Bülent Karaköse - 25 Haziran 2016
Öğrendiğim her şeyi yalnızlıktan,
ıssızlıktan, sessizlikten ve çok fazla
bakmaktan öğrendim.
(Şule Gürbüz)
Sahilde, güzelim ay ışığının altında, püfür püfür meltemin esintisinde nereden ve nasıl dalmışlardı kadın konusuna bilmiyorum; beni bira almaya yolladıklarından mevzunun başını kaçırmıştım. Muhabbetlerinin harareti öylesine yüksekti ki, iki torba dolusu soğuk şişe birayla yanlarına döndüğümde beni fark etmediler bile.
Kâğıt toplayıcısı Kel Muzo, onu pür dikkat dinleyen oyuncu eskisi Aktör Haldun'a, "Gençken ben de senin gibin hovardaydım. Şimdik gocadık tabiy, amma, cinsi lâtifler hususunda senin gadar tecrübeli olamasam da, şanssız değil idim. Sayısı az da olsa, bana yalan söylemeyen, madik atmayan dürüst bi dolu gadınım oldu benim." dedi ve devam etti:
- Bir zamanlar, sendeki gibi bir dene de bende vardı gönül düşürdüğüm gumarbaz bi avrat… Adı, Ahsen miydi, Aysen mi idi, ne idi unuttum şimdi… Yüksekokul okumuş yaman, güzel bir avrattı. Gumara müptelâydı, lâkin Allah var, senin avrat gibi yalana müptelâ değildi.
Aktör Haldun hiddetli serzenişleriyle Kâğıtçı Kel Muzo'nun devrik cümlelerini hallaç pamuğu gibi havada savurdu:
- Hadi be Muzo! Yalan söylemeyen kadın mı olurmuş bu dünyada allasen? Bi kere, daha gözlerimizi açar açmaz anamızdan ninnilerle işitiyoruz ilk yalanı, sonra da, varsa kız kardeşimizden ablamızdan, ondan sonra da manitamızdan karımızdan kızımızdan… Kadın milleti değil mi, alayı yalan manyağına çevirirler en kralını…
Anladığım kadarıyla Aktör, en son madik yediği ve nicedir kafasından atamadığı, aklına düştükçe adını envai küfürlerle süsleyerek andığı yalan müptelâsı kumarbaz dostu Canan'ı anlatmıştı Kâğıtçı Kel Muzo'ya.
Deniz, ay ışığının altında pırıl pırıl. Arada bir ışıkları yanıp sönen koca koca vapurlar geçiyor, ay ışığının denizdeki yansısını yararak. Ana babalarının göz denetimindeki çocuklar, oyun parkındaki salıncaklarda tahterevallilerde çığlık çığlığa güvenle eğleniyorlar. Kimi genç çiftler çekirdek çıtlıyorlar oturdukları bankta, kimileri ise el ele kol kola salınarak yanımdan geçiyorlar. Artlarından bakınca, "benim ne zaman boynuna sarılıp elini tutacağım bir sevdiğim olacak" deyip, iç geçirmiyor değilim. Onları içten içe kıskanmıyor da değilim. Boğazım kuruyor. Hemen elimdeki bira şişemi dudaklarıma götürüp, zaman zaman içimde kabaran kıskançlık duygularımı bastırmaya çalışıyorum…
Kâğıtçı Kel Muzo nihayet geldiğimi fark etti:
- Ooo, yeğenim, ne zaman getirdin biraları? Para yetti mi bari? Biralar soğuk mu? Aç ver bakem bi dene. La guruduk burada anam afradım olsun!
