Patronsuz Medya

Geç yaşlanmak mı, genç yaşlanmak mı?

Alper Uzun - 12 Aralık 2010  


Her akşam üstü saat beş buçuktan sonra ofisimi temizlemek için gelen bu Portekizli adam çok sevecen biri. Fazlasıyla da konuşkan.

Bazen çok yoğun çalıştığım zamanlarda bile bu çok konuşmalı ziyaretlerinde kalbi kırılmasın daha doğrusu umursamıyormuşum zannetmesin diye mutlaka biraz zaman ayırıp konuşmayı tercih ediyorum.

Dedim ya çok konuşkan bir adam ama bir süre sonra mecburen izin alıp çalışmama dönüyorum.

Bu muhabbetlerimizden birinde yaşını sormuştum. Ben ki yaş tahmininde çok başarılı biriyimdir, bu sefer fena yanıldım. En fazla otuz beşlerinde olabileceğini düşündüğüm bu adam yaşının elli olduğunu söylediğinde ağzım açık kalmıştı. Belli ki biyolojik saati çok yavaş. Ama sonradan hızlanacak mı? Hep mi böyle devam edecek? Peki neden o öyle yavaş yaşlanırken bazıları çok daha hızlı yaşlanıyor?

Daha bir sürü soru aklıma geliyor. Yaşlılığın gelişimi ve hızı üzerine pek bir merakım var. Bu merakım bir büyükbabam gibi insanlardan dolayı, bir de bilimsel meraktan gelişti. Büyükbaba, hayatının hemen hemen hiç bir evresinde ciddi bir rahatsızlık yaşamadı. Yaşlandıkça ortaya çıkan hastalıklardan hiç birine de yakalanmadı. Ne kalp rahatsızlığı vardı, ne de Alzheimer, ne de aklınıza gelebilecek diğer hastalıklar. Kullandığı ilâç var mıydı diye sorarsanız, en fazla vitamin alırdı diye cevap vereceğim. Onu da ilâçtan sayar mısınız bilemem. Kısacası o da genç gösteren insanlardandı.

Bilim dünyasında, yaşlılık üzerine yapılan çalışmalar çok çeşitli ama özellikle son yıllarda eğilim "yaşatalım yaşatabildikçe"den "çok uzun olmasa da sağlıklı olsun" tarzına doğru bir seyir alıyor. Hani seksenlerinizde bile hâlâ kırklı ellili yaşlarınızda yaşamak. Sakın olmaz öyle şey demeyin. Çünkü hayatta hatta evrende her şey tam da göründüğü gibi olmak zorunda değil ya da bir takım durumların tam da bizim düşündüğümüz şekilde gerçekleşmek zorunluluğu yok. Çevremizde başka bir örnek göremediğimizden, olasılıkların nereye kadar uzanabileceğini de tahmin etmemiz zorlaşıyor doğal olarak. Ama seksenlerinizde bile kırklı yaşların kalitesinde yaşamanız hayal değil.

Bu ayın başında çok ilginç, çok düşündürücü bir çalışma yayımlandı Nature dergisinde. Bu çalışmada yaşlı farelerin tekrar gençleştirilmesi sunuldu. Zaten yaşlanmış olan fareler kelimenin tam anlamıyla gençleştiler. Bu, yaşlılığı geriletme yönünde yapılan çalışmalar için resmen öncü araştırmalardan biri oldu.

Bu çok ilginç ve düşündürücü çalışmayı anlatmak istiyorum size. Ama kısaca bir kaç ön bilgi vermem şart, konunun öneminin ve içeriğinin anlaşılması için.

