Eskiden ama çok eskiden insanlar kontrolsüzce çocuk sahibi olurlarmış. Kontrolsüzce derken, "yapabildiğin kadar yap, bol bol yap, çok çok yap" anlamında değil. Bir tane bile olsa kontrolsüzce olurmuş. Elbette çok çok da yaparlarmış ama önemli olan nokta, bu değil.
Kadın hamile kalırmış ya, ondan sonra artık bebeğin şansına, babadan ve anneden hangi göz rengi, saç rengi, hangi hastalıklar gelecekse o gelirmiş. Bilinmezmiş öncesinde. Daha sonraları bebeğin cinsiyeti de öğrenilir olmuş. Erkek mi kız mı olduğu bilindiğinden ona göre kıyafetler alınır ve hazırlıklar yapılmaya başlanırmış. Fakat çok çok daha öncesinde ise bu dahi bilinmezmiş. Bebek dünyaya geldiğinde cinsiyetinin ne olduğu tam anlamıyla sürprizmiş.
Bu aralar artık bebeklerimizin cinsiyetini önceden öğrenmek gayet sıradan bir durum. Kontrolsüzce çocuk doğuranlar ise neredeyse yok gibi. Yasak ilişkilerin bebekleri bile kontrollü. Kontrolsüz gebe kalanlara deli gözüyle bakıyorlar, hatta haklarında "ne acımasız insanlarmış" diye düşünülüyor.
1978 yılının temmuz ayında, İngiltere'de ilk tüp bebek dünyaya geldi. 25 Temmuz tarihinde doğdu Louise Brown. Annesi ve babası her ne kadar tüp bebek olayının bir deneme olduğunu bilseler de, doktorları tarafından daha öncesinde başarıyla sonuçlanan böyle bir deneyin olmadığı konusunda bilgilendirilmemeleri, durumunun etik açıdan uygun olmadığı tartışmalarını da beraberinde getirmişti. Louis bugün 30 yaşında ve evli. 2006 yılında onun da bir oğlu oldu. Normal yollarla dünyaya geldi. Annesi gibi tüp bebek değil.
İngiliz yazar Aldous Huxley, 1931 yılında "Cesur Yeni Dünya" isimli romanını yazarken 2540 yılının Londra'sında geçen ve üreme alanında gelişmelerin toplumu nasıl değiştirdiğini (yoksa değiştireceğini mi demeliydim) anlatıyordu. Eğer romanı okursanız, daha 1931 yılında hemen hemen tüp bebek tanımına bu kadar yakınlaşarak tarif eden bu yazara hem çok şaşıracak hem de hayal gücünün gerçekçiliğine hayran kalacaksınız.
Günümüzden yaklaşık 540 sene sonra değil ama 30 yıl öncesinde ilk tüp bebek dünyaya geldi. Ardından gelen diğer tüp bebekler ilki kadar şaşkınlık yaratmadı. Rutin bir çalışma bile oldu artık bu uygulama. Doğal yollarla çocukları olamayan anne ve babalar için bir umut ışığı oldu tüp bebek. Elbette teknik henüz mükemmel değil, daha gidilecek uzun yollar var.
Hastalıklarımız, zayıflıklarımız, bir takım ilâçlara dirençlerimiz, fiziksel özelliklerimiz ve daha bir sürü bilgimiz genlerimizde kodlanmış halde bizlere şekil veriyor. Farklılıklarımızı ve benzerliklerimizi sağlıyor. Zamanımızdan çok da uzak olmayan ama muhtemelen bu yazıyı okuyanların hemen hepsinin de göreceği yakınlıkta da olmayan bir zamanda yazının başında sözünü ettiğim kontrollü doğumlar gerçekleşecek.
Çocuğunuzu meydana getiren sperm ve yumurtanızın hangi hastalıkları taşıdığını bilecek ve dolayısı ile bu hastalıklar ile dünyaya gelmesini istemeyeceksiniz. Tıpkı pirinçteki taşları ayıklar gibi ayıklayacaksınız "maraz" özellikleri. Meydana getirilen gen şebekelerinde hangi genlerin hastalıkların asıl oyuncusu olduğu bilindiğinden onlar özenle manipule edilecek. Meselâ çocuğunuzun ileride kel kalıp kalmaması da artık seçime bağlı olacak. "Gür saçları olsun" diyebileceksiniz.
