Patronsuz Medya

Kaplan Yılı'nda Çin

Kâmuran Kızlak - 26 Şubat 2010  


Bundan sonraki yıllarımı Çin yılı takvimine göre yaşamaya karar verdim. Buradan ilgililere beni Gregoryen takvimi kullanan ve hayatını ona göre düzenleyenlerin mevcudundan düşün diye sesleniyorum.

Birkaç gündür Shenzen'deydim, bu akşam üzeri döndüm. Hong Kong'a trenle 50 dakikalık bir mesafe. Burada daraldıkça oraya gidiyorum nefeslenmeye.

Orada bir kaç dost edindim bunca zaman içinde. Çin'de insanlar daha sıcak ve yüzlerinde gülümseme görebiliyorsun. Yani pek buradakiler (Hong Kong'dakiler) gibi asık suratlı değiller. Orada caddeler geniş, binalar buradaki gibi delicesine yüksek değil ve adamı bu kadar boğmuyor. Hem de Hong Kong ile karşılaştırıldığında çok ucuz.

Kaldığım otelin önünden geçen caddenin karşısında Uygur lokantaları bile var. Yemeklerin tadı büyük ölçüde Çin yemekleri gibi olsa bile, yine de bizimkilere az çok benzeyen bazlama, gözleme falan gibi bazı yiyecekler de var. Hem "karındaş" larla az buçuk Türkçe anlaşabiliyoruz bile. Yemeklerin içine ne olduğunu bilmediğim o bir iki musibet Çin baharatını dayanmasalar, yemeklerini bile yiyebileceğim.

Anlaşılacağı üzere, Çin yemekleriyle pek aram yok. Çoğu ağız tadıma uygun değil. Gene de barbeküleri (mangal) şahane. Ayrıca, hayatımda yediğim en güzel balığı Shenzen'de yedim. Hani böyle kraker gibi çıtır çıtırdı.

Beni ne zaman görse "my brother, my brother" diye boynuma atlayan kız arkadaş "Çin Yeni Yılı" kutlamasına davet etti. Bu güzel kız beş ay kadar önce evlendi. Evlilik töreni/partisine bu hakiri de davet etmişti. O kadar insanın içinde tek beyaz adam ve dolayısıyla Çince bilmeyen tek kişi bendim. Yanıma mihmandar olarak bir kız arkadaşını verdi. Yanarım yanarım da böyle bir mihmandarın hizmetinden bir ömür yararlanamadığım için yanarım. Rabb-ül alemin bu Uzak Doğulu hatunların güzellerini ne diye böyle ay parçası gibi halk eder be yav?

"Lunar New Year" dedikleri bu yeni yıl tatili halen devam ediyor. Ay takvimine göre hesaplandığı için "Ay Yeni Yılı" diyorlar. Bu yıl Çin takvimine göre 4707. yıla girdik ve Kaplan Yılı oluyor. Göründüğü kadarıyla dünyanın yaşı da epey kemale ermiş hani. Dünya'yı bu kadar yaşlı gösteren başka bir takvim daha var mı bilmiyorum. İnkaların takvimi falan var mıdır ve bu konuda bir şey söylüyor mu acaba?

Bu seferki "Yeni Yıl"ın ilk günü 14 Şubat'a rastladı. "Valentine Day" meftunları için bir sevindirici haber de bu. Buradan herkese "Kung Hei Fat Choi!" veya güzel İngilizcemizdeki karşılığıyla "Happy Chinese New Year!" diyorum.

Adının yeni yıl olduğuna bakmayın, aslında bir çeşit festival ve kutsal sayılıyor. Mümkünse tüm aile bireyleri aile büyükleri ve yaşlıların yanında bir araya geliyor. Aslında, bizim dini bayramlarımız gibi bir şey. "İlkbahar festivali" falan diyenler de oluyor. Evliler ve eli iş tutup para kazananlar bekârlara, patronlar çalışanlarına güzel kırmızı zarflar içinde paralar veriyorlar.

İş hayatı içinde olduğum için midir nedir bilmem, benim için dillendirdikleri bütün yeni yıl dilekleri hep bol kazançla başlıyor. Aile, sağlık, çoluk çocuk falanla ilgili dilekler arkadan geliyor. "Bu adam iş için burada. Dolayısıyla ihtiyacı olan ilk şey para" falan diye mi düşünüyorlar acaba.

