Televizyonlarda memlekete dadanan Hint Gurularının ilminden nasiplenen sosyete zevatı gördükçe, "bu muhteremler bu insanlara neler anlatıyor veya nasıl bir reçete sunuyorlar ki, bir seminerle hayatın sırrına erip mistik alemin sonsuzluğuna açılıyorlar" diye merak eder dururdum.
Sonunda ulu Brahma böyle bir "mürşid" i dinlemeyi ve böylece merakımı gidermeyi bana da nasib etti. Buradaki (Hong Kong) Hintli bir Sosyalist arkadaş ile birlikte bu Gurulardan birini dinlemeye gittik.
Hint Felsefesini kanaatkârlık ve saygıya yaptığı vurgu açısından anlamlı bulurum. Bu vaz'ettikleri dışında pek muhabbetim yoktur. Zaten binlerce tanrı, bunların birbiriyle akrabalık veya yakınlık ilişkileri ve her birinin temsil ettiği hikmetleri anlayıp bunlardan anlaşılır bir bütün çıkartmayı kendilerinin bile becerebileceğini sanmam.
Yine de, hayatın gustosu adına bir şeyleri ıskalamayalım diye, biraz irfanımızı artıralım dedik ve adam başı 100 doları bayılıp, gittik Guru hazretlerinin ferasetinden nasiplenmeye. Yüz küsür kişilik salonda tek Hintli beraber gittiğimiz arkadaşımdı. Geriye kalan dinleyicilerin tamamı burada yaşayan "Beyaz Adam" lardı.
Daha salona girerken burnumun direğini sızlatan tütsü kokusu (beni çok rahatsız eder) ve derinden gelen mistik (ve tiz, hatta cırtlak) Hint müziği beni zaten bambaşka bir aleme götürdü. Ruhumda münafıklık olmasa -ve az önce söğüşlendiğim 100 Dolar aklımı kurcalamasa- daha salona adım atarken açılan bu Ruhanî Dünya'nın kapılarından huşu içinde girer ve Guru'nun bahsettiği enerjiler aleminin yolunu tutardım.
Neredeyse iki saat süren seminerin benim için çok faydalı olduğunu ve ziyadesiyle feyz aldığımı söyleyebilirim. Bu manevî yükseliş uğruna ödediğim para halen kafamı kurcaladığına -yani aklım maddiyat alemi ile meşgul olduğuna- göre, dinlediklerimden yeterince sebeplenememiş de olabilirim.
Belki de o kırmızı boyadan sürülmesini reddettiğimden, ruhanî enerjiler kendilerini davet eden işareti göremedikleri için beni pas geçmişlerdir.
Uzun bir zamanımı Ruhiyat ilminin inceliklerini araştırmakla geçirmiş olmama rağmen, İnsan'da şimdiye kadar hiç duymadığım bazı ruhsal enerjiler; Evren'de ise bazı yaşam enerjileri olduğunu (bak, onları da duymamıştım), mutlu, huzurlu ve ahenkli bir yaşam için onlarla etkileşim kurmamız gerektiğini öğrenmiş oldum.
Öğrendiklerimle başım enerjiler arş-ı alâ'sına erdi tabii. Elhâk, insanın ilmini-irfanını artırması gibisi yok.
Bu enerjilerle etkileşim kurmak ve böylece kendilerini Nirvana yollarına vurmak isteyenler olursa, yol haritasını elde etmek için 300 dolar kadar daha söğüşlenmeleri ve bir kaç seanslık çalışmalara katılmaları gerekiyormuş. Ne olduğunu pek anlayamadığım o sisli-puslu ve bulanık mistik yol bana pek uymaz, ne de olsa dünyevî ihriraslarla kirlenmiş ve böyle ulvi bir yolda bile kaptırdığım üç kuruşuma yanan bir bîçareyim. Ben almayayım ama yola düşenlere canı gönülden hayırlı yolculuklar. Shri Ganesha (Ulu Ganeşa) yoldaşları olsun ve güzergâhlarını aydınlatsın.
