Patronsuz Medya

Benim babam bir sperm

Kâmuran Kızlak - 14 Şubat 2010  


Dergiler, televizyonlar meraklısına çok özel, çok farklı, çok bilmem ne çocuklar yetiştirmenin formüllerini verip duruyor sevabına. Buna rağmen, nedendir bilmem sonuç büyük ölçüde hüsran sayılır: Davranışları, değerleri neredeyse birbirinin kopyası tosuncuklar yetişip duruyor.

Niyetim "özel" çocukların nasıl yetiştirileceği üzerine seminer vermek falan değil. Ben aklımı meşgul edip duran bir merakın izini sürüyorum: Yani, insanların bir nevi "özel imalât" bir çocuğa sahip olmayı, özellikle zekâyı, ne diye adeta saplantı haline getirdikleri…

Klinik Psikoloji uzmanlık eğitimime devam ettiğim yıllarda bir gün Çocuk Psikiyatrisine ilkokul 2. Sınıf öğrencisi bir çocuk gelmişti. Okuldaki sınıf öğretmeni ve Rehberlik Servisindeki Psikolog çocukta "öğrenme güçlüğü" ve "uyum sorunları" gördükleri için Çocuk Psikiyatrisine yönlendirmişler.

Çocukların anne-baba tarafından duygusal "yatırım aracı/nesnesi" olarak görülmeleri veya dönüştürülmeleri üzerine düşünmeme vesile olan işte bu vakadır.

Belli ki üzerine çok düşülmüş bir çocuktu. Karşılaşması muhtemel hemen her konudaki malûmat basmakalıp ezberletilmiş gibi bir havası vardı. Bana tuhaf gelen de bu sözde bilgileri ezberletmek için çocukla neden bu kadar çok uğraştıkları olmuştu zaten. Marifet, bilgiyi nasıl edinebileceğini ve nasıl kullanacağını bilmek, yani akıl yürütme ve soyutlama becerisi. Eğer bu beceriler yoksa onca ezber hard diskte boşu boşuna yer işgal etmekten başka ne işe yarar ki. Aklımdan "bu nasıl bir hırstır ki çocuğu içi boş lâf ebesine çevirmişler" sözlerinin geçtiğini hatırlıyorum.

Çocuk birçok insana muhtemelen "bu yaşta bu akıllar-fikirler, maşallah maşallah!" dedirtirmiş ve ailesinin gurur vesilesi bile olmuştur. Söylediği kocaman kocaman fakat sorulan soru veya konuşulan konu ile pek alâkası olmayan ezberletilmiş bu basmakalıp lâflarda keramet arayanlar bile çıkmıştır herhalde.

Testler ve klinik görüşmeler esnasında iki kelimeyle cevap verilebilecek bir soru için bir çuval lâf ediyor, konunun çevresinde dolaşan bir sürü şey söylüyordu; fakat bir türlü sadede gelemiyor ve soruya vermesi gereken o basit cevap çıkmıyordu ağzından. Bu yaştaki bir çocuğun çokbilmişlik havası ne kadar ukalâlık olabilirse, bu çocuğunki ondan 10 kat fazla ukalâlıktı ve onu epeyce sevimsiz yapıyordu, hatta sinir bozucuydu diyebilirim.

Yapılan testlerde çocuk "donuk zekâlı" çıktı. İşte o zaman aklımda dolaşıp duran "gereksiz şeyler için çocukla neden bu kadar çok ilgilediklerine" dair sorunun cevabını bulur gibi olmuştum. Bir zaman sonra anne de bütün hikâyeyi anlattı zaten.

Bir vesileyle ta anaokulundan başlayarak çocuğa defalarca "zekâ testleri" yaptırmışlar fakat bir türlü "çok zeki" olduğuna dair sonucu elde edememişlerdi. Velhasıl, büyük hayaller kurdukları ve umutlar besledikleri projeleri çuvallamıştı. Kentin ileri gelen ailelerinden olan bu anne-baba, iyi bir yatırımcı olarak, projeyi optimize etme (çocuğun zekâsını geliştirme-yükseltme) işini kendileri ele almış ve çocuğun var olan zekâsını verimli kullanmasını da bozan bir yola girmişlerdi.