Aslında bu festival hakkında bildiklerim pek fazla değil. Çinli dostlarımla bu konuyu biraz konuşup irfanımı artırayım. Çin'e geçtiğimde kızlarla şu konuda derin bir mülâkat yapayım bari. Onların kültürüne ilişkin bir şeylere ilgi gösterdiğini, onu ilginç bulduğunu veya hoşuna gittiğini gördüklerinde çok seviniyorlar. Fakat bir batılı "Beyaz Adam" soğukluğu veya tepeden bakışı seziyorlarsa, pek şansın yok. Bu insanlar kalpleriyle iletişim kuruyorlar, beyinleriyle değil. Evropalı beyaz adamlar bunu anlayamıyor. Sende kalpten konuşan insanın sıcaklığını buluyorlarsa, çok iyi dostluklar kurabiliyorsun.

Yeni yıl kutlamalarında iki-üç gün çok güzel festivaller yapılıyor. Her taraf rengârenk giysiler içinde geleneksel danslarını eden, kısa temsiller yapan bir sürü insan, ejderha flamaları ve maketleriyle dolu. Bütün Uzakdoğu Yılan/Kertenkele kılıklı bu mitolojik hayvanda bir keramet bulduğuna göre, geleneklerinde ve masallarında önemli bir yeri olmalı.

Aklıma gelmişken biraz araştırayım bakalım neymiş bu hayvanın kerameti. Temsillerinde gördüğüm kadarıyla pek öyle evcil ve sevimli bir hayvana benzemiyor. Daha çok saldırıp adamı parçalayacakmış gibi bir hali var. Karşına çıksa korkudan adamı kalpten götürür.

Buraya ilk geldiğim yıl yapılan festivalde gözlerim Avrupa ülkeleri ve memleketteki gibi bazı bedavadan ikramlar aradı etrafta. "Yav Hong Kong'da kaç tane yerel bira üreticisi var. Ne var yani şurada sevabına birkaç bin şişe bira dağıtsalar da sebeplensek" falan diye geçmişti aklımdan. Avrupa'da, özellikle Almanya'da, fuarlarda bile bir sürü bedavadan bira dağıtılır. Sonradan dank etti ki burası Hong Kong, burada adama bedavadan selâm bile ikram etmezler.

Bu yeni yıl tatili Çin'de üç-dört hafta kadar sürüyor (firmalara bağlı olarak). Şubat'ın ilk haftasında başlayıp Mart başına kadar devam ediyor. Buraya ilk geldiğim zamanlar "vay anasını, bu kadar uzun tatil mi olur be" diye düşünmüştüm. Sonraları insanların buradaki çalışma süreleri ve koşullarını gördükçe, bu kadar uzun tatilin sebebini anladım. Yıl içinde işçilerin sahip olduğu tek tatil sadece bu diyebilirim. Neredeyse tamamı -uluslararası çok büyük firmalarda çalışanlar hariç- gerekiyorsa haftanın yedi günü ve günde 12-15 saat çalışıyor. Aldıkları aylık en fazla 150-200 Dolar.

Bu insanların neredeyse tamamı Çin'in iç bölgelerinden, yani yoksul köylerinden gelen insanlar. Firmalar o bölgelere gidip işçi topluyorlar ve her birine 4-5 yıllık sözleşmeler imzalatıyorlar. Tabi sözleşme şartları bir nevi "köle olmayı kabul ediyorum" kabilinden maddeler içeriyor. İşçilere hayvan barınağını andıran yatacak yerler ve üç öğün yiyecek sağlıyorlar.

Bazıları karı koca birlikte geliyorlarmış. Çocukları varsa bile geride kalan yaşlıların elinde büyüyor. Kazandıkları paraları nerdeyse kendileri için hiç harcama yapmadan doğrudan geride bıraktıklarına ailelerine gönderiyorlar. Bu tatilin bu kadar uzun olmasının sebebi de insanlara köylerine gidip yılda bir kez aileleri, çoluk çocuğu ile zaman geçirebilme fırsatı vermek. Şu lûtfun büyüklüğüne bakıp devlete ve Çin Komünist Partisine minnet duymamak olur mu hiç.

Tatilin hemen öncesi veya başladığı ilk günlerde tren istasyonu ve otobüs terminallerinde iğne atsan yere düşmez. Sırtlarında yükleri, ellerinde çantaları, bavullarıyla memleketlerine bilet arayan, otobüs veya tren bekleyen binlerce insan. Bilet bulamayanların yüzündeki o çaresizlik hiç bir tercümeye gerek bırakmayacak kadar açık. Velâkin, bir sefalet görüntüsü ki sorma gitsin.

