Kitapçıları gezmek hoşuma gidiyor. Orada zaman geçirmeyi, ayaküstü elime bir kitabı alıp okumaya başlamayı ve sonrasında da beğenip, heyecan ile kasaya gidip satın almayı seviyorum. Her gidişimde mutlaka yeni bir kitap gözüme takılıyor. Bazen kendimi durduruyorum, "yok önce elindekileri bitir öyle alırsın bunu" diyorum kendime.
Ama ne yazık ki son zamanlarda benim de tavırlarım değişti. Eskisi gibi öyle kitabı rafında beğenip de, koştura koştura kasaya gitmelerim çok azaldı. "Modern zamanlar" bizi esir aldığından beridir, öyle hemen almaya yeltenmiyorum. Elbette kitaba önce bir bakıyorum, beğenmemin hemen ardından fiyatını internetteki fiyatıyla karşılaştırıyorum, bu da genellikle Amazon oluyor. Eğer hakikaten hiç fark yoksa ki bu çok nadirdir, ancak o zaman kasaya doğru koşturuyorum.
O kadar kölesi olmaya başladık ki modern zaman araçlarının, "sonra alırım, internetten alırım ben bunu ya" diyerek aklımda tutmak için kitabın ismini, yazarını bir yere yazmaya dahi uğraşmıyorum, kapak resmini çekiyorum. Sonra akşama eve gidince ısmarlıyorum. İşi iyice şımarıklığa vurup orada telefondan da ısmarlamak var ama daha o kadar köleleşmedim. Hem de o kadar aceleci olmak istemiyorum galiba.
Fark ettim ki, bu hareketleri yapan sadece ben değilim ya da bir avuç insan değil. Çünkü yerleşik kitapçılarla, internet kitapçıları arasındaki kapışma iyice büyüdü. Hatta o kadar büyüdü ki, sayıları gittikçe azalıyor. Kalanları da eskiden olduğu gibi değil. Eskiden derken, öyle çok eskiden de değil. 5 sene bile geriye gitmek yetecek neredeyse.
Modern hayatlarımızın fazlasıyla dijitalleşmesi ve işlerin neredeyse bir tık mesafesine inmesi bu durumu iyice hızlandırdı. En büyükleri bile önce şubelerini teker teker kapatmaya başladılar. Sonra tümden iflâs ettiler. Buna en yeni örnek geçen sene kapanan BORDERS kitapçısıdır. BORDERS ve Barnes&Noble birbirlerinin en büyük rakipleri iken sonrasında ikisinin de en büyük rakibi Amazon olmuştur, hem de en yıpratıcı bir şekilde.
Şaka değil artık çevremde o anlı şanlı kitapçılardan eser kalmadı. Kimi küçük kitapçılar var eski kitapları satıyorlar. Hani olur ya böyle yaşlı bir amcayı, teyzeyi görürsünüz, onlar öyle titreye titreye yürürken, her an takılıp da düşeceklermiş gibi içiniz titrer. "Dur gidip koluna gireyim beraber yürüyelim, düşmesin" dersiniz ya. İşte öyle bir durum bu geride kalan kitapçıların durumları.
Kitapçılar kapandı kapanıyor ya içerinin o kitap ile karışık kahve kokusu ve arka fonda birbirinden güzel çalan, merak ettiren, "neymiş ki bu?" dedirten müzikleri de kayboluyor. Meselâ ben artık bizim üniversitenin kitapçısına gidebiliyorum, kalmadı ki başka etrafta. Neyse ki o yukarıda anlattığım güzelliklerin hepsi mevcut bizim kitapçıda. Türleri yok olan canlılardan nümunelik gibi bakmaya başladım bizim kitapçıya.
Bu matrix misali sanal ortamlara dalışlarımız, artık alışverişlerimizi de oralardan yapmamız sanki bizi biraz daha robotlaştırdı ve daha da tembelleştirdi. Hani kitapçılar sanal ortama taşınmaya başladı ya artık kitapların bizzat kendisi de öyle.