Çocuklarının "donuk zekâlı" olmasını bir türlü kabullenememişler, aileleri için kabul edilmesi zor bir durum olarak değerlendirmişlerdi. Müşteri velinimettir düsturuyla iş yapan bazı "zekâ tüccarları"nın da yanlış yönlendirmesiyle, donuk zekâlı bir çocuktan üstün zekâlı bir çocuk yaratma görevine soyunmuşlardı. Doğru bir çalışma/tedavi stratejisiyle mevcut zekâsıyla normal yaşam ve ilişkilerini sürdürebilecek olan çocuğu, o zekâyı kullanamayan bir boş lâf erbabına çevirmişlerdi.

Çocuğun zekâsı annenin nesi olur?

Sonraki zamanlarda çocuğunu elinden tutup "zekâ testi" yaptırmak için kliniğe getiren, çocuğunun üstün zekâlı olduğunu kanıtlamak için gelen, çok zeki olduğu için güya kendisinin çocukla baş edemediğini söyleyip yardım almaya geldiğini belirten çok sayıda anne gördüm.

Onların kafamda oluşturduğu profil vesilesiyle, böyle bir anneyi bir bakışta seçebilecek kadar uzmanlaştım. Hatta yüzünden zekâsını bile ölçebilirim desem yeridir. Gazete isimlerini (logo) kalıp olarak ezberden söyleyen üç yaşındaki çocuğunun "üstün zekâ" sını teyid ettirmek için kliniğe getiren ve çocuğun aynı yazıyı elle yazılınca okuyamadığını gören; fakat takıntısından vazgeçmeyip piyasadaki "Zekâ Testi" tüccarlarının kapısına dayanan bir annenin zekâsını anlamak için pek meziyet gerekmiyor aslında.

İlk zamanlar, "durup dururken ne diye çocuğa zekâ testi yaptırmak istiyorsunuz (bir tanı ve tedavi ile ilgili olmadığı sürece çocuğa zekâ testi verilmesi hiç hoş karşılanmaz)? Tutun ki çocuk üstün zekâlı, bu neyi değiştirecek ve ne yapmayı düşünüyorsunuz?" gibi sorularla çocukla ilgili planlarını anlamaya çalışırdım. Çocuk hakkındaki epeyce abartılı ve dolayısıyla gerçeğe uygun düşmeyen ilgi ve beklentilerin aslında çocuğun gelişimine olumsuz etkileri olduğunu anlatırdım.

Bu annelerin çoğuyla sanki duvara konuşuyormuş gibi konuştuğumu, onların benim anlattıklarımla değil kafalarındaki takıntıyla meşgul olduklarını fark edince, gözüm açılıverdi. Anladım ki onları kliniğe getiren o "zekâ" takıntısının aslında çocukla pek bir alâkası yok. Ben çocuğu söz konusu ederek konuştukça bir türlü mevzuya bir yerinden giriş yapamıyor, konunun etrafında dolaşıp duruyorduk.

Meğer geliş nedenlerinin aslında kendileriyle ilgili olduğu, bu konuyu neden takıntı haline getirdikleri üzerinde konuşmak gerekiyormuş. Konuya buradan girince annelerin alıcılarının açıldığını ve gözlerinde zekâ pırıltıları oluştuğunu görmek pek bahtiyar edici bir gelişme. Daha mevzuya giriş yaparken bile konunun kendilerinin düşük benlik algıları ve öz saygılarına geleceğini cin gibi anlıyorlardı.