Hayatın sırrına vakıf olmuş bir derviş edasıyla konuşan Guru "hayatın bütün bu enerjilerin toplamı" olduğu babında derin bir şeyler söyleyerek mevzuyu bağladı. Doğrusu, bütün metafizik anlatılar gibi gayet sofistike bir bağlamaydı. Geriye nerede ve nasıl sotalandıkları belli olmayan bu mistik enerjileri bulmak ve onlarla etkileşmek kaldı. Birkaç yüz dolar daha harcamayı göze alanlar onları bulmuşlar, etkileşmişler ve anlamlı, mutlu, sevgi dolu, ahenkli bir hayatın sırrına ermişlerdir eminim. İlâhî mevzular ile aramın ziyadesiyle limonî olmasından dolayı ben bu işte yaya kaldım.
Mistik inançlarla ruh sağlığı arasındaki zararlı ilişkiye defalarca tanık olduğumdan olsa gerek, ilkel-büyüsel inanç sistemiyle yoğurulmuş o yoğun, ağdalı ve akıl bulandırıcı içerik bende alerji yapar. Mistik bulanıklık hali konusunda benim düşüncem aynen İngiliz Ruhiyat alîmi Dr. Ronald D. Laing'in söyledikleri gibidir:
"Mistifikasyon, her hangi bir durumun veya konunun bir mantık çerçesinde çarpıtılarak yorumlanması ve gerçeğin bulanıklaştırılmasıyla ortaya çıkan bir kafa karışıklığı, zihin bulanıklığı halidir."
Bu mistifikasyonun adına ister Din, ister "kutsal aile", ister Milliyetçilik, ister Devlet-i Alî, ister peygamber ocağı ordu veya (buraya dikkat) devlet sahipliği iddiasında olan çatık kaşlıların "pseudo ideolojisi" Kemalizm deyin. Hepsinde görülen ortak özellik "gerçek" durumun bilerek çarpıtılması, bazı olmazsa olmaz (kutsal) değerler atfederek bulanıklaştırılması ve böylece sorgulanabilir olmaktan çıkarılmasıdır.
Böyle çamur kıvamındaki bulanıklık içinde gerçeği aramak gibi beyhude bir işle zaman heba etmektense pösteki saymayı tercih ederim. Hiç değilse ne yaptığını bilir insan.
Şuradan sapıp tekrar Guru mevzuuna dönüş yapayım.
Arkadaşın söylediğine göre başka gurular daha başka enerjilerden bahsediyorlarmış. Bu kadar enerji bolluğundan Hintliler neden kendileri sebeplenmiyorlar da, sürekli "Beyaz Adam" ı nasiplendirmeye çalışıyorlar, bir türlü aklım almıyor. Yoksa, "ruhumuzun selâmete erişmesi" konusu sadece Batı Dünyası için -ve onun ihtiyacına uygun olarak- üretilmiş bir çeşit ihraç ürünü falan mıdır, nedir?
Hintli arkadaşla düşündük, "Guru" luğun çok kârlı bir meslek olduğu sonucuna vardık. Kazancı bir tarafa, insanın etrafında oluşan "mürşid halesi"nin getirdiği o mistik erişilmezlik hali, zaten yeter de artar bile. Bir de iyi bir pazarlamacı buldun mu, gelsin müşteriler, pardon müridler (ve paracıklar), parlasın hale jale lale ve üstüne az om mani pade-me hum.
Arkadaşa, benim Klinik Ruhiyât bilgilerimin içine biraz "Yaşam Guru" larının tüketim kültürü tüyolarından (Dr. Mehmet Öz bu iş için gayet uygun) ve baharat niyetine bolca Hint felsefesi boca ederek bambaşka bir ekol yaratabiliriz ve çok iyi iş yapabiliriz diye bir öneride bulundum. "Fikir iyi de, sende mistik mesajları kitleye inandırıcı bir dille anlatacak yetenek yok" dedi. Elhâk, doğru.
