Çalışan kesim pazartesi öğlenlerinden, askerler sık sık verilmesinden, lokantalar vazgeçemediklerinden, tıp ilmi faydalarından, kimimiz şarkısından, kimimiz cinsinden, yöresinden, kimisi de kahramanından tanır onu.
Onu hissetmeniz açlık duygusu ve koku yoluyla oluyor. Açken, görüldüğünde yemek isteği uyandırması, tüketenlerdeki yan etkinin yarattığı rayihadan hemen anlıyorsunuz.
O kim mi? Okuyalım, tanışalım o zaman.
* * *
Lokantadan içeri girdim, boş masaya oturdum. Tam sipariş vereceğim, garson bağırdı:
- "Çek bir kanarya."
Allah Allah bu da neyin nesi demeye kalmadı. Bağırıverdi yeni siparişleri:
- "Az kanarya, ahçı yap, kanaryası bol olsun, kanaryalı pilav" .
Sağa sola bakıp ne olduğunu anlamaya çalışmaktansa, öksüz oğlan kendi göbeğini kendi keser misali, ben de denemek istedim. Siparişi verdim. Garson tekrar bağırdı:
- "Yakışıklı abime bir kanarya."
Başladım beklemeye, bir de baktım… Gele gele ne geldi? Bildiğimiz kuru fasulye. Yanında biber turşusu, acı pul biber tabak içinde.
Dayanamadım garsona sordum:
- "Neden kuru fasulyeye kanarya diyorsunuz?"
Cevap manidar oldu:
- "Öttürür öttürür, şakırdatır abim."
Yıllarca "çek bir kuru" tabirine alışınca insanın tuhafına gidiyor ne de olsa…
* * *
Memlektimizde Erzincan, Konya, Çumra, Samsun, Niğde, Balıkesir, Kayseri, Ankara, Karaman, Malatya, Doğanşehir, Elbistan ve Tokat´ta yetişmekte olan kuru fasulyenin şimdilerde fiyatı cebi kavuruyor, eli yakıyor. Kuru ile aramıza kuraklığın girdiğini, daracık daracık ekim alanlarının olduğunu, çiftçinin rekoltesinin aşağılara yuvarlandığını, tüketiciye kuru fasulye ulaşmadığını, kocaman kocaman stokçuların piyasaya kuru fasulye sürmediğini söylüyorlar.
Kim düşürdü seni bu hallere kuru fasulye? Sana bunu yaşatanların eline kıymık batsın. Yoksa bir komplo ve tarım mühendisliği mi var bu işin içinde? Kaos lobisinden de söz ediliyor.
* * *
Kuru fasulyenin ithali serbest bırakıldı. Yani dünyanın her ülkesinden memleketimize kuru fasulye gelecek. Gümrük vergisi değerin sıfır oldu. Sıfır. İhtiyacın karşılanması için maalesef Arjantin, Kırgızistan, Çin, Mısır, Kanada, Etyopya, Bengaldeş, vs ülkelerden ithal edilebilecek.
Ellerin kuru fasulyesini mi yiyeceğiz? Hani sen bizim millî yemeğimizdin? Bundan amaç daha ucuz ithal fasulye fiyatı ile içerdeki yüksek fiyatlı kuru fasulye direncini kırmaksa, iç piyasadaki fiyatı düşürmekse, arzı çoğaltıp fiyatı aşağı çekmekse, anlaşıldı. Sözün özü, seni elle terbiye edeceğiz.
Saadettin Kaynak'ın meşhur karcığar şarkısına (Kara Bulutları Kaldır Aradan) atıfta bulunmadan geçemiyeceğiz.
Karaborsacıyı, aracıyı kaldır aradan, vay aman, vay aman vay,
Beri gel fasulye eken çiftçim beri gel,
Ne kadar emek vermiş seni üreten, vay aman vay, vay aman vay
Beri gel fasulye eken çiftçim beri gel,
Dilinden anlayan yetkili az olur vay aman vay, vay aman vay
Beri gel fasulye eken çiftçim beri gel,
Sen ekmezsen ithal gelir üretim az olur, vay aman vay aman vay
Kuru fasulye stokçuları, spekülatörler siz yandınız hadi bakalım elmi yaman, bey mi yaman? Peki yerli üretici ne yapacak o zaman? Kuru fasulye yetiştirmeyecek mi?
Ben bilmem, büyüklerimiz bilir.
Bu arada da kulaklarımızın pasını silen fon müziği giderek ses şiddetini arttırarak devreye giriyor. Kibariye söylüyor:
Tanelerinin ucu kesik, dolgun beyaz renkli Dermason fasulyesini, böbreğe benzeyen oval yassı Battal'ı, yuvarlak Şeker'i, ince uzun horoz fasulyesinin damaklardaki tadını artık bulamıyacak mıyız?
