Fersan Cevriye - 6 Ağustos 2003
- Çok bunalıyorum. Kocam Arabistan çöllerinde iş koşturuyor ben çocuklarla burda bi başıma helâk oluyorum. Hem anne hem baba olmak kolay mı? Üstelik İstanbul gibi bi yerde, tek başına. Üç ayda bir ordan oraya taşınmak da iyice hırpalıyor beni. Baş ağrılarım artıkça artıyor. Sinirlerim çok bozuk. Kendimi bir yerlere kapatasım geliyor.
- Kocan bilmiyor mu? Kalksın gelsin.
- Ona da bi şey diyemiyorum ki, ne yapsın. Burada iş yok güç yok. Ekmek parası. Neyse Asuman'cım senin de başını ağrıttım sıkıcı şeylerle.
- Olur mu Nilüfer abla? Dertleşiyoruz. Bak ne diicem; bir doktora görünsen. Ne biliym bir psikiyatriste falan gitsen hiç olmazsa ilâç verir baş ağrıların için. Stresten oluyordur belki de!
- Gitsem mi?
- Televizyonda her gün psikiyatristlerin programlarını seyrediyorum. "Mutlaka uzmana görünün" diyorlar. Bir sürü hastalık var hepimizde. Bence herkesin gitmesi lâzım. Bende de obsesyon var meselâ. Hem de ileri boyutta. Ama psikoloji kitaplarını çok okuduğumdan -o da obsesyondan- doktora gitmeye gerek kalmadan teşhisi rahatlıkla koyabildim. Artık tedavi için gidicem.
- Hımm.
- Bizim Semra ablanın yeğenini de götürdüler geçen gün bi psikiyatriste. Hiperaktifti çocuk. Bi fenaydı ki sorma! İki saniye yerinde duramıyordu. Doktor ilâç vermiş. Şimdi süt dökmüş kedi gibi valla. Bi sakinledi, görsen maşallah dersin.
Başta Asuman olmak üzere çevremdeki büyük çoğunluğun tavsiyelerine uyup bir psikiyatriste görünmeye karar verdim. Çünkü kendimi yalnız ve ruhen çok zayıf hissediyordum. Uzatılan en yakın dala tutunmaya ihtiyacım vardı. "Akıl vermek" yerine beni sadece "dinleyecek" dostlara ihtiyaç duyduğumu da kibarlığımdan kimseye söyleyemeden tıpış tıpış doktorun yolunu tuttum.
Doktor hanım önce beni güzelce dinledi. Ve ağır bir depresyon geçirdiğimi, ağır nevrotik eğilimler taşıdığımı, kendimi baskı altında hissettiğimden stres bombasına döndüğümü, intihar eğilimleri taşıdığımı, tüm bunların aslında anneme olan öfkemden kaynaklandığını ve çok dikkatli olmam gerektiğini söyledi. Ciddi ve uzun sürecek bir tedaviye başlamamız lâzım geldiğini de ekledi.
Çok şaşırdım. Hiç intihar girişiminde bulunmadığım gibi şimdiye dek aklımın ucundan bile geçmedi bu. Annemi ise herkesten çok severdim, çok iyi anlaşırdık. Öldüğünde kendimi çok yalnız hissettim. Beni işsizlik ve bu yüzden eşimden ayrı olmak yıpratıyor sanıyordum.
"Aslında baş ağrılarım için gelmiştim." dedim.
"Baş ağrıları da aynı sebepten" dedi doktor hanım.
"Yanılıyor olamaz mısınız?" diye sordum. Çok kötü bir ruh hali içindeydim. Özellikle de bu tür teşhisleri kaldıracak durumum yoktu. Yine de sağduyumu yitirmemeye, gerçekçi olmaya çalışıyordum.
Doktor açtı ağzını yumdu gözünü. "Ne demek yanılıyor muydu? O koskoca psikiyatristti! Kaç yıl okumuştu! İnsan sarrafıydı! Gözünden anlardı hastalığın nedenini! Kimse kandıramamıştı onu şimdiye kadar! Akıl küpüydü o! Örneğin; birisi uzak bir noktaya boş boş bakıyorsa kesin şizofrendir ya da o eğilimdedir. Orada başkasının göremediği bir şeyleri görüyor olma ihtimali sıfırdır."
Bu arada "ağır nevrotik eğilim" neydi, onu da anlamamıştım ama ağır olduğuna göre çok kötüydü ve bunu da sorup tartışacak enerjim yoktu. Boyun eğdim. Onca sene okumuş ondan daha iyi bilecek değildim ya. Zaten ben de okuduğum kitaplardan az buçuk biliyordum ki, sorunsuz insan yoktu. Çocukluğuna bir insen herkeste neler çıkardı neler!