Ben neredeyse dünyanın dört bir tarafında cirit attım ama yoksulluğun ve ezilmişliğin insanın yüzüne bu kadar işlediği bir coğrafya daha görmedim. İnsanların yüzündeki o ifadeyi gördüğümde, elimden bir şey gelmemesine, çaresizliğime kahrediyorum. Adamı insanlığından utandırıyor. Çin Komünist Partisiymiş, Sosyalizmmiş… Ben burada bu kavramların ruhuna uygun bir şey görmedim. Yani, "bu nasıl bir Sosyalizm" mevzuuna hiç girmek istemiyorum çünkü ortada öyle bir şey yok.

Bu kavramları kirleten, "kedi fare tutsun yeter, rengi önemli değil" diyen bu Mussolini kopyası zorbalar televizyonlardan Çin'in nasıl da geliştiği ve dünyada ne kadar önemli bir devlet olduğu üzerine nutuklar atıp duruyor kendi halkına. Biliyorlar ki bu yoksul ve kanaatkâr halktan kimse çıkıp ta "peki bu anlattıklarınızdan bizim payımıza neden hep yoksulluk ve sefalet düşüyor" diye soramaz.

Dünyada gördüğüm en vahşi, en zorba, en alçak Kapitalizm ve dolayısıyla sömürü burada. Kamboçya, Laos ve Vietnam gibi daha aşağıda kalan ülkeleri görmedim fakat görenlerin anlattıkları buradan farklı değil-belki de daha beteri. Burada bu alçaklığa itiraz edebilmenin, baş kaldırabilmenin yolu da kapalı. Kapitalist gelişme, sermaye birikimi işte böyle bir şey. Bunlar erbabının bilmediği şeyler değil zaten.

Şimdi kalkıp Kapitalist gelişme ve sermaye birikiminin herkesi ezdiğini söylemek Kapitalizme külliyen iftira olur. Her yıl bir sürü üst düzey bürokrat bir yolunu bulup Çin'den Amerika ve Avrupa'ya (özellikle Almanya ve İngiltere) tüyüyor. Tabi aldıkları rüşvetlerden istifledikleri milyon dolarlar mertebesindeki paralar o memleketlere onlardan önce ulaşıyor ve onların o medenî ülkelere kabul edilmelerinin garantisi oluyor. Görüldüğü üzere bu süreç pek öyle herkesi ezmiyor.

Neo Liberal papağanlara göre, gelişme arttıkça bu gelişmeden sebeplenenlerin sayısı da artarmış. Kesinlikle doğru bir tespit. Ben bunun doğruluğunu her yıl Çin'den tüyen üst düzey bürokrat sayısındaki artıştan biliyorum. Başka kanıta niye ihtiyacım olsun ki?

Şimdi durup dururken aklıma Ticaret odaları, Dış Ticaret Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı falan gibi Çin devlet kurumlarının davetiyle memleketten buralara gelen gazeteci taifesi geldi. Çin'deki yetkililerin gösterdiği fabrikaları gezen, üniversite ve başka devlet kurumlarını ziyaret eden ve oralardaki "sahibinin sesi" nden propaganda içerikli bilgileri/verileri alan, verilen seminerleri dinleyen bu gazeteci makulesi "Çin mucizesi" falan gibi lâflarla öyle şeyler yazıyorlar ki, insanın ağzını bozası geliyor.

Çin'in propagandasını yapmak karşılığında bedavadan en lüks yerlerde yiyip, içip ağırlanıyorlar bu ahlâk timsali zevat. Benim kaç senede anlayamadığım bir sürü sırrı adamlar üç-beş günde çözüveriyorlar. Bu adamlarla karşılaşma fırsatım olsa, "o yazdıklarınızdan dolayı utanmıyor musunuz?" diye sorardım. Hele Çin'i halen kendilerine kıble kabul eden o Kerinçek tayfasına söyleyecek ve hislerime tercüman olan uygun bir kelime bulamıyorum.

Mevzu buraya gelince galiba biraz sinirlenmeye başladım. Şu Holiday Inn otelinin barındaki "happy hours" u kaçırmayayım. İki duble Cin atayım, belki sakinleşirim.