X kromozomu bağlantılı bir durum olan kelleşmede yeni bir gen daha keşfedildi. Sox21 adı verilen bu genin de kelleşmeye neden olduğu bulundu. Söz konusu çalışma 2009 yılının Nisan ayında yayınlandı. Meselâ bu genin çalışmasının bozulması farelerde tüylerin dökülmesine ve hatta insanlarda da kelleşmeye neden olduğu bulunmuş. Sox21'e yönelik yapılacak gen terapileri belki de kelleşmeyi son bulduracak.
Bugünlerde bir takım ipuçlarını ele geçirmemiz, insanlığın geleceğinde büyük kolaylıklar sağlayacak. Akla hemen işin şeytanî tarafları da gelebilir. Ama insanoğlu zaten hep iyi niyetli olsaydı, dünya bugünkü durumunda olmaz, savaşlar, itişmeler, kakışmalar da olmazdı. Dolayısı ile şeytanî bilim adamları ve onların uygulayıcıları da belki hep olacaktır. Bu yazının özenle odaklandığı nokta, işin güzellikleri kısmı.
Kontrollü gebelik bir zaman sonra o kadar rutin olacak ki, insanlar artık çocuklarına daha doğmadan konforlu ve olabildiğince rahat bir yaşamı sağlıyacaklar. Bu konfor genler ile gelecekse ve imkân da varsa onu da deneyecekler. Zaten kim bile bile lades demek ister ki.
James Watson, DNA'nın yapısını bulan bilim adamlarından (Francis Crick, Maurice Wilkins ile birlikte 1962 nobel Tıp ödülünü paylaştı) bir mülâkatında şöyle sormaktadır:
"Eğer daha iyi insanlar yapabileceksek, neden yapmayalım ki?"
Zaten düşünsenize, dünyaya gelecek bebeğinizde ilerleyen zamanda bir takım hastalıkların olacağını ve aslında daha doğmadan bir takım terapiler ile bu hastalıklardan arınabileceğini bildiğiniz halde, anne ve baba olarak sessiz sakin oturur bekler misiniz? İçiniz el verir mi? Meselâ çocuğunuzu kendi elinizle bindirdiğiniz otobüsün yarım saat sonra büyük bir kazada paramparça olacağını bilmenize rağmen bindirebilir misiniz? Bu, kadere engel olmak değildir. Aksine bilgi sayesinde o kaderin bir parçası olmaktır. Hele müdahale etmek hiç değildir. Sadece eldeki bilgiyi kullanmaktır.
70 yaşına gelmiş ve yakın akrabalarında meme kanseri olmayan kadınların yaklaşık yarısında, mutasyona (değişime) uğramış BRCA geni sayesinde bu kadınlar hiç bir şekilde meme kanseri riski taşımamaktadırlar. Bir şekilde bir takım kombinasyonlar bu kadınları meme kanserine yakalanmaktan korumuştur. (Bu arada küçük bir not eklemekte yarar var. BRCA1 ve BRCA2 genleri tümör baskılayıcı genler olarak bilinmekte ve bu genlerde meydana gelen bir takım mutasyonlar meme kanserine yol açıyor. Mutasyonlar kötü yönde olabildikleri gibi iyi yönde de oluyorlar. Dolayısı ile bir durumda mutasyonların oluşumu kişiyi korurken başka bir durumda gerçekleşen mutasyonlar hastalıklara da sebep olabiliyor.)
Hayatımızın pek çok aşamasında riskler ile yaşıyoruz. Arabalarımızın, bilgisayarlarımızın, cep telefonlarımızın her türlü özelliğini biliyorken, bizzat taşıdığımız, her yere getirip götürdüğümüz bedenlerimizi ne yazık ki bilmiyoruz. Arabalarımıza, hangi kalitedeki benzini nereden alacağımızı çok iyi bilirken, damarlarımızda dolaşan kanımızdaki kolesterolün çoktan sınırı geçtiğini ve her anımızı risk içinde geçirdiğimizi bilmiyoruz bile.
Bilmek ve bilgi sahibi olmak güzel şey. O yüzden, kendi adıma, bilginin de en güzel ve en insanî şekilde kullanılmasını diliyorum.
* * *
Yararlanılan kaynaklar;
Redesigning Humans: Our inevitable genetic future, Gregory Stuck
A Brave New World, Aldous Huxley
Visions, Michio Kaku
Saga etal, The disruption of Sox21-mediated hair shaft cuticle differentiation causes cyclic alopecia in mice, PNAS 21 April 2009.