Demek ki bende de farkında olmadığım eğilimler vardı.
"Annemden nefret ettiğim halde bunu karşıtına çevirmiştim. Sevdiğimi sanarak kendimi aldatıyordum. O yüzden de öldüğünde çok sevinmiştim aslında. Bu yüzden suçluluk duyuyordum, bu da beni hasta ediyordu."
Tedaviye başladık. Doktor hanım her gün yutmam gereken avuç dolusu ilâç yazdı ve düzenli olarak kullanmam gerektiğini de sıkı sıkı tembih etti.
Tam da o gün ben oradayken Doktor hanım için çok güzel kocaman bir hediye paketi geldi. Masasına koyarken dikkatimi çekti; benim kullandığım ilâçlardan birinin adını gördüm hediye paketine iliştirilmiş kartvizitte. Dayanamayıp "Özel bir gün galiba." dedim. Değilmiş. İlaç firmaları gönderirmiş arada sırada. Nedenini merak ettim ama daha fazla kurcalamadım.
Aradan haftalar geçti. Her nedense ilk gittiğim güne göre kendimi çok daha kötü hissediyordum. İlaçlar baş ağrılarımı geçirmek şöyle dursun, şiddetini her geçen gün arttırıyordu. Özellikle annemin ölüm yıldönümünde çektiğim baş ağrısını anlatmam imkânsız. Doktorun telkinleriyle açığa çıkan öfkemi kontrol etmeyi başaramadığım için o gün çocuklarımı bile görmeden bütün günü evde kendimi bir odaya hapsederek geçirdim. İntihar düşüncesi iyice sarıp sarmalamaya başladı. Artık hayat benim için kâbustan öte bir hal almıştı. İlaçların dozu arttırıldı ve kafam uyuşmaya, kendimi kaybetmeye, bayılmaya başladım. Komşularımla, arkadaşlarımla görüşmeyi kestim.
Ta ki bir gün intihar düşüncesi ile çocuklarımın yanına gidip işin içine onları da katmayı planladığım anda kızımın sesiyle irkilene kadar.
O ses kendime gelmemi sağladı. İlâçları kesmeye karar verdim. Doktor hanım çok öfkelendi, tedaviye devam etmem gerektiğini söyledi. Bu arada kafam da yavaş yavaş yerine gelmeye başladı. Asuman uyardı; "Başka doktorlara da gitsen iyi olur, hiç iyi görünmüyorsun. Bu tedavi başladı başlayalı başka biri oldun, korkutuyorsun valla. Az kalsın çocuklarla birlikte intihar edecektin" dedi. Onu dinledim ve bir başka doktora göründüm kullandığım ilâçları, uygulanan tedaviyi anlattım.
Meğer kullandıklarım, benim durumumdaki kişilere kesinlikle verilmemesi gereken, ağır şizofreni vakalarında -üstelik küçük dozlarda- kullanılan ilâçlar değil miymiş? Beni delirmenin ve intiharın eşiğine getiren şey, bu ilâçların etkisiymiş meğer. Yapılan yanlış ve olumsuz telkinler de bunu desteklemiş. Hemen ardından durumdan emin olmak için gittiğim diğer doktorlar da şaşılacak biçimde aynı şeyleri söylediler.
Koştum hastaneye, çıktım bizim doktor hanımın odasının olduğu kata. Kapıdaki hemşire randevusuz içeri sokmak istemedi. Kim dinler? Elimle ittim bir kenara ve daldım doktorun odasına. Hemşire arkamdan bakakaldı.
Doktor hanım beni sırası gelmiş bir hasta sandığından şaşırmadı, kafasını kaldırmadan "Neyiniz var?" dedi. Belli ki hatırlamıyor beni. Sakin olmaya çalışarak ilaçları çıkardım çantamdan, masasına koydum. "Bunları kullanıyorum" dedim sadece.
İlâçlara baktı, "Neyiniz var?" dedi tekrar.
"Bu ilaçlardan önce iç sıkıntılarım vardı, mutsuzdum" dedim.
"Şimdi?"
"Şimdi çok daha fenayım. İntiharın eşiğine geldim" dedim.
Doktor gözlerini açarak ilâçlara baktı, "Tabii ki gelirsiniz" dedi, "Bu ilaçlar ağır şizofrenik vakalara verilir; hangi manyak verdi size bunları?"
"Siz verdiniz" dedim gayet sakin.
Gözlerini kaldırıp baktı ilk kez. Hâlâ tanıyamamıştı belli ki.
"Olamaz! Mümkün değil, yanılıyorsunuz!" dedi inanmayarak. "Sizin kafanız sahiden bulanmış."