Büyük çoğunluğunun zekânın ne ve nasıl bir şey olduğuna dair doğru bilgileri bile yoktu diyebilirim. Onların kafasındaki zekâ "bugün bizim oğlanın zekâsını ölçtürdük. İnanmazsınız 'nah bu kadar' çıktı" kabilinden bir ego besleme vesilesinden başka bir şey değil. Yani, "çok zeki -veya üstün zekâlı- bir çocuğum var. Böyle bir çocuğa sahip olmak beni de "'özel/seçilmiş' yapar (ve dolayısıyla düşük benlik algımı yükseltmeme, egomun şişmesine vesile olur)" demek gibi bir şey.

Baştan beri annelere atıp tuttuğuma bakmayın. Annelerin sponsoru pozisyonundaki babalar da buradan payına düşeni alsın artık.

Çok özel bir çocuk, eee pek tabi ki anne de öyle

Derler ki "dünyada bir tane mükemmel çocuk vardır ve tüm anneler ona sahiptir". Göründüğü kadarıyla bu çocuğa sahip olmak artık bazı anneleri kesmiyor. Böyle herkesin sahip olabileceği bir çocuk kendilerini pek özel ve farklı bulmalarına yeterli olmuyordur belki de.

Ne çare ki, Doğa ana her isteyenin çocuğunu, üstün zekâ, sarı saç, mavi göz, uzun boy, atletik vücut, Winona Ryder güzelliği, müzik yeteneği veya artistik yetenek ile donatmıyor. Genetik heybende ne varsa bahtına da o çıkıyor. Fakat, böyle can sıkıcı lâfları okuyup karamsarlığa kapılmanın ve genetik torbana kahredip gamlı baykuşa dönmenin de hiç gereği yok tabi ki.

Ne mutlu ki Dünya'ya seçmece çocuklar getirmek, pek nadide bir çocuğun annesi olmak artık hayal değil. Sen yeter ki etrafta pek benzeri olmayan, onu içine karıştığı bu sıradan kalabalıktan ayıran ve tabi ki ziyadesiyle "özel" kılan, adeta milletin gıpta ettiği özellikleri olan bir çocuğa sahip olmak iste. Yapman gereken şey n'aha oradaki bir sperm bankasına kadar gitmek. Ne istediğini söyle, onlar senin beklentilerine uyan bir sperm hesabı açıversinler.

Sperm sahibi hakkında tatlı hülyalara dalmak, sperm seçimini yaparken gönlünden geçirdiklerine uygun bir "bay mükemmel" imal etmek ise senin hayal gücüne kalıyor. Onlar işin bu tarafından sorumlu değiller, vericinin profilini verip gerisini senin hayal gücünün zenginliğine bırakıyorlar.

Barlarda, partileride, sokaklarda, iş yerinde karşılaşamayacağın ve duygusal olarak olgunlaşamamış bir ruh halinin eseri olan o "hayalî bay mükemmel" aslında sana bir telefon etme mesafesi uzakta. Bir telefon ediver ve bir zaman bir arada kal ki hayal dünyanın o "bay mükemmel" i gerçek dünyada bu güne kadar belki de yüzlercesini gördüğün "bay gerçek" e dönüşsün.

Bankaya spermlerini veren fakat kendi spermlerinden doğacak çocuğun kim olduğunu merak etmeyen ve üzerinde sorumluluk duygusu hissetmeyen bir adamın adamlığı hakkında belki aklına birkaç soru bile takılabilir. Hayallerin yıkılır da heriften soğursan ve etrafta bunun gibi yüzlercesi var diye düşünürsen, sakın bozum olma. Bu senin gerçekler dünyasına dönüşün için bir vesile olsun.

Çocuk da yaparım kariyer de, hem de tek başıma

"Bu yolla çocuk sahibi olmayı ben de pek istemiyordum ama memlekette birlikte olunacak, çocuk yapılacak adam gibi adam mı kaldı ki zaten" dersen, el hâk haklısın hamfendiciğim. Yine de, tut ki şansın yaver gitti ve bu adam çölünde birini gözüne kestirdin, ondan bir çocuk yapmayı aklına koydun ve de menzil-i maksuda eriştin.

