyor; ha bire, usanmadan. Akranlarının ona "topal Kadriye" demesine bakmayın, biz diyemeyiz; hem küçüğüz, hem de bildik bileli bizim sokağın annesi sayılır. Diğerinden biraz kısa bacağını kıvırıp yanına çekmiş, sırtını pencere pervazının bittiği yere doğru dayamış, ara sıra bizleri kolaçan ediyor. Uzun pazen entarisinin sol cebindeki şişlik gittikçe azalıyor. Çünkü ördüğü ipin kelebi düşüp uzaklaşmasın diye, küçük bir kedi yavrusu gibi daima o cebinde. Elinde örgü şişleri, bir dolup bir boşalıyor.

Avurtları çökmüş, elmacık kemikleri solgun ve her yıl sanki daha da belirginleşiyorlar. Yaşmağının ucundan sarkan saçları, yerli yersiz rüzgâra uyuyor. Hele parmakları, neredeyse kendinden bile yaşlı. Okşarken solgun, severken titrek, uyurken çelimsiz… Gözleri, ışığını inatla tutuyor. Buzlu bir camın ardından bakar gibiler. Saadet ve hüzün sanki hiç konuk olmamış bu çehreye. Ama durun, saadet uğramakla yetinmeyip, temelli yerleşip kalacaktı bu eve.

Ömer Çavuş birazdan gelecek. Uzaklardan yaklaşan kamyon bozması otobüsün sesi, mahalleyi sardığında, Kadriye Hanım, elindeki örgü şişlerini ipin yumağına saplayıp yerinden doğrulacak. Yere düşen çocuklar gibi üstünün tozunu elleriyle silkeleyip, dere kenarındaki yola yatıracak gözlerini.

Kaç yıldır böyle. Kışın pencere kenarında yazın avludaki sedirde. Eve kuma gelen gürcü kızı Saadet, diğer işleri şıkır şıkır yapıyor. Zaten aralarında kendiliğinden doğan bir anlaşma mevcut. Ağır ve zahmetli görevlerin çoğu gürcü kızının, topal bacakla yapılacak vesaire işler ise Kadriye Hanım'ın sorumluğunda. Şükür, güle oynaya akan bir ömürleri var. Bir erkeğin sevgisine gönüllü ortak olmuş iki Hanım, kaderin bu garip buluşturmasından da hoşnutlar aslında. Kadriye Hanım'ın yüzünde ne yorgunluk ne bedbinlik ne de huzursuzluk. Tevekkülle paylaşıyor hayatı ve aşkını.

50'li, 60'lı yıllar. Erkeğin bol ve hırçın olduğu; sevginin, aşkın kuytularda yaşandığı, yüz güz olunmadan gerdeğe girildiği yıllar. Ömer Çavuş bıçkın bir delikanlı, ağır başlı, dürüst ve ekmeğinin peşinde… Kamyondan bozma bir otobüsü var. Ordu-Alucra arası yolcu taşıyor. Uzuna yakın boylu, sesiz, daha çok gözleri ile konuşuyor. Gürcü kızı, bu evli adamı gördükçe, yolda rastladıkça nereden savrulduğu belli olmayan bir alevin vücudunu sarmasıyla mahçup ve titrek… Nihayet dayanamayıp kaçıyor bu yiğide. Kadriye Hanım pek ses edemiyor. O devrin tüm kız ve kadınları gibi lâl ve mahzun. Susmak neredeyse ibadet…

Avludayız. Hol çeşmesinden akan su giderinin plastik borusu çatlak, musluktan dağılan tüm sular oradan geçerek dereye dökülüyor. Yemek artıklarının, bulaşık sularının kokuları, güneş vurdukça burnumuzu ve genzimizi yakıyor. Hiç şikâyetçi de değiliz. Zamanın kötüyü ve noksanı kalbimizden ve muhalliyemizden çarçabuk söküp attığı günler.

Çolak Dursun arkadaşım, aynı avlunun ve sokağın çocuğuyuz. Kadriye Hanım'ın benimle yaşıt oğlu. Annenin kaderi çocuğuna mı geçmiş ne… Üç yaşında beşikten düşüyor Dursun, -henüz çolak değil- Alucra'da. Fakirlikten mi cahillikten mi? Dursun'u bir doktora ya da sağlık kuruluşuna götürmek aklılarına dahi gelmiyor. Kasabanın çıkıkçısı Gülkız, sol kolu incinen çocuğu kolundan tutuğu gibi omzuna atıyor. Güya çıkan kol yerine oturacak! Nerede o şans, Dursun'un sol kolu hepten hasar görüyor ve bir daha da düzelmiyor. Sol kolun parmaklarının beşi de avuç içine yapışık ve çöp gibiler. Boydan boya kol kemiği de öyle. Sonbahar artığı kırık bir dal gibi öylece omuzdan aşağı sarkıyor. Utancından yaz, kış uzun kollu gömleklerle dolaşıyor.

Kadriye Hanım'ın bir gözü örgüsünde diğer gözü bizde:

- Yeter Dursun, çok koşma!
- Tamam anne!

Ne tamamı, kan ter içindeyiz. Çeşmeye dayıyoruz ağzımızı. Kadriye Hanım tedirgin bir sesle hepimize birden sesleniyor:

- Terli terli su içmeyin, bak hele kime diyorum.
- Çok susadık Kadriye Teyze.
- Çabuk buraya gelin, uzanın şu sedire biraz dinlenin, teriniz soğusun suyunuzu öyle içerisiniz.
- Eee ne zaman kuruyacak terimiz Kadriye Teyze, susuzluktan ölürüz o vakte kadar.

Kadriye Hanım, örgüsünün şişlerini yumağa geçirip, açık hol kapısına doğru sesleniyor:

- Asiye, havluları getir, şunların sırtlarına koyalım bari!

Birazdan kupkuru olacak sırtımız. Doya doya su içeceğiz…

Yorumlar

Sevgili Gökhan, günlerin sıcağında su gibi ferahlatan eşşiz bir hikâye yazmışsın. Bilemezsin ne güzel okudum. Yüreğine dert değmesin. Kalemine sağlık.

Deniz Türkoğlu - 8 Haziran 2013 (17:18)

Deniz kardeşim, gerçekten ortalık çok sıcaktı ve biraz serinlesin istedim. Senden de karşılık bir hikâye bekliyoruz, yaz bitmeden…

Gökhan Akçiçek - 8 Haziran 2013 (22:21)

diYorum

 

Gökhan Akçiçek neler yazdı?

213
Derkenar'da     Google'da   ARA