İki bira açtım. Birini Aktör'e, diğerini Kâğıtçı Kel Muzo'ya verdim. Şişesinden bir yudum çektikten sonra, Aktör'le sohbetine kaldığı yerden devam etti Kel Muzo:
- Tıp ilmi bile çare bulamadı bu yalan illetine. Aysen'in yalanını hiç duymadım görmedim desem, yalan olur, ama dürüstlüğünden, ilişkimizin ta başında söylediği yalanları doğruladı. Dediydi ki, "Muzo, seninle olduğumuz ilk on beş gün sana yalanlar söyledim hep. Bu yalanlar benim vicdanımı sızlattı. Seni seviyorum ve artık sana doğruları söylemek istiyorum." Ben de, "söyle tabi sevdiceğim" dediydim. O da, "Benim yıllardır gumar alışkanlığım var. Ne yaptıysam bırakamadım. Bu illete beni, boşadığım şerefsiz alıştırdı" dediydi…
Kel Muzo'nun kurduğu son cümlede telâşa kapılan Aktör Haldun kaşlarını çatıp, yüzüne bilgiç bir ifade kondurup Muzo'nun konuşmasının arasına bodoslama daldı:
- Muzo kardeş, kitapsız kadın çok tanıdım da, hesapsızını hiç tanımadım bu dünyada! Eğer soracak olursan naçizane fikrim şudur ki, boşadığı kocasını senin gacı bulaştırmıştır kumara. Onun başka dümenleri, başka hesapları da vardır…
Muzo, Aktör'ün naçizane fikrine itibar etmediğini, hikâyesinin geri kalan kısmını, yüzünü bana dönüp anlatarak gösterdi:
- "Gumar illetinden gurtulmak için aylardır doktora gidip, tedavi görüyorum. Bu yüzden tahsilim bile yarıda galdı, bitiremedim üniversiteyi. Aldığım maaşın yarısını doktora, yarısını gumara, galanını da ev kirasına veriyorum. Doktor ücreti de çok pahalı. Gumar illeti için arada küçük yalanlar söylerim, onun dışında hiç yalan söylemem, söyleyene de çok uyuz olurum" deyip, beni uyarmıştı. O günlerde, gonlüm çok fena gaymıştı Aysen'e. İlk defa yüksek tahsilli bi sevdiceğim olmuştu. Yatakta her yerinden de gideri vardı namıssızın. Beni çok iyi eğliyordu. Çimerken bile gelip sırtımı gesekliyordu. Sanki gırk yıllık nikâhlı avradımdı. O zamanlar işlerim çok iyi, iki tükkân sahibiydim. Dediydim ki ona, "Madem sen bana harbisin, ben de sana harbiyim gız. Sen okul okumuş bir gızsın. Gumarın için ne bana yalan söyle, ne de başkasına. Canın gumar mı çekti, gel benden iste parayı, ben sana oynayacağın gadar gumar parasını bulur viririm." O gadar dürüsttü ki, teklifimi gabul etmediydi… Dediydi ki, "Sen bana, doktor vizitelerini ödemekte yardımcı ol Muzo, gurtulmak istiyom bu gumar illetinden…"
Bir solukta anlattığı gönül macerasının ardından birasını kafasına dikmesini fırsat bilip Kâğıtçı Muzo'ya, "Abi, 'yatakta her yerinden gideri var' ne demek?" diye soracaktım ki, yanımda ayakta duran Aktör'ün bariton sesi keskin bir satır olup, kafamın içinde kurduğum cümleyi daha dilime düşüremeden, ses tellerimin üzerinde lime lime doğrayıverdi:
- Ne demiş Hesiodos amcam, "Kadınlar insanlık için o kadar zararlıdırlar ki, en iyileri bile kocalarının felâketine sebep olur…"
Aktör Haldun'un ağzından kadınlarla ilgili olumlu, güzel, iyi, ferah, leziz bir tek sözcük, bir tek saptama ne zaman çıkacaktı, merak içindeydim. Biliyorum, boş bir bekleyişti benimkisi. Kadınlara karşı sadece kırgın, kızgın ve öfkeli değildi, çoktandır onlara olan itimadını ve umudunu da yitirmişti. Aktör gibi dilime pelesenk etmesem de, Aktör'ün bilgi dağarcığındaki, iki bin sene önce kadınlarla başı dertte olan Eski Yunanlı filozof amcaların düşüncelerini, sürüsüne bereket yerli ve yabancı yazarların özlü sözlerini hafızama kazımıştım:
"Sfenks, çakal, aslan, yılan… Bunlar nedir ki kadınların korkunçluğu yanında!"
"Sadece iki kadın tipi vardır, tanrıçalar ve paspaslar."
"Bir kadının haklı olmaktan anladığı şey, tüm suçun onda olmamasıdır."
"Kadınlar bize her zaman büyük hedefler gösterir ve onlara ulaşmamızı engeller."