Bu konudaki yeteneğine hayran olduğum Yaşar Nuri Öztürk Hoca'nın rahle-i tedrisinden geçmeye ihtiyacım var. Meselâ, birisi bana "sevişme esnasında ezan okunmaya başlarsa ne yapmak lâzım?" diye bir soru sorsaydı, ya nutkum tutulur kem küm ederdim ya da aklıma "geri çekil veya devam et" seçeneklerinden başka bir cevap gelmezdi. Bu soru Yaşar Nuri Hoca'ya sorulduğunda, önce "insanın aklına gelen her soruyu sorması mı lâzım?" diye hafiften payladıktan sonra, bazı ayet ve hadislerden bahsedip sözü o işin de bir nevi ibadet olduğuna getirmişti.
Özellikle mistik inanç alemini Fizik aleminden verilerle ilişkilendirip açıklamaya çalışmasını (Stephen Hawking'in Dabbe'tül Arz olduğunu müjdelemesi gibi) çok başarılı ve takdire şayan buluyorum. Upuzun bir Orta Çağ boyunca Kilise de aynı şeyi denemişti, ama çuvalladı. Onlar Hoca kadar yetenekli olmadıkları için ortaya çıkan sonuç tamamıyla onların basiretsizliğinin eseri. (Aynı basiretsizlik günümüzde "Akıllı Tasarım" mavalıyla uğraşan Evangelist Kilisesi ve İslâm Dünya'sındaki biraderleri için de geçerli.)
Bunları feyz almak için seçtiğim Hoca'nın yeteneğine bir kanıt olsun diye ve ne kadar doğru bir seçim yaptığımı göstermek için yazdım. Bence Hoca Hint Gurularından daha yetenekli. Fakat, halen Hoca'yı boşlayıp Guru yolu gözlediklerine göre, korkarım asortik ahali bunun yeterince farkında değil.
Risalenin başlarında gittiğimiz salonun "Beyaz Adam" larla dolu olduğunu yazmıştım ya. Beni düşündüren konu son yıllarda özellikle avrupalıların Hint Felsefesine neden bu kadar sardırdıkları ve hissettikleri muhabbetin nereden icab ettiği…
Sadece ilginç bir şeyler duymak niyetiyle olmadığı kesin. Zira, normalde en doğru ve üstün olduğuna iman ettikleri kendi değerlerine-kültürlerine yabancı ve biraz da çomak sokan "ilginç" şeyler duymaktan hiç hoşlanmazlar.
Peki o zaman dertleri ne ki, akın akın Hindistan ve Nepal yollarına düşüyorlar veya "Hindistan'a kadar gitmenize gerek yok, hizmeti ayağınıza getirdik" diyen seyyah gurulara mürid yazılmaya gidiyorlar? Bence soru bu.
Bu sorunun cevabını bulurum ümidiyle, Neo Liberal vaizlerin bu mevzuda ne kelâm ettiklerine baktım. Cevap yakalayabilirim diye umduğum tek ipucu Kapitalizm geliştikçe özellikle "Hizmet Sektörü" içinde yeni iş alanlarının ortaya çıkacağını söylemeleri oldu. Fakat, ettikleri onca lafın içinden son yıllarda ortaya çıkan bu "Yaşam Koçluğu" ve "Hint Guruluğu" gibi iş alanlarının nereden icap ettiği sorusunun cevabı çıkmıyor. Göründüğü kadarıyla vaz'ettiklerinde bir kuramsal eksiklik var. O eksikliği gidermek emeliyle bu zevatın söylediklerine bir eklemede bulunayım bari. Bir Solcu'dan Neo Liberallere bir kıyak olsun.