Tabletlerimiz varmış eskiden ama çok eskiden, tek kullanımlık, taştan tabletlerimiz. Şimdi ise modern zamanlarımızın tabletlerinin fonksiyonları saymakla bitmez. Bu tabletlerde kitap konusu da elbette unutulmadı.
Yanlış anlaşılmasın karşı değilim ama komiğime giden bir durum var. Kitaplarımızı da artık tabletlerden okuyabiliyoruz ya, onlarca sayfalık kitabı yanımızda taşımak zorunda değiliz ve hatta yüzlercesini bile yanımıza alma imkânımız da var ya. Hah işte okurken gerçekçiliği iyice artsın diye sayfayı tıpkı aynısı gerçekte nasıl çeviriyorsanız onu yapmanız mümkün.
Hatta hafif de şeffaf olduğundan (!) sayfayı çevirirken, o önceki sayfanın arkasından silüet şeklinde yazıları da görebiliyorsunuz. O kadar "gerçekçi". Ama gerçek değil. Tıpkısının aynısı gibi ama sanal.
Bu teknoloji ile gelen dokunmatiklik durumu ise ayrı bir yazı konusu belki de. O kadar alışmaya başladık ki ekranda asılı duran ikonlara basarak programları açmaya ve çalıştırmaya artık bazen hızımızı alamayıp her şeyin öyle çalışacağını sanıp dokunup duruyoruz her türlü ekrana.
Kısacası modern zamanlar insanın hem iyi hem de kötü olabilecek bir özelliğini acımasızca kullanıyor. O da sanırım "alışabilme" özelliğimiz olsa gerek diye düşünüyorum.
"Borders" zinciri kocamanlığı, ürün çeşitliliği, bir yandan kahve içerken bir yandan beğendiğin kitaplar arasından hangisini / hangilerini seçeceğine karar verebilmene imkân sağlayan cömertliği ile ailece çok sevdiğimiz bir mekândı.
Oğlumuza henüz 4-5 yaşındayken çocuk kitapları ile başlattığı kitap sevgisini ve daha sonra kitap okuma alışkanlığı kazanmasına sağladığı katkıyı hep konuşuruz.
Kapandığını sizin yazınız ile öğrendim. Biraz kurcalayınca internette, şirketin iflâs yolu ile tüm mağazalarını geçen sene kapattığı detayına ulaştım. Çok üzüldüm.
Komik olan da ne biliyor musunuz? Arama motoruna www.borders.com yazın. Sizi Barnes & Noble sitesine yönlendiriyor. Olabilir. O da büyük kitapçıdır. Ama site açılınca kitaplardan önce tabletleri görüyorsunuz ekranda.
Kimbilir, belki de zaman gelecek "Kitap, eskiden kâğıda mürekkeple yazılan, sonra ciltlenip okunan, hacimli bir şeymiş" diye genel kültür konusu yapacaklar bizim sevgili kitaplarımızı.
Melih Özel - 4 Haziran 2012 (00:35)
2011 yaz zamanı BORDERS'ı yine olağan ziyaretlerimizden birinde, tavandan sarkan koca indirim levhalarını görünce eşim de, ben de epey üzülmüştük. "Kapanacağından dolayı" yüzde 40lara varan indirimi haber veriyordu o koca levhalar. Sonraki haftalarda indirimlerin şiddeti gittikçe arttı hatta sona doğru %90 lara vardı ama mağazanın da içi iyice boşalmıştı. Sonra da kapandı zaten. Barnes & Noble bu gelen büyük değişimi görmüş ve kendini internet ortamına epey önce atmıştı bence bu sayede hâlâ ayaktalar diye düşünüyorum.
Kitap, kâğıt ve mürekkep konusunda ise ilginç bir bilgiyi yazmak isterim; bu modern zamanların en büyük tehlikelerinden biri de her şeyin dijitalleşmesi. Bütün bilgilerimizin böylesine elektronik ortamlarda olması bir takım büyük teknoloji şirketlerini de (meselâ IBM) düşündürtmüş olacak ki uzaydan gelecek bir takım ışımalar eğer elektronik bilgileri silerse nasıl önlem almalıyız, ne yapmalıyız üzerine araştırmalar yapmaktalar. Bunu da ek bir not olarak yazayım.