Ee, o adam çocuğu bir "yetişkin oyuncağı" gibi sahiplenmene göz yumar mı hiç. Sperm bankası yatırımı değil ki bu, tüm velâyet, vesayet, mülkiyet hakları sana ait olsun. Velhasıl, işin yoksa "oyuncağımı vermem veya seninle paylaşmam" diye adamla didiş dur. Bu didişme içinde çocuğu arzu ettiğin kadar "benzersiz" ve "seçkin" biri olarak da yetiştiremezsin elbette. Her gün sokakta gördüğün çocuklardan biri olup çıkıverir maazallah.

Varlığıyla kadınlık ve annelik rolünde kendini yetersiz hissetmene sebep olan bir ortağa durup dururken ne diye katlanasın ki. Hiç lüzumu yok. Zaten "özel" çocuğun nasıl yetiştirileceğini bilmiyor musun? Bu işi "sperm bankası" ndan tek başınıza yapmakta yerden göğe kadar haklısınız hamfendiciğim.

Hem bu işi tek başına yapmanın onore edici tarafları da var. Bu işin "vay anasını be, gidip sperm bankasından sperm alabilecek, geleneklere, yaygın ahlâk anlayışına kafa tutabilecek ve babasız bir çocuk dünyaya getirebilecek kadar cesur bir kadın. Ne kadar da büyük bir risk ve sorumluluk alıyor. Bu ne büyük özgüven böyle" kabilinden seni apayrı bir yere oturtan ve "özel" kılan manevî ödülü bence görmezden gelinecek gibi değil.

Bu kadar lâf ettikten sonra bana ilginç gelen bir noktayı da şuradan fısıldayıvereyim: Bu konuda atıp tutanlar, ettikleri lâflarla mevzuyu durmadan burnumuza dayayıp duran "özgürlük delisi" üftadeler sevgililerinden hamile kaldıklarında o çocuğu neden evlenmeden dünya'ya getirebilecek cesareti gösteremiyorlar acaba. Buna cesaret edenlerinse "bankalardan sperm alırım, çocuğumu da yaparım" taraklarında hiç bezi yok, belki bunu yadırgarlar bile.

Bu uzun mektup burada sona eriyor. Geldik baki selâm faslına.

Birkaç yıl önce bu konuda Discovery Channel'da izlediğim bir belgesel ağzımda buruk bir tat bırakmıştı. O belgeselde sperm bankasıyla, onların gizlilik kurallarıyla, annelerinin imzaladığı sözleşme yüzünden banka avukatlarıyla cebelleşerek babalarını araştıran çocukların hali içimi burkmuştu.

Çocuklardan birisi babasını bulmuştu fakat adam çocuğun onca sevincine kayıtsız kalan tam sopalık biri çıkmış ve çocuğu hayal kırıklığına uğratmıştı. "Ben zeki, boylu poslu, yakışıklı, yani az rastlanan-özel bir adamım. Bu yüzden spermlerimi mümkün olduğu kadar çok yaymak isterim" kabilinden bir şeyler söylemişti babalıkla alâkası olmayan bu adam.

Bu sözleri beni hiç şaşırtmamıştı. Çünkü "erkek çok eşlidir, spermlerini mümkün olduğu kadar çok sayıda dişiye vermek ister" diyen, kendileri aramızda dolaşsalar bile kafaları hayvanlar aleminde fink atan bazı psikiyatr ve antropologlar geldi gözümün önüne.

Baki selâm niyetine sön sözümü de bu psikiyatr ve antropologlar'a edeyim bari: İnsan, içgüdülerinin üzerinde kontrol kurabildiği, onları denetleyebildiği ölçüde insan oluyor ey fetva ehli.

Sizin bahsettiğiniz bu canlıların ne tür bir sınıflamaya tabi tutulması gerektiğini ise ben bilemiyorum.