Kapitalizm geliştikçe bazı yeni iş alanı boşlukları oluştuğu kesin. Bunu görmek için Neo Liberal veya alim olmaya gerek yok. Fakat, bunlar sadece piyasada yeni iş alanları açan boşluklar değil, gördüğüm kadarıyla insanların kendilerini anlamlı, değerli bulma gibi duygularında da boşluklar oluşuyor. Yeni türeyen bu meslek erbabı da bu insanların harcadıkları parayla, satın aldıklarıyla, tükettikleriyle dolduramadıkları böyle boşlukları doldurma umudu vaad eden yeni açıkgöz yatırımcılar gibime geliyor. Bunların fayda etmediği, bazen sapıttırdığı yerde ise tamir ve bakım işleri Ruhiyatçılara düşüyor.
Neo Liberal Vaizleri okumakla boşuna zaman harcamışım aslında. Doğru cevabı Üstat Ronald D. Laing'in bir risalesinde sözettiklerini hatırlayınca buldum:
"Batı toplumu, başkalarına, dünyaya bir şeyler katmayı gerektiren 'anlam' duygusundan yoksundur. Batılı birey ne yaparsa kendisi için yapar, ne isterse kendisi için ister. (…) Mal-mülk tutkusu, yaşamın amacını/anlamını sahip olduklarıyla değerlendiren ve onları bırakıp gitmekten korkan 'yabancılaşmış'insanın umutsuzca Dünya'ya çapa atma girişimidir."
Valla üstad sıkı lâf etmiş. Kapitalizmin değerlerine, kültürüne iman edenlere bu kadar cepheden taaruz eden bir yazı daha okumadım bu güne kadar.
Dünya malı ile bu kadar haşır neşir olmanın içinde galiba bir ara akıllarına "dünya malının sonu yok. Peki bu kadar dünya hali neden yaşamıma bir dolu dolu yaşanmışlık hissi, anlam ve iç huzuru getirmiyor?" sorusu geliyor olsa gerek ki, soluğu Hindistan yollarında veya Guru huzurunda alanların sayısı hiç de az değil. Tüketim kültürünün kaybettirdiklerini, Asya yollarında bulmaya çalışıyorlar gibime geliyor.
Ellerini çabuk tutsunlar. Yoksa, biraz daha gecikirlerse korkarım oralarda sadece Asya havası almış olacaklar. İkide bir Hindistan ve Çin hakkında çıkan ekonomik büyüme/gelişme haberlerine bakılırsa, oraların da sonu yakın. Kapitalizmin geliştiği yerde tüketim kültürünün diğer değerleri boğduğunu görmeyenler, uyansalar iyi olur. Zira, horozlar ötmeye başladı.
Geçen sefer memlekete geldiğimde, National Geographic kanalında, bazı firmalarda üst düzey yöneticilikler yaptıktan sonra her şeyi bırakıp Nepal'de bir Budist tapınağına sığınan bir "Beyaz Adam" ile yapılan bir röportaj izlemiştim. Bu zat "Batı toplumu mutluluğu hedonizm (hazcılık) ile karıştırıyor. Oysa mutluluk insanın içsel özgürlüğünü yakalamasıdır" demişti.
Biliyorum, epey kallavi ve ağır bir söz. İnsan bunu kavgada bile söylemez, ama benim görebildiğim gerçek bu.
Sevgili Kâmuran Kızlak'a teşekkürler. Bilgilendirici bir yazı.
Benim aklıma da hep şu takılır. Bu mistik amcalar dünya nimetlerini tu kaka ilan edip dururlar da, bildiklerini varsaydıkları şeyleri paylaşmak için niye dolarcık talep etmekten geri durmazlar. Para Guru'yu bozmaz mı?
Ha, çok insanî ve paylaşımcıysanız açın dağarcığınızı, paylaşın insanlarla. Size gerekli olan asgarî yaşam parası elbet bir yerden gelir. Gelmezse de ne yapacaksınız Guru olmak kolay değil. Yok bana öyle üç otuz kuruş yetmez diyorsanız Playboy musunuz, Guru musunuz karar verin.