Yaşlanmaya başladıkça hücrelerimizin bölünmesi yavaşlıyor hatta duruyor bile. Kendini yenileyebilen organlarımız artık bu kabiliyetlerini kaybediyorlar. Aslında bir zaman sonra neden böyle bir mekanizma başlıyor, tam anlaşılmış değil. Yani her şey durma yönüne doğru gidiyor. DNA'larımızın uçlarında, bir takım yapılar var bunların ismi telomer ve DNA'nın zarar görmesini önlüyor. Buna en güzel ve yaygın verilen örneklerden biri, "ayakkabı bağcıklarımızın ucunda bulunan, bağcığın dağılıp arap saçına dönüşmesini önleyen küçük plastik parçalar" örneği.

Telomerler de DNA'yı tıpkı bu şekilde koruyor. Ama her hücre bölünmesinde bu yapılardan birazcık birazcık azalma oluyor. Bu yapıların azalması zamanla hücrenin de sonunu getiriyor bir şekilde. Diğer yandan yetişkin insanlarda "genel olarak" aktif olmayan telomeraz enzimi ise bu telomer denilen yapıları azaldıkça DNA'nın uçlarına ekliyor.

Araştırmalar telomerleri uzun olan insanların daha uzun yaşadıklarını göstermiş. Yaşlılık ile ilgili hastalıklara yakalanma ihtimalleri de daha düşük bu insanların. Meselâ yaşla gelişen diyabet, Alzheimer, kalp hastalıkları bu durumun en favorileri olarak sayılabilir. Belki de büyükbabanın da telomerleri uzundu ya da telomeraz enzimi usulca da olsa çalışıyordu arka planda.

Telomeraz enzimi bu arada en çok da kanserli hücrelerde görülüyor. Kanserli hücrelerin bir türlü yaşlanıp fonksiyonlarının yavaşlamamasının en büyük sebeplerinden biri. Kısaca, telomeraz enzimin varlığı da iki tarafı keskin bıçak gibi sanki.

Bu sözünü ettiğim çalışmada araştırmacılar, telomeraz geninden yoksun fareler yapıyorlar. Normalde 3 hatta 4 yıl yaşayabileceklerken, bu fareler 6 ay gibi bir süre içinde yaşlanıp ölüyor. Bu 6 aylık zaman pek bir kısa ömür fare için. Bu süreci insan için düşünsek kişinin 18-20 yaşlarında ölmesi gibi bir durum. Erken yaşlanan bu farelerin dalakları, karaciğerleri işlevlerini yapamaz hale geliyor. Beyinleri küçülüyor. Kısırlaşıyor, üreyemez hale geliyorlar. Bu gözlenen durum seksenlerinde yaşayan bir insanın durumunu da sergilemesi bakımından çarpıcı. Araştırmacılar merak ediyor, telomeraz enzimi aktif olmayan bu fareler, enzimi üretmeye başlasalar acaba ne olur?

Yine aynı şekilde yaşlanan farelere bu sefer altıncı ayda, bu telomeraz enzimini ürettirecek ya da diğer bir deyişle o enzimi üreten geni "KAPALI" pozisyondan "AÇIK" pozisyona getirecek bir ilâç veriyorlar. Bu tıpkı odaya girdiğinizde lâmbaları açacak düğmeye basmak gibi bir şey. Oda aydınlanıyor.

Telomeraz enziminin üretiminin başlaması ile tam anlamıyla bu yaşlı farelerde bir geri dönüş başlıyor. O yıpranmış yaşlı görünümlü tüyleri gidiyor, genç farelerde olduğu gibi canlı diri renkli tüyler geliyor. Tekrar üreyebilecek duruma geliyorlar. Karaciğerleri ve dalakları büyüyor ve sağlıklı duruma ulaşıyorlar. Beyinleri çekmiş, küçülmüşken, eski büyüklüğüne yaklaşmaya başlıyor, daha da önemlisi yeni sinir hücreleri gelişiyor.

Bu çalışmadan çıkan en çarpıcı yorumlardan birine göre; yaşlanmanın bu şekilde geri çevrilmesi, aslında yaşlanan ve telomerlerinin çoğunu kaybeden hücreler, bir çeşit bekleme evresine girmişlerken, bu sırada yapılacak bir müdahale onları tekrar gençleştiriyor olmasıyla mümkün. Adeta saatin geriye doğru dönmeye başlaması gibi bir durum bu.