Yorumlar

İbrani takviminin 5000'li yıllarda olduğunu hatırlıyordum. Wikipedia hazretleri 5770 dedi. Çin'in gelişmesine gelirsek, İngiltere'nin kraliçe Victoria dönemine hoşgeldiniz. Çin ve onun gibi ülkeler dünyayı 150 yıl geriden izliyor. 2150 yılına kalmadan o sefalet biter. Bize düşen propagandaya kanmamak.

Tuncer Baykas - 2 Mart 2010 (04:58)

20 yıla yakın hayatını Çin ve bütün dünya ülkelerini gezen ve yaşıyan biri olarak ne yazık ki sizlere (Tuncer Bey dahil) katılmıyorum…

Çin'deki gelişimi bunun sancılarını ve o insanların yaşam felsefesini anlamanız dahası kabul etmeniz "sıradan bir Batılı" olduğunuzdan elbetteki beklenemez… Zira derler ya "çekemiyen var" .

Bu arada eğer Çin 150 yıl geri ise Türkiye taş devrinde olmalı!:)

Tayyar Özkan - 3 Mart 2010 (13:49)

İlerleme, gelişme gibi sözcüklerin büyüsü ve baskınlığı hakkında düşünmeye değer. Bir de dünya ve yeryüzü lâfları var ki, her zaman batıyı işaret ediyor. Dünya neden oradan ibaret ve ibaret olsa da neden oraya itibar ediliyor? Hem de kirli bir dezenformasyonun aracısı olunarak.

Candan Dinç - 4 Mart 2010 (03:07)

Sıradan bir batılı olarak, Çinlilerin yaşam felsefesini hayatım boyunca anlama şansım olmayabilir ama bir ülkenin kendi vatandaşlarının emeğini sömürerek kalkınmasını çok iyi anlıyorum. Beraber çalıştığım Çinli arkadaşlarım da anlatıyor. Yine de Tayyar Bey Çin'de işçi haklarının neden Victoria dönemi İngilteresi'nden daha iyi olduğunu açıklarsa sevinirim. O dönemin sonunda, işçiler oy verme hakkına kavuşmuş ve İşçi Partisi kurulmuştu. Linkteki habere göre (In Chinese factories, lost fingers and low pay), Kâmuran beyin ziyaret ettiği bölgede yılda iş kazalarında 40. 000 parmak kırılıyormuş.

Tuncer Baykas - 4 Mart 2010 (07:45)

Başka ülkeleri turist olarak gezen insanlar, çoğunlukla o ülkelerin binalarını, otobanlarını, hava meydanlarını, eh biraz da müzelerini, genelevlerini falan görürler. Bu da o ülkeyi tanımak değildir. Reçel kavanozunu dışından yalayıp "balın tadına baktım" demek gibi bir şey.

Kaldı ki gördüğünü anlamakta ve yorumlamakta yetersiz bir algı yapısıyla istersen dünyanın yörüngesinde tur at, ne olacak ki; görüp göreceğin büyük mavi bir yuvarlak. Oradan bakınca -meselâ- üretim ilişkilerini görebilecek misin? Ne diye böbürleniyorsun?

Dolayısıyla, ben yukarıdaki kısa tartışmadan şu erken çıkarımı yaptım:

Hani çocukluğumuzdan kalan klişe bir münazara sorusu vardı ya "çok gezen mi bilir çok okuyan mı" diye, (galiba "çok gezen" cevabı daha baskın çıkıyordu), öyle görünüyor ki, çok gezen de çok okuyan da kafasındaki ezberlere fazla güvendikçe, gezerken de ezberini gezdiriyor, okurken de ezberini tazeleyecek tanıdık lezzetler arayıp onları okuyor.

O zaman da ABD'yi uçsuz bucaksız bir Manhattan, Brezilya'yı milyonlarca tangalı kızın "erkek erkek" diye inlediği devasa bir kerhane, Hindistan'ı bir milyar Hint fakirinin sokakta yatıp meditasyon yaptığı bir meczuplar tekkesi, Türkiye'yi her bir ferdinin hem "dünyaya bedel" hem de "adam olmaz" insanlar olduğu bir "stone age" ülkesi zannetmek mümkün olabiliyor.

Selim Atak - 4 Mart 2010 (11:41)

Tayyar Özkan'ın yazdıklarına cevap verip vermemek konusunda kararsızdım. Sayın Tuncer Baykas yazdıklarını okuyunca iki satır da ben yazayım bari dedim.