Alper Uzun - 4 Haziran 2012 (21:07)
Uruk kralı Gılgamış'ın destansı hayatını anlatan 12 adet kil tablet, yazılı tarihin başlangıcı sayılır. Ve geleneksel tarih paradigması, istisnalar dışarıda bırakılırsa, bundan önce yazı -ve kayda geçirme- olmadığı varsayımından hareket eder.
Oysa çok yakın zamanlarda bile, yazılı kültüre hiç geçmemiş toplumlar (örneğin, Tuaregler) olduğunu da biliyoruz.
Şunu bilebilir miyiz: Belki Sümerlerden binlerce yıllar önce de yazılı ve görüntülü kayıt yöntemleri olmuştur. Belki o kayıtlar da bugünkü sayısal teknoloji gibi zamanın ve doğanın aşındırıcı etkisine karşı dayanıksız şeyler üzerine yazıldığı için kaybolup gitmiştir.
Pozitivist algı, her şeyin sıfır noktasından sonsuz noktasına kadar sürekli gelişerek, kendisinden önce var olanı aşarak ilerlediğini vaaz etse de, bizler, "dünya" adındaki uzay gemisinin yolcuları, bu tezin doğruluğunu sınayabilme imkânından yoksun görünüyoruz.
Necdettin Efendi - 9 Haziran 2012 (15:23)
Zaten son derece ilginç bir durum. Şu kısacık yüz yıllık tarihimizde bile ne hızlı değişimler olurken, insanoğlunun 200 bin yıldan beri ancak son 10 bin yılda yazılı metinlere geçişi çok düşündürücüdür. Bugün bile her an sıfırdan başlamamız mümkün. Bir de şöyle ilginç bir kitap da var: The World Without Us
Alper Uzun - 9 Haziran 2012 (20:45)
Kullanılan vasıtanın değişmesiyle acaba eylem olarak "kitap okuma"nın kendisi de dönüşüme uğrar mı? Kendi çapında bir kimliği ve bütünlüğü olan bir yazı parçasını baştan sona okumak, kâğıt üstündeyse bir anlam arz ediyor. Bu, kitabın bir ürün olarak alınıp satılır olmaya başlamasından sonra kazanılmış bir alışkanlık olsa gerek. Dijital ya da sesli kitaplarsa bu alışkanlığı -şimdilik- olduğu gibi devam ettirmek temeline dayanıyor.
Ayrıca, kitap insana bilgisini ölçme imkânı verir. "Şu kadar kitap okudum" diyebilirsiniz. Kitapları kitaplığa dizip, bu bilgiyi teşhir etme olanağı da var. Bence dijital kitaplara olan tepkimiz biraz da bu imkânların elden gitmesinin yarattığı boşluktan kaynaklanıyor.
Yalçın Şahin - 11 Haziran 2012 (15:02)
Sanal kitap okuyanları hiç bir zaman anlamadım. Belki ileride anlarım ama şimdi değil. İnternet üzerinden kitap veya birkaç sayfalık yazıları okumayı denediğimde çok sıkıldığımı ve heyecan duymadığımı fark ediyorum. İnternetten kitap aldığım oluyor ancak kitapçıya gittiğimde ise ancak yanımdakilerin çekiş(tir)meleri sonucu oradan çıkabiliyorum.
İnternet hayatımıza ne kadar girerse girsin, kitapların kokusunu da alacak değil ya bizden? Üstelik kendi adıma elime aldığım kitabı okurken bırakmak istemezken internettekini en fazla on dakika sonra kapatıyorum. Dikkat süresini bile etkiliyor.
Bence gerçek bir okuyucu asla kitaba dokunmadan okuyamaz (gerçek manasıyla)…
Idealistim - 15 Eylül 2012 (00:08)
Alper Uzun neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.