Yorumlar

Yazınızı okurken hem haddim olmayarak takdir hisleri ile doldum, hem de çokça gülümsedim. Dahiliye uzmanı olduğum halde onlarca annenin tacizine uğramıştım. Onlar çocuklarının zekâ derecesini saptayacak yer soruyorlardı. Bu esnada çocuklar genellikle odanın ortasında gezip keşiflerini annelerine aktarır ve ondan takdir beklerler. Anne de bir yandan ona "aferin çocuğum, çok doğru, o kalem doktor amcanın kalemi" şeklinde cevap verirken yan gözle de bana bakıp çocuğun yetiştirilmişliği üzerine söz sarfetmemi ister.

En sevdiğim, üzerinde hiç baskı uygulanmamış ferah gezip beni muhatap alan çocuklardır. Cevaplarımı en iyi anlayan da onlardır. Zekâ varsa vardır. Hani zorlama ile de pek bir yere varmaz.

Bu konuda epeyce yazı yazmış olan Selahattin Duman'ın güzel tespitleri vardır. En sevdiğim lafı "sokma akıl yedi adım gider" lafıdır. Bu aileler nedense sokma akıl ile çocuklarının bir ömür idare edeceği zannındadırlar.

Yine aynı yazarın bir yazısında "indigo çocuk" muhabbeti vardı ki aklıma geldikçe gülerim. Hani şu yavaş hareket eden, boş boş bakan ve kendisinde ilginç güçler olduğu vehmedilen çocuklar. Bu konuda Selahattin Duman'ın yorumu: "Didindik, uğraştık her şeyi ile mükemmel çocuğumuz olsun istedik. Malesef çocuğumuz süzme salak çıktı" diyemediklerinden "İndigo Çocuğumuz var" diyorlar.

Kendileri aramızda dolaşsalar da kafaları hayvanlar aleminde fink atanlar tanımlamasını da aldım kabul ettim. Kopirayt falan demezseniz ara ara muhabbetlerimde kullanacağım.

Ahmet Faruk Yağcı - 17 Şubat 2010 (22:13)

Sevgili Ahmet Faruk Yağcı, bildiğim kadarıyla, biz Derkenar müdavimleri öyle kopirayt işlerinden falan anlamayız. Kafamız öyle hap yap para kap işlerine basmaz. İster genetik, ister tesadüf ister çalışmayla olsun sahip olduğumuz yetenekleri paraya tahvil etmeyi zül kabul eden insanlar olduğumuzu düşünüyorum. Necdettin Efendi'nin dediği gibi biz "beynimizde ne varsa sıkıp insanlarla paylaşma" derdindeyiz. Velhasıl, lütfen, buyrun alın ve tepe tepe kullanın. Benden yana helâl olsun. Ben sizin yazılarınızdan bazı bölümleri günlük muhabbetlerimde zaten kullanıyorum. Umarım siz de beni bağışlar ve siz de bana hakkınızı helâl edersiniz.

Selahattin Duman'ın yazılarını arşivden bulup okuyacağım. Bence üstad Türkiye'nin en iyi ve en politik yazarlarından birisi. Ne yazık ki kendisini düzenli olarak okuyamıyorum.

Kâmuran Kızlak - 17 Şubat 2010 (00:11)

Çocuk büyütmek, günümüzün orta sınıf insanında bir tür "şirket kurmak" gibi oldu. Yatırım sermayesi, risk hesapları, uygun strateji, rekabet ve -çok abanılırsa gerçekleştirilebilir- uzak hedefler…

Geçenlerde penceremin önünde konuşan ilkokul çağında iki çocuğa (biri oğlan biri kız) ister istemez kulak misafiri oldum. Şöyle konuşuyorlardı:

- "Rekabetçilikte kimse beni geçemez!"
- "Ohooo, ben herkesten daha rekabetçiyim!"