Bunun insanlara uygulanmasındaki müthiş yararlarını düşünün. Bırakın genel olarak gençleşmeyi, sadece harap olmuş organlara bile uygulansa bu yöntem, büyük kazanımlar söz konusu. Meselâ hepatitten ya da alkolden ya da bir enfeksiyondan dolayı harap olmuş bir karaciğeri tekrar eski haline çevirebilmek. Ya da alzheimerin pençesindeki hastaların geri kazanılması. Bunların hepsi son derece heyecan verici.

Elbette daha gidilecek çok uzun bir yol var. Bu deneyler telomeraz enziminden mahrum olan genetik mühendisliğiyle yapılmış fareler. Peki bu durum doğal olarak yaşlanan farelerde de yaşlılığı geriletecek mi? Yayının ardından bilim çevrelerinde sorulan ana sorulardan biri de bu.

Genç kalabilmek pek çok faktöre bağlı ama genlerinizde zaten böyle bir olasılığın izleri varsa elbette daha şanslısınız. Bu arada büyükbaba 94 yaşında vefat ettiğinde ölüm sebebi kalça kırığıydı. Başarılı da geçen bir ameliyatın ardından, uygulanan post-op tedavilerin yetersizliği hatta umursamazlığı ne yazık ki onu hayatta tutmaya yetmedi. Sakın "yaşamış yaşayacağı kadar demeyin", hayat her yaşta kutsal ve değerli. Umarım bu düşünce sokaktaki adamdan, hastanede çalışan adama kadar yayılır.

İlgili makaleyi merak, ederseniz;
Nature. 2010 Nov 28. Telomerase reactivation reverses tissue degeneration in aged telomerase-deficient mice.

Yorumlar

Uruk kralı Gılgamış, ölümsüzlüğü bulmak için yollara düşer. Şöyle olur, böyle olur (oraları geçiyorum), sonunda -bir bilgenin yol göstermesiyle- denizin bilmem kaç kulaç altındaki şifalı bir otu çıkarır ve yorgunluktan kıyıda uyuyakalır.

Söylemeye gerek yok, o ot, ölümsüzlük -ya da ebedî gençlik- otudur.

Ne var ki, Gılgamış uykuya dalınca yılanın teki çıkar gelir, otu mideye indirir ve eski derisini atıp kayıplara karışır.

Uyanıp da yanı başında ot yerine buruşuk bir yılan zarı gören Gılgamış oturup ağlar ve der ki:

- "Ben o otu kendim için değil, kentimdeki yaşlılar için çıkarmıştım. Şimdi memlekete eli boş mu döneceğim?"

Sağol Alper, gayet çarpıcı ve ufuk açıcı bir yazı bu. Sayende bilimdeki en yeni gelişmeleri ilk elden ve anında öğreniyoruz.

Gılgamış'ın 5 bin yıllık rüyası da gerçekleşecekmiş gibi görünüyor bu arada. Hadi hayırlısı.

Büdütör - 12 Aralık 2010 (22:26)

Böyle haberleri okuyunca insan "araştırmacılar ellerini çabuk tutsalar da ömürlerin uzatıldığı o günleri biz de görsek" diye düşünmeden edemiyor. Çünkü insan ömrünün değiştiği, uzadığı tarihin seyri içinde zaten gerçekleşen bir olgu.

Ömrü uzatma, yaşlılığı geciktirme ya da gençleştirme belki de bilim çevrelerinin üzerinde en fazla durdukları, en çok kafa yordukları bir konu. Fakat insan ömrü gibi dünyanın, galaksilerin, evrenin de bir ömrü var diye düşünüyorum. İhtimal bu alanda çalışmalar alabildiğine yoğunlaşacak ve tam "yaşlılık tarihe karışıyor" denildiği anda ecel bu kez evren için kapıya dayanacak. Ambalaj sanayinin ilâcın raf ömrünü uzatmaya yönelik AR-GE çalışmaları devam ederken üretici firmanın üretime son vermesi ya da ilâcı piyasadan çekme kararı alması gibi.