Yazıyı okuyunca televizyonda seyrettiğim 1997 yapımı Gattaca filmini hatırladım. Bu filmde tam da anlattığınız konu (daha doğmadan genetik bileşimi ısmarlanan çocuklar) anlatılıyordu. Ama sanırsam, tıp dünyasında bu yönteme karşı ciddi kuşkular da var -ki siz bir kısmını özetlemişsiniz. Galiba esas mesele, olası hastalıkları bertaraf etmekle narsistik bir ırk yaratmak arasındaki ahlâki dengeyi gözetebilmekte.
Selim Atak - 14 Temmuz 2009 (10:40)
Sevgili Selim Atak, ben de Gattaca filmini seyretmiş ve çok da beğenmiştim. Haklısınız ciddi kuşkular var. Aslında bu aralar en çok üzerinde durulan şey yedek parçalar da diyebileceğimiz organlar, uzuvlar yapabilmek. Bunun elbette çok büyük yararları var, ama kötü yönlerde kullanılma ihtimalleri de yüksek. Ne de olsa insanız! Hakikaten örnek konusunda pişti şeysi olunmuş. Galiba barbie konusunda çok haklısınız belki de bir süre (ilk zamanlar) parası olan seçmece çocuklara sahip olacak ki bu da teknolojinin parayla satın alınması hatta hayatların para ile satın alınması diye de düşünülebilinir (teknoloji ucuzlayınca herkese belki o zaman yayılacak). Bundan bir kaç yıl önce bireysel genom ile ilgili tartışmalarda kişilerin gen haritalarına göre hayat sigortası, sağlık sigortası poliçelerinin bile pahalı ya da ucuz olacağı söz konusu ediliyordu. Hatta şirketler çalışanlarının genomuna bakarak riskli kisileri işe almayacaklar diye düşünülüyor. Ne kadar da insanî(!) düşünceler üretiyoruz di mi?
Alper Uzun - 14 Temmuz 2009 (14:48)
Bu işin çivisi çıkıyor arkadaş!
Bilginin kutsallığı, DNA, RNA, kök hücre derken bir bakacaksın ölümsüzlük mümkün olmuş. Bu imkândan faydalanamayan olacaktır pek tabii. Ama faydalanmak istemeyen babayiğit çıkacak mı?
Bir bakacaksın, yıl 2209, Hıncal Uluç boynunda fular hâlâ gevrek gevrek gülerek futbol yorumu yapıyor. Ölüm olmadığı için insanlarda tevekkül diye bir şey kalmamış. Parası olmayan ölümlülerle, paralı ölümsüzler arasında uçurum bir daha kapanmayacak şekilde açılmış, tıpkı mitolojide anlatıldığı gibi.
Yeniden engizisyonu mu kursak, ne yapsak? Yoksa bu kuruntularımız yersiz mi? Belki Alper Bey başka bir yazısında bizi aydınlatır.
Seyit Balkuv - 14 Temmuz 2009 (15:39)
Bildiğim kadarı ile genom projesi oldukça ilerlemiş durumda ve bu projede çalışan laboratuarlar genetik şifreleri çözdükçe, patentlerini alıyorlar. Bu durumda, birileri, yasal olarak, parsel parsel insan var oluşunun sahibi haline mi geliyor? Alper Bey, bu soruyu yanıtlarsanız çok sevinirim. Bu konu gerçekten çok ilginç, önerebileceğiniz genetik bilimi çevresindeki hukukî ve etik tartışmaları konu edinen kitaplar var mı?
Elif Vural - 14 Temmuz 2009 (22:34)
Seyit Balkuv'un çizdiği 2209 tasviri kanımı dondurdu. Eğer bu gen teknolojisi ortaya böyle bir tablo çıkaracaksa ("Hıncal Uluç boynunda fular hâlâ gevrek gevrek gülerek futbol yorumu yapıyor"), tüm genetik laboratuvarlarını ve çalışanlarını osuruk gazıyla zehirleyip bu çalışmalara son vermek isterim. Yok eğer başarısız olursam da, ne yapayım, bir Doktor Kevorkyan bulup ötanazi yaptırırım, daha iyi.
Aman diyeyim Alper Hocam, sen amanı bilir misin, bundan sonra hasıl olacak nesilleri ister mavi gözlü yapın, ister tamamını lepiska saçlı, Jude Law çehreli, Uma Thurman dudaklı, zırnık itirazım olmaz; ama şu "ölümsüzlük" mevzuunu bir daha düşünün derim.