* * *
Lokantaların her gün olmazsa olmazı, baklagillerin en ünlüsü, sana "ak bakla" da deriz, sevdiğimizdendir, yanlış anlama. Zammın lokantacıları ikiye böldü. Pahalı kuru satmaktansa satmama yolunu seçenler, kuru fasulye boykotunu seçti, müşterilerini kuru fasulyesiz bırakmak istemeyen lokantacılar ise diren kuru fasulye diren diyerek, seni yine zamsız sunacaklar. Askerdeki karavanın vazgeçilmezi, iş yeri pazartesilerinin tabldot sabiti. Nereye kadar nereye kadar bu aşkın sonu? Umut meze, sabır işkence, beklemek ama bizleri yordu.
Sana filmlerimizde bile yer verdik. Unutmadık, unutturmadık seni. Yerli filimlerde yoksul aile görüntüsünü senin sayende anlardık. Yer sofrasına oturup yumrukları ile kırdıkları kuru soğanı bölüşen ve ortaya konulan kuru tenceresinden yenilen yemekle "fakiriz ama namusluyuz, kimseye minnet etmeyiz" imajı boğazlarımızda düğüm, göz pınarlarımızda iki damla yaş olarak bizde kendini bulurdu. Pirinç pilavı kardeşin gibiydi. Ailenin şişman ve sevimli küçük çocuğu yemekte doymaz, birazda şımararak bir tabak daha ister, aile fertlerinin bakışlarla mutabık kaldığı şekilde, ciddi suratlı anne diğerlerinin paylarından kesinti yaparak ona ikinci bir tabak pilav üstü kuru fasulye verirdi. Bizler de kendi açlığımızı unutup, kendimiz yemiş gibi sevinir, doyardık. Hayalin bile bizi doyururdu. Kuruuuu.
"Lobya" diyenimiz de çoktur. Ailemizin bitkisel lifi, protein kaynağımız seni önceleri çok aşağıladık hor gördük.
Küçükken mahallenin büyük çocukları oyun oynarken, yakan top, saklambaç, yağ satarım bal satarım, mahalleler arası maç gibi oyunlarda, ya "kuralları anlamıyor", ya "oyunu bilmiyor, zaten küçük" denilip siz hiç kenarda kaldınız mı? Bazen acırlar, iyi yanlarına denk düşer, bazen siz -çoğunlukla- annelerinizi veya babalarınızı ricacı yaptırırsınız, bazen de sadece adam yokluğunda veya oyunlarının bu küçük çocuk yüzünden tamamen iptal olacağı korkusundan sizi oyuna alırlardı.
Bu korku ebeveynler tarafından şöyle dile getirilir:
- "Ya bizim oğlanı da oyuna alacaksınız ya da oyun moyun oynamak yok."
Büyük çocuklar suratları ekşimiş, istemiye istemiye önce tembih ederler, arkasından şartlı oynama başlardı. Fizikçe ve yaşça küçüksünüz, kural tanımıyorsunuz, hep kaybedecek hüviyettesiniz, yani etkisiz elemansınız (toplamada sıfır, çarpmada bir), sizi alan taraf yaşadı, derdine dert taşıdı. İşte bu oyuncuya "fasulyeden oyuncu", oynamaya da "fasulyeden oynamak" derdik. Hele bir de kurallara filan itiraz etmeye kalkınca "bu da kendini fasulye gibi nimetten sayıyor" der, dikkate bile almazlardı.
Senin nelere kadir olduğunu; kalp rahatsızlığını, mideyi, bağırsağı, kansızlığı, kan şekeri seviyesini ayarlamayı, kolesterolü düşürmeyi, B vitaminlerinin çoğunu içerdiğini, mineral deposu olduğunu bilmezdik. Diyetisyenlerle mankenlerin yazdığı doğru beslenme ve diyet kitapları, televizyonların, gazetelerin sağlık köşelerindeki doktorlar, bitkisel şifacılar, doğal (organik) beslenme uzmanları seni yeniden hatırlattı.
Eskiden sade veya kuş başı parça etli olan yemeğini, şimdi kemik suyuna, et suyuna, pastırmalı, sucuklu, güveçte, tencerede yapıp satan özel kuru fasulyeci lokantaların var. Artık kuru fasulyeciye gitme modası oluştu. Vejetaryenların protein kaynağı, karkas ete rakip oldun ama son zammından sonra ağızımızın tadı da kaçtı.
Görsel ve yazılı medyada sanki hepimizi ilgilendirirmiş gibi; "en çok hangi yemeği seversiniz, en sevdiğiniz yemek nedir" sormacalarına halkınla kenetlenmek isteyen sanatçılarımız daima senin adını vererek, kuru fasulye diyordu. Halk sanatçılığı seninle bir kez daha perçinlendi. Kuruuu.
