Patronsuz Medya

Bir aşk hikâyesi (susamtos simitis)

Orhan Dirim - 9 Aralık 2013  


(Dikkat! Burada anlatılanlar ve karakterler herhangi bir hikâyeden alınmamıştır. 2013 Türkiyesinde yaşanmıştır ve gerçektir.)

Onu ilk defa sokakta gördüğümde "işte tam da benim aradığım bu, aman Allah'ım, ben ne yapacağım şimdi!" heyecanını yaşamıştım. Duruşu, görünüşü (hatlarının yuvarlaklığı), teninin bronzluğu, aramızda kalsın, çıtırlığı, kokusu (parfümü) tarif etmek istesem bu kadarı da olmaz, "gönlümdeki tam da bu" demiştim.

Açıklık bir yerdeydiniz. Birbirinize çok yakındınız. Arada sırada üzerine eğilip, üstünü naylon bir yağmurlukla örtüyordu hem üşümeyesin hem de ıslanmayasın diye.

Bu nasıl ilgi, nasıl korumacılık, nasıl bir sevgiydi? Ne kadar da kıskanmıştım o gün seni.

Yanından göz ucuyla iç çekerek bakıp geçtim ama aklım hep sendeydi.

İçim içimi yiyor, midem sanki kazınıyordu.

Kimselere bir şey söyleyemedim. Tekrar karşılaşmamız için hep içimden dua ettim.

Günler sonraydı. Nasıl olduysa canım pasta istedi. Pastahaneye uğradığım o gün, bir baktım sen, sen gözüme tutulan fener ben tavşan. Öylece kala kaldım. Yutkundum, ağzımın kuruduğunu hissettim. Bağırsam bağıramıyor, konuşsam konuşamıyordum. Aynı mide kazınmasını yine yaşamaya başlamıştım.

Bu kez camdan bir bölümde duruyordun. Saygınlığın artmıştı.

Yaklaştım, sana ve çevredekilere belli etmeden en azından kokunu hissetmek istedim. Derin bir nefes çektim içime, ama yok, yok, yok, o eski kokun yoktu.

Seninle muhatap olanlar çok resmî davranıyor, eldivensiz dokunamıyorlardı sana. Hasta gibiydin, teninin rengi daha mı sarı daha mı beyaz olmuştu ne? Sen eski sen değildin artık. Seni böyle görmek beni çok üzmüştü. Pastahaneden hemen çıktım; yıkılmıştım.

Seni bir an önce unutmak istiyordum. Yürürsem belki açılırım düşüncesiyle başladım yürümeye. Ayaklarımda derman kalmayıncaya kadar yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Sonunda otobüs durağına vardım. Yorulmuştum. Durak kalabalıktı. Yanımda duran iki hanım kendi aralarında konuşuyorlardı.

Baktım, senden bahsediyorlar. Tabii ki hemen kulak kabarttım. "O saraylara lâyık, onu oralarda göreceğiz inşallah" diyerek konuşuyorlardı. Genelde annelerin kızlarını yere göğe koyamadıkları sevgi sözcüklerinle senin ne ilgin olabilirdi ki?

Düşündüm hâlâ saray var mıydı? Bildiğim kadarıyla hepsi müze olmuştu.

Şaşkındım. Neyi kaçırmıştım. Fark edemediğim neydi?

Konuşmam, açılmam içimi dökmem lâzımdı. Canım sıkkın, bir nevî "yaşam koçum" olan arkadaşıma telefon açtım. Uzun uzun senden bahsettim, sevgimi dile getirememekten dolayı çektiğim acıları, çekingenliğimin bedelini nasıl ödediğimi anlatım. Dinledi, dinledi ve sonunda "üzülme ama o çok yakında Türkiye sınırlarını da aşacak, sadece senin, bizim değil, dünyanın sevdiği olacak" dedi

Sen benim kıymetlimdin, sevdiğimdin, ama sana ülkemde sahip çıkamamıştım.

Seni bu hale getiren, bir taraftan değerini arttırırken (pahalı), benden uzaklaştıran yüzde doksanı yabancı menşeli akımlar ve katkılar mıydı?

Peşini bırakmadım, takip ettim. Sonunda öğrendim seni benden uzaklaştıranın kim olduğunu. En azından artık yabancı adını biliyorum. İşte ilân ediyorum herkese: Sesamum indicum.

Artık çayımı içip, simidimi yiyebilirim.

Yorumlar

Orhan Bey, çay eşliğinde çıtır simit yeme isteği uyandıran, susam kokularını duyumsatan yazınız içimizi ısıttı. Hislerimize tercüman oldunuz. Anlaşılan o ki yazılarınızın takipçisi olacağız… Ayrıca aşağıda çıkan editör yorumlarına hasta oldum! Şu anda yorum yok, "budur" a bastım gitti.

Hülya Taşkın - 10 Aralık 2013 (16:01)

diYorum

 

Orhan Dirim neler yazdı?

368
Derkenar'da     Google'da   ARA