Lokantada yediği yemek için 1,5 lira bahşiş bırakmaktan kaçan, otomobilini ya da evinin bir köşesini tamir eden ustanın istediği parayı çok bulan adamların sizlere dökecek parası var diye iştahlanıyorsunuz anladık. Ama çevirdiğiniz dolapları anlayan da var şükür. Haberiniz olsun. Sonra bir yerde bir Derkenar okuru tarafından madara edilirseniz üzülmeyin.
Benden söylemesi.
Erdem Abaka - 4 Nisan 2010 (08:32)
"Hayatın gustosu" çok yersiz ve gereksiz bir belirti olmuş. Türkçe'de bal gibi, süzme gibi karşılıkları varken neden böyle ifadeler seçilir ki?
Selman - 5 Nisan 2010 (10:28)
Bu tip new age peygamberlere -hem de para bayılarak ve bayıla bayıla- mürit olanların temel sebeplerinin yazıda gayet güzel açıklandığı görüşündeyim: Kapitalist toplumun değersizleştirme ve ruhsuzlaştırma sürecinde tutunacak "manevî" bir şeylerin arayışında olmak.
"İyi de, ellerinin altındaki mevcut değerler, örneğin Musevî, İsevî, Muhammedî dinler nelerine yetmiyor" diyeceğinizi tahmin ediyorum.
Ayol, çok hoşsunuz şekerim, nerede görülmüş tatilini Fransa'da ya da Maldivler'de geçiren insanların kapıcısının/temizlikçisinin tanrısına biat ettiği? Onlara daha janjanlı bir din lâzım. Eh, o da tabii ki ancak yeşil dolarları acımadan bayılabilen insanların girebildiği "hususi" ortamlarda bulunabilecek bir şey olabilir.
Bu yerlerin Fatih Çarşamba'da (ve bedava) olanına "nifak yuvası", Park Orman'da, Etiler'de, Bağdat Caddesinde (ve anasının nikâhına) olanına da Ashram (bildiğin Hindu tekkesi) denir.
Bu alan sahiden de erbabını zengin etmeye çok müsait -ve münhal- bir alandır. İsterdim ben de baba tarafından Hintli biri olarak böyle havadan kazanılmış bir servetin üzerinde oturuyor olmayı; fakat, ölçtürdüm, yüzsüzlük katsayım yetmiyormuş.
O nedenle, bu seçkin dostlarıma şöyle bir selâm sarkıtıp geçmekle yetineyim:
Hare Krişna kardeşlerim. Çakralarınız her daim açık Kundalini enerjiniz 3 bin volt olsun. Sizler galaksinin seçilmiş insanlarısınız.
Niye?
Çünkü sokağa atılacak paranız var.
Krişna Yumurti - 5 Nisan 2010 (13:42)
Hani bir Laz fıkrası vardır. İki Laz hamsi yiyecekler, fakat ancak bir kişiyi doyuracak kadar balık var. Açıkgöz olan diğerine bir teklif yapmış: "Sana bir iyilik yapacağım, bu balıkların etini ben yiyeceğim, kılçıklarını ise sana vereceğim, sen yiyeceksin. Çünkü hamsi kılçığı tek başına yenince inanılmaz derecede zekâ arttırır" demiş. Sonra altından girmiş, üstünden çıkmış karşısındaki avanağı ikna etmiş.
Tabakta kalan son balıkları yerken kılçıkları yiyen isyan edecek olmuş: "Ula sen beni kandırdın, bu kılçıkların zekâ arttırdığı falan yok" demiş. "Yanılıyorsun" demiş diğeri, "bak zekân gelişmeye başladı bile" .
Acaba diyorum, beyaz Batılılar aydınlanma uğruna tüm servetini harcadıktan sonra fıkradaki adama benzer bir aydınlanma yaşıyorlar mıdır? Yaşıyorlarsa paralarının hepsi boşa gitmiyor demektir herhalde.
Seyit Balkuv - 9 Nisan 2010 (12:41)
Kâmuran Kızlak neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.