En azından şu Hıncal Efendi'ye hak vaki olana kadar…
Tahir Kemal - 15 Temmuz 2009 (00:59)
Şimdilik çivi çıkmasa da her şeyin çivisini çıkartan insanoğlu bunun da çıkaracaktır eminim. Ölümsüzlük konusuna gelince, ölümsüzlük değil ama ileriki nesillerde meselâ uzun yaşam söz konusu olacak diye düşünüyorum. Hani bilimle kurguyu yan yana koyarak da düşünürsek, belki de gelecek nesiller 120-130 gibi yas-lara kadar ya-ayabilecek ama şu şekilde bir fark olacak diye dusunuyorum… 80 yaşında bile 40 yaşındaki hayat kalitesinde yaşamak söz konusu olacak. Ama elbette bunlar kurgunun da olduğu satırlardır. Bilim adamları özellikle bu ara uzun yaşamak yerine kaliteli yaşama odaklanmış durumdalar. 80'lerinde bile 40'lı yaşlarda yaşamak gibi.
Genom projesi ise aldı başını gitti ve bu aralar fil, at, solucan, köpek, inek ve daha birçok canlının genomu çözüldü. Patent almak ise söz konusu değil şu an ve bu yasak. İyi ki de yasak. Dolayısı ile genlerimiz hâlâ patentli değil. Fakat ya ileride sentetik genler yapılırsa tıpkı lego seti gibi tak çıkar olmaya başlarsa durumlar işte o zaman sentetik genler için patent söz konusu olacaktır. Ama deşifre edilen kendi genlerimiz hâlâ bizimdir.
(Tam olarak etik konuya direk bağlantılı olmasa da yaşlılık üzerine güzel bir kitap tavsiye edebilirim: "Means to an end; the biological basis of aging and death, William R. Clark)
Alper Uzun - 15 Temmuz 2009 (04:29)
Yahu Alper Hocam, biz de her şeyi sana sormaktayız ya, ne yapalım, koskoca Amarikanya Cumhuriyetini mesken tutmuş olup, hem de genetik denen akıl sır ermez ilmin ıcığını cıcığını bilen tek akrabamız sensin.
Bizim memlekette "kötü tohum" dedikleri bir meret vardır. Sanırsam sizin oralarda da buna "bad seed" deniliyor.
Eh, buğdayın arpanın kötü tohumu olur da insanın olmaz mı? Bizim köyde bir Çalık Kerim var, herifin her bir işi alavere dalavere. Bir günden öbürsüne adam gibi bir iş yaptığı, haşa huzurdan, yaralı bir barnağa işediği görülmemiştir. Gün 24 saat mikropluk münafıklık düşünür ve dahi elinden geleni de ardına komaz bu deyyus. Doğduğundan beri böyle diyeyim de anla artık.
Şimdi benim sorum şu Alper Hocam, de söyle bana, acaba günün birinde sizin genetikçi milleti "kötülük geni" diye bir gen bulup "ahan da yeri burasıdır" diye barnağınnan gösterirler mi?
Yani, sözün özü, insan vücudunda "kötülük geni" diye bir gen var mıdır? Yoksa insanlar "tabula rasa" doğup sonradan mı kötü olurlar?
Kâmuran Hocam, bu soru aynı zamanda sana da… Doğuştan kötülük var mıdır şu yeryüzünde? Hele bi deyiverin yav.
Tahir Kemal - 17 Temmuz 2009 (16:24)
Muhterem Tahir Kemal Beyfendi, isminizi tersinden okusam sanki daha doğru olacakmış gibime geliyor. Yoksa benim mi kafam karıştı ne?
Evvelâ, şu kötülük denilen mefhumu "başkalarına isteyerek zarar vermek" diye tanımlayabilirsek, "kötülük nedir" sorusuna cevap bulacağız diye felsefî olarak havanda su dövmekten ve fuzulî nefes tüketmekten kurtuluruz her halde. Tanım üzerinde tam olarak fikir birliğine varamasak bile, ben mecburen bu tanım üzerinden cevap vereceğim.
Çocuk, iyiliği de kötülüğü de gelişim sürecinde öğrenir. Hangi türden davranışlar daha çok ödüllendiriliyorsa veya işine yarıyorsa, onları öğrenir. Yakın çevresinin bu davranışlarla bağlantılı olan düşünce sistemi ve değer yargılarını da içselleştirir. Ortaya "Çalık Kerim" dediğiniz deyyuslar böyle çıkar.
Farklı ailelerde ve sosyal ortamlarda büyümüş "normal-psikolojik bir rahatsızlığı olmayan" tek yumurta ikizleriyle yapılan araştırmalarda bile böyle sonuçlar elde edilmiştir. Tek yumurta ikizlerinin genetik yapılarının çok büyük oranda aynı olduğu bilinir. Buna rağmen, iki kardeşin çok farklı kişilik özellikleri göstermeleri bu işin genetikle çok fazla ilişkilendirilmesinin pek gerçekçi olmadığını gösteriyor.