Tayyar Bey de yazıda sözettiğim o gazeteciler gibi Çin devletinin sponsorluğuyla buraları ziyaret etmiş gibi görünüyor. Aslında, kendisinin yazıyı doğru düzgün okuduğundan, okuduysa bile anladığından emin değilim.

Benim yazdıklarından tek anladığım "bakın, ben de 20 senedir dünyayı gezip duruyorum. Yani, sadece siz gezmiyorsunuz" gibi bir şey. İyi ediyorsunuz. Daha çok gezin, daha çok görün ve gördüklerinizle bizleri de irşâd edin. Fakat sizin adınıza üzüldüğüm bir nokta var ki, o da şu: "Sizi gezip gördüklerimle döverim" ezikliğinden/kompleksinden nasıl kurtulursunuz onu bilemem.

Çinde kaç saat veya gün kaldınız bilmem ama ben 7 yıldır buraları mekân tuttum sayılır. Gezip gördüğüm fabrika sayısı belki de 200'den fazla olmuştur. Yani yazdıklarım buralarda üç beş gün/hafta gezip -o da şehirlerin mutena bölgelerinde- sonra Çin hakkında adama "lâ havle" çektiren yazılar döşenenlerinkiler gibi "üfürük" ten değil.

Şu benim pek muhabbet hissi beslemediğim "batılılk" mevzuuna gelince, elhâk haklısınız. Biz "sıradan" batı kültürünün yontup biçimlendirdiği "sıradan" arrogant'larız. Pek öyle farklı kültürleri anlayabilecek birikim, incelik, ilgi ve meraktan yoksun takozlarız. Zira doğrular zaten bizim kafamızda. Ha sıradan batılı, ha takoz; öyle değil mi?

Belki 20 yıl dünyanın çeşitli bölgerini gezip, oralarda yaşadıktan sonra biz de yontuluruz. Tabi ki o kapasitemiz ve içgörü yeteneğimiz varsa…

Kâmuran Kızlak - 4 Mart 2010 (12:09)

15 sene bir Çinli ile evli kalıp ve çocuk sahibi olarak, köy ve şehirlerini sizin tahmin edebileceğinizin üzerinde yaşadım… (Buna oradaki sanat ve hocalık çalışmalarım dahil.) Yani birkaç saat ya da gün devlet sponsorluğu ya da turist turlarıyla gezmedim, biline!:)

O koca devi, gelişimini ve sorunlarını anlamak kolay değil… Aman ha!

Ayrıca yarı Çinli sayılırım ki memleketime de lâf ettirmem!:)

Sevgiyle kalın "Batılı" dostlar.

Tayyar Özkan - 6 Mart 2010 (23:31)

Günümüzün popüler düşünürlerinden Slavoj Zizek'in şu tespitini okuyunca, yukarıdaki yazının tartışma yaratan eleştirilerini hatırladım:

"Ya Çin kapitalizmi daha kârlıysa?

Günümüz Çin'inin bu kadar çapraşık olmasının sebebi de bu: Kapitalizm daima demokrasiyle kopmaz bir bağ içinde görüldü ve Halk Cumhuriyeti'nde kapitalizmin patlamasıyla karşı karşıya kalan birçok yorumcu hâlâ siyasi demokrasinin kendisini gerçekleştirmesinin kaçınılmaz olduğunu sanıyor.

Peki ya bu otoriter kapitalizm türünün bizim liberal kapitalizmimizden daha etkili, daha kârlı olduğu kanıtlanırsa? Demokrasinin artık kalkınmanın zarurî ve doğal bileşeni olmadığı, tam tersine, ayak bağı olduğu görülürse?

Eğer durum buysa, o zaman komünizm sonrası ülkelerde kapitalizme yönelik düş kırıklığını, gerçekçi bir kapitalizm imajına sahip olmayan halkın 'olgunlaşmamış' beklentilerinin basit bir işareti sayıp görmezden gelmemek gerekiyordur belki de."

Berlin Duvarı'nın yıkılışı ve Kapitalist sistemin kısa bir süre için bile olsa "rakipsiz" gibi görülmesiyle coşan ve de Demokrasi ile Kapitalizm'i aynı şey zanneden ezberci Liberaller için ciddi bir ders içeriyor yukarıdaki cümleler.

Okumak isteyenler için yazının tamamı şurada: Gerçek sosyalizme bir şans daha

Durmuş Düşünür - 28 Mart 2010 (23:30)

diYorum

 

Kâmuran Kızlak neler yazdı?

95
Derkenar'da     Google'da   ARA