Hani, "çizgi filmlerden kapılmış sıradan klişeler" deyip umursamamak da mümkün. Ama yine de ilginç değil mi, anahtar kelime "rekabet" …

Benim kuşağımın dağarcığında hiç bulunmayan bu kelimenin şimdi bu kadar yaygın ve muteber olması, sadece çocuksulukla açıklanabilir bir şey mi? Çevresindeki atmosferi sünger gibi emen çocukların şu kelime -ve değer- bolluğunda, hava atmak için bula bula bunu bulmaları hiç mi dönemin ruhunu yansıtmıyor?

Bu çocuklar büyüyünce büyük olasılıkla şirket yöneticisi ya da ona benzer bir şeyler olacak. Peki, mutlu ve dingin bir iç dünyaları olacak mı? Ondan emin değilim.

Necdettin Aksakal - 18 Şubat 2010 (13:21)

Sevgili Kâmuran Kızlak, bir anne olarak en dikkat ettiğim ve kendi çevremdeki annelerde en çok eleştirdiğim konuyu çok güzel bir biçimde ifade etmişsiniz. Size teşekkür ediyorum.

Sema Koçak - 18 Şubat 2010 (14:24)

Her anne ve baba elbette çocuğunun iyiden de iyi olmasını ister. Fakat zaman içinde unuttukları bir şey var diye düşünüyorum. Sağlıklı bir çocuğa sahip olmanın ne kadar değerli bir şey olduğunu unutuyorlar. Dünyaya sağlıklı çocuk getirmek bugünün dünyasında büyük bir lüks. Bunun sanki zaten öyle olacak yani zaten sağlıklı olacak ki şeklinde varsayılması bence hataların en büyüğü. Çocuklarında ciddi bir zekâ problemi olmadıktan sonra normal zekâlı (!) olsunlar ne zararı var? Belki de çocuklarının "ileri zekâlı" olması anne ve baba için de bir gurur kaynağı olacak ve cocukları üzerinden aslında bakın bakın ne de zekiyiz "biz" ve o da aynen öyle çıktı işte dedirtmek için mi tüm cırpınma?

Bu arada sperm bankacılığı üzerine de bir şey eklemek istiyorum. Otobüste, trende reklamlar görüyorum, "1000 dolara kadar ödeme yapılır" şeklinde sperm bağışını teşvik edici (!) reklamlar var. 1000 dolara sattığınız genetik materyalinizi bilmediğiniz birileri kullanacak ve çocuk sahibi olacak. Bankacılık denince acaba faizde işletecekler mi diye düşünmeden de edemem, otobüste, trende bu reklamları gördükçe.

Sevgi ve selâmlarımla.

Alper Uzun - 18 Şubat 2010 (19:03)

Merhaba. Yazı güzel olmuş. Ancak "Kafası hayvanlar aleminde fink atanlar…" diye ifade etmeye çalıştığınız konunun bu kadar yalın anlaşılabilecek bir konu olduğunu düşünmüyorum. "Sperm saçmanın" tecavüz içerecek bir duygu haliyle yapılmasını hayvanlar alemine ait görebiliriz ama "Kazanova"nın yaptığı gibi, her kadını "kendini iyi hisseder" hale getirmenin, "insan" olmayla ilgili olduğunu düşünüyorum. Aslında bu konuda kestirme yaklaşımlar bana yanlış geliyor.

Ali Rıza Güzel - 19 Şubat 2010 (10:59)

Merhaba Alper Uzun, Otobüs, trenlerde bile reklâmları görülmeye başladıysa, talep çokluğundan dolayı, bu iş oralarda ayağa düştü demektir. Belki de yanılıyorumdur. Şöyle ki: Reklâm alan ciddi kuruluşlar (TV, dergi, Gazete, Pano, vs) bu türden "banka" larla muhatab olmayı zül kabul ettikleri ve reklâmlarını yapmayı etik bulmadıkları için bu yola başvuruyor da olabilirler. Sebep bunlardan hangisidir bilemiyorum (belki de her ikisidir).