İşte tam burada film koptu ve ben o an gerçekten delirdim!
Gayet sakin, kalktım ayağa, kapıyı içeriden bir güzel kilitledim. Korktu. "Ben vermedim!" dedi.
"Sen verdin kaltak! Unuttun mu?" dedim.
"Sen delisin! Güvenlik, güvenlik! Yardım edin!" diye bağırmaya başladı. Sonra da artık Allah ne verdiyse. Doladım saçından ağzını burnunu dağıttım oracıkta. Ama ööle bööle değil, gebertesiye dövdüm. Deli kuvveti işte.
Odadan çıktığımda, hemşire de dahil herkes korkusundan sağa sola kaçıştı. Aralarından geçip savuştum oradan.
Eve gittiğimde acaip rahatlamıştım. Ne intihar düşündüm, ne içim sıkıldı, ne de annemle ilgili manyakça düşüncelere saplandım. Kocaman bir "oh!" çektim. Sanırım gerçekten de balataları sıyırmıştım; doktorumu dövünce içimin rahatlaması da sadist eğilimler taşıdığımın bir göstergesiydi. Olsun. Umrumda değil. Ben deliyim!
"Anne uyan! Anneeee! Hadi kalk!"
"Hıı! Ne var? Nerdeyim? Ne oluyor?"
"Rüya görüyordun herhalde. Apartmanın girişinden duydum çığlıklarını."
"Ay! İçim geçmiş! Selâmün kavlen!"
"Biriyle kavga ediyorsun sandım. Meğer uyuyormuşsun. Sana su getireyim mi?"
"Getir."
"Bütün bunlar rüya mıydı?" diye fısıldadım kendi kendime. Kafamı toparlamaya çalıştım. Fakat hâlâ ne kadarı gerçek ne kadarı rüya çözemiyordum.
"Burcu, ben psikiyatriste gittim mi kızım?"
"Hayır anne. Neden? Gidicek miydin?"
"Yoo. Hayır tatlım gitmiycektim."
Ancak uyandıktan yarım saat sonra her şeyi hatırlayabildim. Tanrım nasıl bir rüyaydı bu böyle kâbus gibi! Asuman gittikten sonra acaba bir doktora gitsem mi diye düşünmüş ve uykuya dalmıştım.
Rüyada gördüklerim muhtemelen; doktorlarla ilgili kötü deneyimleri olmuş hasta insanların anlattıklarının, ilaç sektörü ile içli dışlı olmuş doktorların, okuduğum kitapların, psikiyatri denen bilimin bizzat psikiyatristlerin bir kısmı tarafından zıvanadan çıkarılmış ve popüler bir metaya dönüşmüş olmasından kaynaklanan güvenilmezliğinin bende yarattığı etkiydi. E hayâl gücümü de yabana atmamak lâzım bu arada.
Sonuç olarak; doktora gitmemeye karar verdim. Gitseydim başıma bunlar mı gelirdi yoksa doktorlara özellikle de psikiyatristlere karşı içimde yeşeren ama farkında olmadığım bu güvensizliklerimin yersiz olduğunu mu görürdüm bilemiyorum.
Fakat yine de kararım kesindi. İçimde böylesine güvensizlik duygusu birikmesine yol açmış bir bilimden medet umamazdım. Neyse ki kendimi kontrol edecek durumdaydım. Aklıma güvenmeyi seçerek, şunca değerlendirmeyi yapabilen zihnimin, sorunları dert etmemeyi de becerebileceğine kanaat getirdim.
Ve gerçek anlamda bir sorunum olmadığı için de Tanrı'ya şükrettim.
Bildiğimiz üzüntü duygusunu "depresyon" (bunalım) diye markalayıp, ilâç endüstrisinin pazarı haline getiren psikiyatri dünyasına yönelik sert -ve yerinde- bir eleştiri:
"Psikiyatri, sadece depresyonu değil, insan olma durumunun doğal sonucu olan birçok hali hastalık sınıfına sokarak ilâç endüstrisine yardımcı oldu. İlaç endüstrisi de bu hastalıklara, tedavi etme yeteneği tartışmalı, ilâçlar uydurarak psikiyatriye."
"Bu çıkar buluşmasının sonucu yeryüzünün psikiyatrik ilaca boğulmasıdır. Antidepresanlar dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de en çok satan ilâçlar arasına girdi. Hastalık olmayan bir durum müthiş ağır yan etkileri olan ilâçlarla "tedavi" ediliyor. Bu çağımızın en büyük aldatmacalarından biri, muska yazmaktan beter bir şarlatanlıktır. Hiç olmazsa muskanın yan etkisi yok."
Bunalım Burhan - 6 Şubat 2012 (22:30)
Fersan Cevriye neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.