Amma velâkin, bazı genetik bozukluklar var ki insanları kötülük yapmaya eğilimli kılar. Şöyle ki; Anti-Sosyal Kişilik bozukluğu (Psikopatlar) gösterenlerin, Paronayakların, Şizofrenlerin bazıları başkalarına ciddi zararlar verebilirler (Anti-Sosyaller hariç, diğerlerinin cezai ehliyeti yoktur).
İnsanoğlunun "Tabula Rasa" doğduğu ve Hard Disk'e sonradan kayıtlar yapıldığı ne tam doğru ne de tam olarak yanlış. Hard diskte henüz (tam olarak) okuyamadığımız bazı bilgilerin olabileceğinden şüpheleniyoruz. Mevzunun Ruhiyat kısmı özet olarak bu kadar. İşin bu noktasından sonrası için Allah Alper Bey'e büyük gayret ihsan eylesin ki, o yazıları okuyabilsin ve bize de söylesin.
Bu kadar kalın bir mevzuyu şu kadar kısaltabilmek için epey uğraştım. Yordunuz beni Sn. Tahir Kemal. Benim itikadımca Bilgi Tahir dir. O yüzden, şuncacık gayretin lâfı olmaz.
Kâmuran Kızlak - 17 Temmuz 2009 (17:58)
Bence Sayın Kâmuran Kızlak çok güzel açıklamış, sosyal çevrenin etkisinin aslında kişiliğimizin gelişmesinde en büyük etken oluşunu.
Aileler, sosyal ortam, bunların hepsi bireyin ne yöne doğru gideceğinde çok etkili. Diğer taraftan bir takım genetik kökenli rahatsızlıklar da var ki kişiyi saldırgan ve antisosyal yapabiliyor. Herhalde kötülük geni diye bir gen varsa da takdir edersiniz ki bunu tutup da ortaya çıkarak moleküler biyoloji teknikleri somut olarak neyi nasıl bulup yapar bilemiyorum…
Meselâ kanserli dokuyu görür alir oradaki hücrelerden genleri izole edersiniz.
DNA chip ya da mikro array denen tekniklerle hangi genlerin aktif hale geçtiğini de bulur normal dokudakiler ile karşılastırırsınız… Ama meselâ kötülük genini izole etmeye (bulmaya) çalışın kotu insanlardan(!) 30 bin gen içinden bulun ama hangi kıstaslara gore?:)
Neyse belki de karikatürize edilecek bir cevap vermem gerekirken, çok mu ciddi bir cevap verdim acaba.
:) Sevgi ve selâmlarımla.
Alper Uzun - 18 Temmuz 2009 (00:23)
Richard Dawkins'in "Bencil Gen" kitabında bununla ilgili bir bölüm vardır. Orada evrimin, dayanışma ve başkalarının yararını gözetmeyi, çıkarcılığa ve bencillige tercih ettiği anlatılır.
Kitaba göre uygularsak, diyelim (Sayin Tahir Kemal'in izniyle) Çalık Kerim'in köyü hiç bir kuralın işlemediği vahşi bir köy olsun. Çalık Kerim ve çevresi silâh zoruyla köyün kaynaklarını elleri altında tutsunlar, köyün en genç ve sağlıklı kadınlarıyla evlensinler ve kendilerine kafa tutanları öldürsünler. Haliyle bir kaç nesil sonra köyün çoğunluk ahalisi hem sosyal hem de genetik olarak Kerim'in yolundan gidenlerden oluşacaktır. Yani köyde herkes birbirine düşman olacak ve herkes kendi kişisel çıkarları peşinden koşacaktır. Bu da köy halkını, kurda, kuşa, çakala ve bilimum dış güçlere karşı korumasız ve zayıf düşürecektir. Ve eğer Kerim'in etki alanı dışında kalmış bir grup güçlenme şansı elde edemezse, çoğunluk Kerim'in genlerini taşıyan tüm köy halkı evrimin derin sularına gömülüp yokolacaktır.
Yine bu mantıkla evrimin sonsuz akışında kötülüğün de genetiksel olarak nesilden nesile geçme şansı bulduğu virajlar, rampalar bulunabileceği düşünülebilir.
Yalçın Şahin - 20 Temmuz 2009 (12:03)
Alper Uzun neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.