Asıl merak ettiğim, o reklâm broşür ve duyurularında para dışında başka bir detay verip vermedikleri. Yani, sperm vericisinde ne gibi özellikler arıyorlar ve ne gibi anlaşma koşulları dayatıyorlar/sunuyorlar, vs Yapılanlar aslında çok tehlikeli. Bu işi "arî ırk" yaratma çabasından ayıran tek nokta, babanın ortada görünmemesi. Çiftleşme olmadan da pekalâ arî ırk yaratmak mümkün elbette. Umarım oralara varmadan birileri "hop!" der.

Bahsettiğiniz gibi, iş bankacılık olduğuna göre tabi ki faizi de olmalı. Özellikle zarar söz konusu olduğunda. 1-2 yıl önce böyle bir örnek okumuştum gazetelerde. Bir "özgürlük meftunu" üftadenin aldığı sperm siyah ırktan çıkmıştı ve bu hatun çocuğu bankaya geri vermek istiyordu. Bankayı bu sebeple mahkemeye vermişti. Görüldüğü üzere, sperm alıp geri çocuk verebilmek var işin içinde.

Kâmuran Kızlak - 19 Şubat 2010 (19:48)

İlk çocuğumun gifted (üstün zekâlı) olması beni çok etkilemişti. Fakat tahsil hayatında başarılı olamadı. Kendi kendine ders çalışma motivasyonu yok. Üniversite 3. Sınıftan terk.

En küçüğümuz de test edildi, gifted, o da ders çalışmayı sevmiyor. Home School yapıyoruz.

Diğer ikisi test edilmedi, ettirmedim. İstemedim, çünkü çocuğun "ben üstün zekâlıyım" havasına girmesini istemedim ilk çocuğumda olduğu gibi.

Her ikisi de derslerinde çok başarılı, üniversitede çok iyi bölümlerde okuyorlar. Ders konusunda onlara hiç bir zaman müdehaleye gerek kalmazdı.

Söylemek istediğim, Üstün zekâ = Başarı demek değil her zaman ve üstün zekâlı çocuklar topluma uyum sağlamakta problem yaşayabiliyorlar.

Rıdvan - 19 Şubat 2010 (20:32)

Sperm bankasından sperm alarak çocuk sahibi olan Leyla Bilginel ile Hürriyet gazetesi 19 Şubat günü bir söyleşi yapmış. Yaşadığı zor durumu ve çektiği sıkıntıları anlatmış. Orada sorulan bir soruya bakın nasıl cevaplar veriyor.

"… Sperm bankasından çocuk sahibi oldun…"

"Evet, tek suçum bu… Bu yüzden de benimle iş yapmak riskliymiş… Ya sebep ahlâksa, tabuları yıkmaksa, porno kasetleri çıkan, uyuşturucu partilerinde yakalanan, birilerini taciz eden kaç tane ünlü var, ama şimdi hepsini baş üstünde taşıyorsunuz. Bunların hepsi bir şekilde var olmaya devam ediyor da beni niye cezalandırıyorsunuz?"

"Peki… Evlenmek istiyor musun?"

"Şimdilik hayır. Çünkü benim erkeklere karşı müthiş bir güvensizliğim var. O yüzden bugüne kadar evlenmedim, gidip bu yolla çocuk sahibi oldum. Neden erkeklere güvenmiyorum, çünkü ben kötü bir çocukluk geçirdim. Dayak, içki her türlü kötü muameleleye maruz kaldım."

Yazının tamamını aşağıdaki linten okuyabilirsiniz:

Sperm bankasından çocuk yaptım diye iş vermiyorlar

Nurdan Keskin - 20 Şubat 2010 (16:52)

diYorum

 

Kâmuran Kızlak neler yazdı?

212
Derkenar'da     Google'da   ARA