"Kadına mı gidiyorsun, öyleyse kırbacını yanına al."
"Kadın değil mi, en iyisinin a*ına sen koy!"
Diğerlerinin kime ait olduklarını bilmem de, bu özlü sözün sahibi kesinlikle Aktör'dü.-
Sahil insan kalabalığıyla giderek dolmaya başladı. Ay tepede kusursuz yuvarlak, gümüşten bir tepsi gibi; ışığı, insanların üstündeki rengârenk yazlık giysileri daha da canlı gösteriyor. Dalgakıranın ucundaki deniz feneri kırmızı kırmızı göz kırpıyor karanlığa… Neonların altında paten kayan gençler, yürüyüş yapan yaşlılar, çimler üzerinde annelerinin iki ağaç arasına kurduğu beşikte uyuyan bebeler, boştaki güzel kızlara yeşillenen ergenler, gitar çalıp şarkı söyleyen genç insanlar, seyyar satıcılar, falcılar; hemen ötemde, gülen bir çift sürmeli kara gözün yüreğimi havalandıran coşkusu…
Kel Muzo kirli siyah eliyle gövdesinden tuttuğu boş bira şişesini omzuma dürtüp, gözleriyle ayağımın dibindeki bira torbasını işaret ettiğinde, gülen bir çift sürmeli kara gözün yüreğimi havalandıran coşkusu apansız buhar olup uçtu gitti sanki:
- Yegenim, hele oradan bir dane daha ver şu zıkkımdan!
Kel Muzo'ya birasını açıp verdim.
Birasını alır almaz ağzına götürdü ve nefes almadan yarıdan fazlasını içti. Gözüme bir an, uzun zamandır susuz bırakılmış bir fil yavrusu gibi göründü Kel Muzo.
Şişesini ağzından çektiğinde ise geğirtisi öksürüğüne, öksürüğü osuruğuna karıştı. Salyalı ağzını kıllı elinin tersiyle silerken istifini bozmadı. En derininden bir 'estağfurullah' çekti ve Aktör'e yüzünü çevirip, soluksuz uzun bir cümle kurdu:
"Haldun gardaş, ben senin gibin çok okul okumadım. Tahsilim de biraz gıt. Amcan Hesidos'u da danımam. Erkek olarak, gadın milletinden de çok zarar gördüm sayılmaz. Yıllarca eşşek gibin çalıştım, gazandığım paraları avratlarla bey gibi yidim bitirdim. Bastım mangırı mutfakta aşçı oldu Sevda'm, bastım mangırı sokakta parkta hanımefendi oldu Hülya'm, bastım mangırı yatakta orospu oldu Aysen. Anlayacağın, ne gadar basarsam, avratlar o gadar güzel göründüler gözüme ki sorma! Gadın gısmısına mıhsıçtı olmayacan. O zaman seni mutlu etmezler. Hık!"
Göbeğini kaşımaya koyulan Kâğıtçı Kel Muzo'nun neşesine de, keyfine de diyecek bir şey yoktu bu gece. Eski günlerini yâd ettikçe gözleri gülmeye başlamıştı. Aktör'ün ise nicedir ortalıkta görünmeyen sağ gözündeki tiki yeniden nüksetmişti. Sağ göz kapağı seri bir şekilde açıp kapanıyordu. Epeydir dikkat ettim, sohbet mevzusu 'kadın' olunca, Aktör'ün gözü hep seğiriyor, tekliyordu. Elindeki boş bira şişesini bana doğru uzatıp, "Delikanlı, kaldıysa bana da ver o zıkkımdan." dedi.
Kendinden çok genç insanlara 'delikanlı' ya da 'evlat' demeyi sevdiğinden, tanıdığım günden beri bana ismimle pek seslenmez Aktör. Aramızda yirmi iki yaş fark olmasına rağmen, çoğunlukla ben de ona ismiyle hitap etmem, kısaca 'Aktör' derim. Bu yakıştırmam onun çok hoşuna gider.