Cambridge Üniversitesi'nde gerontoloji okuyan Aubrey de Grey "Sonsuza kadar yaşamak mümkün, çözeceğim bu işi" diyormuş. Bilim çevrelerinden de onu ciddiye alanlar varmış. Ömrü kısmen uzatmak bana olası hatta mukadder gibi gelse de "sonsuza kadar" kısmına katılmıyorum. Neden derseniz; içinde bulunduğumuz sistemin son bulmaksızın devam edemeyeceğine, "buraya kadar" denilecek bir noktada nihayet bulacağına olan inancım.

Enver Turan - 12 Aralık 2010 (23:43)

Sevgili Büdütör, bence bu katkı hem çok ilginç hem de çok iyi olmuş… Ayrıca çok teşekkürler!

Sevgili Enver Turan, haklısınız her şeyin bir ömrü var. Zaten bu yazdığım çalışmalarda sonsuz yaşama yönelik hiç bir şey vaad edilmiyor. Yaşlılık kaçınılmaz bir süreç, tıpkı ölüm gibi. Bu evrende her şey zaten geçici bir süreliğine var oluyor. Bu geçici sürenin uzunluğunu arttırmak elbette mümkün, bu çalışmalar da daha çok bunu hedefliyor. Aubrey de Grey'in sonsuza dek hayatta kalmak çözümü teorikte mümkün olacak olsa da, gerçek uygulamada mümkün olmayacaktır. Doğanın en büyük kurallarından biri de her şeyin geçici ve dolayısı ile bir değişim içinde olmasıdır. Ama diğer taraftan da insan ömrü kesinlikle çok daha fazla uzayacak ve gençleşerek uzayacak. Olağan yaşlılığın uzatılması şeklinde değil.

Alper Uzun - 13 Aralık 2010 (06:48)

"Yaşlılığın trajedisi, insanın yaşlı olması değil, genç kalmasıdır." Oscar WILDE

Değerli Hocam Alper Uzun, ne dersiniz? O. Wilde'dan sonra yoruma devam etmem eşsiz yıldıza saygısızlık olmaz mı? Elbette ki "bence". Saygılarımla.

Macit Cününoğlu - 13 Aralık 2010 (14:30)

Doğrusunu isterseniz ben de bu yönde düşünmekteyim sevgili Macit Bey. Ruh yaşımız hayatın ilerleyişinde bir yerlere tutunuyor. Ve diyelim ki 28 olsun ya da 32. Artık kaçsa işte. Yıllar geşse de hatta 90 yaşına gelsek de ruhumuz hep o yaştaki gibi dinç içimiz, hep öyle kıpır kıpır. Fakat tüm bu hayatı taşıyan beden ise yıpranmış- yaşlanmış… Halbuki biz hâlâ o geçmişimizdeki gibiyiz. Bunun bilincine varmak biraz trajedi oluyor hakikaten.

Alper Uzun - 13 Aralık 2010 (17:26)

Değerli Alper Uzun Hocam, 28, 32 gibi yaşları yaşamsal tutunmalara örnek vermişsiniz ya, inanın çok keyif aldım ve değerli Türker Alkan'ı hatırladım. Sayın Alkan'ın kovulmadan önce Radikal gazetesindeki köşesinin sıkı bir takipçisiydim. Ve hocamızın "yaşlı kim" sorusuna verdiği cevabı asla unutmayacağım. Derdi ki; "yaşlı benden yaşça büyük olandır."

Düşünebiliyor musunuz, sevgili Türker Alkan 1941 doğumlu. Ve bu bakış açısı bence de doğru. Ne dersiniz? Saygıdeğer Hocam?

Macit Cününoğlu - 13 Aralık 2010 (18:05)

diYorum

 

486
Derkenar'da     Google'da   ARA