Bu toprakların insanları deliden çok korkar. Alışılmışın dışında bir şey yapana da hemen "deli" adını takar. Sonra istediğini yap. "Aman deli işte yahu" deyip yaptığını kabullenir. Atasözümüz bile var. "Delidir ne yapsa yeridir" diye. Edirneli klarnetçi Selim Kızılcıklılar, namı değer Deli Selim bu oyun havasını senin için bestelemiş:
Başkasının aklına gelir mi böyle şarkı yapmak? İçinde hayat pahalılığı var, gösterge rakkamı birim fiyatı var, kuru fasulye alabilmenin ve tenceresini kaynatan kişinin mutluluğu var, tüm bu eleştirel yapı ve mutluluk oyun havası formuyla ev hanımının davranışlarına dolayısıyla tüm aileye de yansıtılmaktadır. Hayda bre… Hem oynasın, hem kaynasın… Vur patlasın, çal oynasın…
Oyun havası, mutluluğun doruk noktasında gelip Halime'ye dayanmaktadır.
İkinci mısra: "Aman Halimem yandan, severim seni candan"
Seviyeli ilişkinin tarafı olan Halime, evin erkeğinin karnı doyunca aklına düşmüştür. Tarihçiler tarafından yapılan yorumlarda Halime'nin kimliği hakkında kesin ve net bir bilgiye ulaşılamamıştır. Bazı tarihçiler, Halime'nin samanlıkla ve şalvarla anılan Halime olduğu konusunda ısrarlı yorumlarını sürdürmektedirler. Karşı görüşteki tarihçiler ise şarkının bestelendiği tarih ile Halime'nin ayni dönemde yaşamalarının mümkün olmadığını ileri sürmektedirler.
Konuyu belgeye dayalı tarihçilik konusunda uzman olan, tarihin en dip odasındaki çanakçı, kaymakçı, minyatürcü yorumculara havale edelim, biz yine esas konumuza dönelim.
Konuşulacak konu kalmadığında halk arasında olay yine sana bağlanır. "Gelelim fasulyenin faydalarına" denir. Faydaların saymakla bitmez ama nedense gelip gelip evlere şenlik durumuna takılırız.
Evet, kuru fasulye yendikten sonra bünyeyi şenlendirir. Tavsiye edilen doz, bir günde bir öğünde bir tabaktır. Aşırı doz tüketiminde (sevip de tabak tabak yenirse) 2-3 gün süren yan etkisi görülür (!)
Bazı liselerimiz kuru fasulye pilav günü düzenleyerek geleneksel yıllık toplantılarını seninle gerçekleştirirler. Eski günlerini seninle birlikte anarlar. Kuru sensiz olmaz, sensiz olmaz.
Toplumların kendi liderini yarattığı gibi, mizahi kahramanını da yaratma becerisi vardır. Onların ıspanak yiyen, Safinaz'ı kurtaran, Kabasakal'ı haklayan, pazuları, önkolu şişik çizgi kahramanı Temel Reis'leri varsa, bizim de kuru fasulye yiyen, enerjisiz ülkemin, doğal gazla uçuş yapabilen, zart diye gelip zort diye problemleri çözen, sevgi kelebeği, iyilerin dostu, dul ve yetimin bacanağı, ailemizin televizyon kahramanı Gazman'ımız var.
Bizimkisi böyle, ne yapalım.
Öncelikle, bu yazının başına bir uyarı koymak lâzım: "Yemekten sonra okuyunuz" olabilir meselâ. Ağzımızın suyu aktı okurken. Simitten kendimizi henüz kurtarmışken hem de.
Öğle tatilinde kendi yemeğini seçme şansına sahip şanslı biri olarak, pilav üstü kuruyu ayda kaç kere yediğimizi hatırlamaya çalışıyorum. Yer bulamayıp dönmelerimizi saymazsak epey çok. Karaköy'den Tophane'ye çıkarken hemen köşede Fasuli vardır hani. Tereyağ ile pişirilmiş, iyice helmelenmiş, nefis kokulu iri kuru fasulye, pilav ve biber turşusu. Oldu mu şimdi! Oldu mu ya?
Fersan Cevriye - 9 Şubat 2014 (22:23)
Şöyle hafiften helmelenmiş kuru, illa ki salçalı suyuna ekmeğini banacaksın ki öksüz doyursun. Yanına da gözlerden yaş getiren kırmızı biber ya da bir baş soğan…
Sona kalan iki kaşık kuruyu da pilavın üstüne yatıracaksın…
Rize'ye yolu düşenlere meşhur kuru fasulyeci Hüsrev'in lokantası tavsiye edilirse de kulak asma. Ben fazla şekerli bulurum Hüsrev'in kurusunu. İnsan açken tatlı değil tuzlu şeyler yemek istiyor.
Fakat, hepsi bir yana da, şimdi sorsalar ne yersin diye, duraksamadan pastırmalı kaşarlı samsun pidesi derdim. Üstüne de demirhindi şurubu. Ooooh! Muhtemelen masada o tür şeyleri içmeyen biri bulunur, onunkini de ben içerim. Yarasın!
Necdet Tosun - 11 Şubat 2014 (16:11)
Orhan Dirim neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.