Sanırım, Aktör'ün hoşuna giden, onu mutlu eden şeylerden biri de, o konuşurken karşısında kendisini pür dikkat dinleyen iki üç kişinin olması. - Sayının çokluğu onu daha da mutlu eder tabii.- Kendini eski günlerindeki gibi tiyatro sahnesinde sanıp, sohbetlerine şahane tiyatral yeteneğini de katıyor. Aktör, oyunculuğunu hissettirecek yeterli çoğunluğa sahip bu gece, ancak, hikâyelerinde mutlu sonu beklemek beyhude.
Üç bira açtım. Muzo henüz benden bira istemese de, ona da verdim şişelerden birini.
Aktör birayı midesine yuvarladığında, gözündeki seğirme hafifledi. Boğazını bi güzel temizleyip, Muzo'yla kısa bir mola verdiği hararetli sohbetine devam etti:
"Babam dünyanın en eli açık adamıydı da ne oldu? Üstelik Mersin'in en varsıl, en tanınan adamlarından biriydi rahmetli. Ama anam olacak kevaşe, kıymetini bilmedi babamın. Kaç kişiyle aldatmıştır adamcağızı, kim bilir? Okul dönüşü, en az üç kere ben şahit olmuştum babamı boynuzladığına. Bir keresinde de, kapıyı çalmadan odadan içeri girdiğimde, 'baban gibi sinsisin' dedi ve bastı küfrü sopayı. Yediğim sopadan, bir hafta yataktan çıkamamıştım. Bu yüzden annemle yıldızım hiç barışmadı. Aynı şeyi nikâhlı karım da bana yaptı. Kaltak, beni boynuzlamakla kalmadı, babamdan kalan arazileri evleri de zimmetine geçirip öyle uzadı gitti. Elimde babamdan bir daire kalmıştı, onu da orospu ablama kaptırdım. Kumarbaz yalancı Canan'ı biliyorsun zaten, onu anlatmama gerek yok…"
Aktör'ün sesi giderek yükselmeye, göz bebekleri ise büyümeye başladı. Bu iyiye işaret değildi. Zaman zaman yaptığı gibi, her an arızaya bağlayabilirdi bu dipsiz sohbeti. Kel Muzo da anlamış olacak ki, "Boş ver Haldun gardaş, gerek yoh. Dünya bir avuntu yeri değil mi, allasen? Yıllarca bavuluna o gadar girli çamaşırını niçin doldurdun ki? Onları yıka demiycem sana. Çünkü o gadar çok biriktirmişsin ki, yıkamakla baş edemezsin. At gitsin anasını satayım, hatta yak gurtul!" deyip ayağa kalktı. Çişini pantolonuna yapacak kadar sıkıştığı her halinden anlaşılıyordu Kel Muzo'nun, ama cümlesini tamamlamadan gidip işemeye niyeti yoktu:
- Haldun gardaş, paran var iken yaptığın hovardalıklar sana kâr kalmış işte. Ben şu çalılıkların arkasına çöğdürmeye gideyom arkadaşlar, oradan da fakirhaneye gidip yatıp zıbaracam… Zabah ilen işe ekmeğe çıkacam Allah nasip ederse. Herkeşlere eyi geceler.
Giderayak büyük lâflar eden Kel Muzo'ya kafamı usulca çevirip, baktım. Bıyığımın altından gülümsemekten kendimi alamadım. Kel Muzo'nun sevimli hayat yorgunu kirli yüzü, çıkarıp bavuluna koymadığı üstündeki kirli giysileriyle daha da bi sevimli göründü gözüme, yüzüme de uzun süre münzevî bir tebessüm yapıştı.
Yüzümdeki anlık değişiklik gözünden kaçmamış olacak ki, merakını giderme isteğini geciktirmedi Aktör:
- N'oldu delikanlı? Yüzünde güller açtı sanki. Kel Muzo'nu mu yoksa benim halime mi gülüyorsun?
- Hiç kimseye gülmüyorum Aktör. Sadece bir an düşündüm de, soğuk uzun ayaz gecelerden, neredeyse, ağaçların çiçeğe durduğu mevsime kadar sıkılmadan kim bilir kaç kere dinledim Kel Muzo'ya anlatılarını. Bezdim desem, yalan olur. Beni seninle benzer kılan tek şey çocukluğumuzun ortak sarsıntıları olmasaydı, seni ne kadar dinler, seninle ne kadar duygudaşlık kurardım bilmiyorum. Gerçekten, gerek var mı insanın çocukluk ve gençlik sarsıntılarıyla kanka olmasına, koyun koyuna birlikte yaşamasına? Kel Muzo'nun dediği gibi, "dünya bir avuntu yeri" değil mi?
- Evet, Kel Muzo doğru bi lâf etti de, ben treni çoktan kaçırdım evlât. Sarsıntılarımdan başka hiç bir şeyle avutamam bu yaralı yamalı gönlümü. Bu saatten sonra ben istesem de, sarsıntılarım benim peşimi bırakmaz. İşte, ben de bu sarsıntılarımla avutuyorum kendimi, bu namusuz sarsıntılarımla gireceğim toprağa bir gün. Sen gençsin. Geçmişine, kötü anılarına iki kürek ölü toprağı serpip, unutup sil baştan yaşayabilirsin hayatını. Kafam güzelleşti iyice. Ben de gidip zıbarıp yatsam fena olmaz. Otelde görüşürüz, haydi bana eyvallah!
- Galiba haklısın Aktör. Denememde yarar var. Kaybedecek hiç bir şeyim yok…
Ay kayboldu gökyüzünden. Deniz durgunlaştı, vapurlar geçmez oldu. Ağaçlar arasına kurulan beşikler, oyun parkındaki çocuklar, el ele dolaşan çiftler, paten yapan gençler yok; seyyar satıcılar, falcılar, neonlar altında yürüyüş yapan ihtiyarlar da yok. Sahil ıssız, oyun parkı sessiz; ben ise, hemen ötemde beni izleyip duran, gülen bir çift sürmeli kara göz kadar yalnızım…
Dün akşam yemekten hemen sonra okuyup bitirince bu güzel yazıyı, altına iki satır yazmak istedim. Yazacaklarımı kafamda toparlayıp klavyeye çökünceye kadar geçen kısacık zaman içerisinde güzel ülkemi gene kana buladılar, lânet olasıcalar.
Kaldı tabii yazacaklarım (ama yazacağım, inadına).
Yüzeyden bakınca seksist bir tarzı varmış izlenimi veren yazı, bence çok duygusal.
Bir yandan geçmişimize, kötü anılarımıza iki kürek ölü toprağı serpivermekten, unutup hayatı sil baştan yaşamaktan söz ederken, bir yandan da "dünyayı bir avuntu yeri" olarak görmek gibi kalender yaklaşımları anlatıyor.
Ama, sarsıntılardan kurtulmak mümkün değil gibi geliyor bana da; sanki toprağa kadar izleyecekler bizi…
Keşke unutup, sil baştan yaşabilsek hayatlarımızı.
Mustafa Muammer Elöz - 29 Haziran 2016 (16:08)
Tüm olayı anlatıyo bence yazı. Emeğinize sağlık.
Sevmek zor değil. En ufacık bi şeye bile sevgi duyabilirsin. Eh haliyle sormadan da edemiyor insan, peki insanın insana duyduğu bu nefret neden? Neden bu öfke, neden bu her şeyi en iyi ben bilirim havası? Çünkü herkes birbirinden şüpheleniyor, kimse birbirini olduğu gibi kabul etmiyor. Bu yüzden ben yalnızım, sen yalnızsın, o yalnız! Hepimiz yalnızız. Bizi kalıplara sokuyolar. Sanki her birimiz kahramanmışız gibi. Fakat hiç birimiz kahraman değiliz egolarımızın yüzünden. Kendimizi bi şey zannedip kalp kırmalarımızın yüzünden. Sadece insanlar kahraman rollerine bürünüyolar ve karşısındakinin sevgisinden çok kendisine yakışıp yakışmadığına dikkat ediyorlar.
Malesef hepimiz kusurluyuz ve hiç birimiz kahraman değiliz. Birbirimizi olduğu gibi kabul etmeli ve sadece insan olduğumuz için, sevginin tohumu olduğumuz için, bu hayata güzel şeyler katabilme potansiyelimiz olduğu için sevmeliyiz.
Bence masumiyeti, samimiyeti ve hürriyeti unnutmuşuz.
Muhammed Salih Beşikci - 22 Aralık 2016 (00:12)
Bülent Karaköse neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.