Patronsuz Medya

Beyazlar bunu yapabilir mi?

Mehmet Atılgan Aslan - 15 Mart 2009  


"…Otomobile gelince, batarya teknolojisi elektrikli bir arabaya, saatte 160 km yaptırabilecek ve bir şarjla, 320 km'den fazla yol götürebilecek enerji sağladı. Bu teknoloji yıllardır var. Ancak, batarya patentleri pazardaki payı belirleyen petrol endüstrisi tarafından kontrol edildiğinden ve enerji endüstrisi politik baskı yaptığından, bu teknolojinin ulaşılabilirliği ve geliştirilmesi sınırlandırıldı. Dünyadaki bütün araçların elektrikli ve sıfır petrol ihtiyacı ile tamamen temiz olamamasına, ahlâksız kar açlığından başka hiç bir engel yoktur."

Yukarıdaki paragraf Zeitgeist 2'den.

Şimdi buna benzer, biraz daha minimalist açıdan bir hikâye anlatacağım. Yaşadığı sorunların çözümünü hayal gücünün açtığı yollarda arayan kara derili bir insandan bahsedeceğim. Adı Mohammed Bah Abba. Dünyanın en fakir 20 ülkesinden 19'unun bulunduğu Afrika'da yaşıyor.

Afrika malûm, altın, elmas, petrol zengini olmasına rağmen parsayı alıp götüren beyaz Avrupalılardan geriye kalan açlıkla, hastalıklarla mücadele ediyor. Yoksul insanların yaşadığı çoğu bölgede elektrik bile yok. Geçimlerini topraktan kazanan çiftçiler ürünlerini bozulmadan pazarda satma kaygısıyla yaşıyor. Çünkü Afrika gibi sıcak bir yerde yiyeceklerin bozulmadan kalmasını sağlamak büyük bir sorun. Yiyeceklerini birkaç gün içinde pazarda satamayan Afrikalılar, bu yiyeceklerini saklayacak bir buzdolapları, hatta buzdolaplarını çalıştıracak elektrikleri olmadığı için parasız ve aç kalıyorlar.

Bu soruna bir çare bulmak için Nijeryalı bir öğretmen olan Mohammed Bah Abba, Afrikalıların geleneksel metodlarından ve termodinamiğin ikinci yasasından yararlanarak bir buluş yapıyor. Zeer Pot (The African Way) adı verilen bu soğutucu, iç içe konmuş iki sırsız toprak kaptan oluşuyor. Kapların arasındaki boşluğa da kum döşeniyor. Kum günde iki kere ıslatılıyor. Kapların üstü ıslak bir bezle örtülüyor, ya da içteki küçük kap yine topraktan yapılma bir kapakla kapatılıyor. Kumun içindeki su buharlaşırken, içteki kapta hava akımı yaratıyor. Bu sayede, iç taraftaki küçük kap soğuyor. Tabii içine koyacağınız besin ve içecekler de. Böyle bir kabın içinde domates ve biber 3 hafta, diğer sebzeler 4 haftaya kadar saklanabiliyor. Suyu 15 dereceye kadar soğutabilen Zeerpot, her yerde kullanılabiliyor. Elektriğe ihtiyaç kalmıyor.

Buluşuyla 2000'de Rolex Laureate ödülünü alan Nijeryalı öğretmen 75.000 dolarlık para ödülünün de sahibi oldu…

Buluşu duyunca Zeitgeist 2'nin kapitalizmle mücadele için sunduğu yollar aklıma geldi. "Kapitalizmi istemiyorsak önce gereksiz tüketimden vazgeçmeliyiz. Alternatif enerji kaynakları üretmeliyiz," diyordu filmde. Çünkü pasifist sosyalist Oscar Wilde'in söylediği gibi "bana lükslerimi verin gereksinimlerim olmadan da yaşayabilirim" sözünün aksine, gereksiz yere tükettiğimiz her şey bu sistemi daha da güçlendiriyor ve bırakın lükslere sahip olmayı, dünyanın çok büyük bir nüfusu, en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayıp açlıktan inim inim inleyerek yaşamaya çalışıyor.

Son yıllara anti kapitalist açılımıyla damgasını vuran belgesel film Zeitgeist'da, kapitalizmin sonu böyle alternatif enerji kaynaklarından geleceğini iddia ediyordu. Tıpkı Mohammed Bah Abba'nın yaptığı gibi. Evet elektriğin olduğu yerde, buzdolabının rahatlığına alışmış bir toplumda buna ihtiyaç yok. Ama ne derler bilirsiniz, "Amazon'da kanat çırpan kelebek Afrika'da fırtına yaratabilir". Ana mesele zaten insanın neleri tüketebileceği değil, nelerin kimler için üretildiği. Bu tamamen siyasi bir sorun, insanın dünyaya bakış açısıyla ve hayattaki amaçlarıyla ilgili. Kapitalizm, onunla savaşmak için bir araç olarak mı kullanılacak, yoksa amaç mı?

(Kapitalizmin ne menem bir hastalık olduğunu, Rusların bir atasözü açıkça dile getirmiş zaten: "Para arttıkça ona olan sevgi de artar." )

Kapitalizm gücünü de buradan alıyor değil mi? Ona olan sevgiden. Bir de kimseye esasında faydası bulunmayacak, sadece birilerinin cebini daha da şişirmekten başka bir işe yanamayacak şeyler üretmekten.

Konudan konuya atlıyorum ama şimdi de aklıma Bertrand Russel'ın bir sözü geldi:

"Yararlı bir şey üretme uğrunda kullanılabilecek büyük bir insan emeği, üretildikleri zaman boş yatan ve hiç kimseye hiç bir hayrı dokunmayan makineler üretme uğrunda harcanmıştır."

2008 yapımı belgesel film Zeitgeist'de, "modern dünya, ancak modern insanın emeğini çoğu yararsız ve boş işlerde, sadece karnını doyurmak için zenginlerin köleliğinde geçirmekten kurtulup, teknolojinin kayıtsız şartsız (ve de parasız) insanın hizmetine girdiğinde kurulabilecek" denmişti.

Russell ise şu sözleri 1932'de yazmış:

"Modern dünyada çalışmanın erdem olduğuna inanmak yüzünden çok büyük zararlar doğmaktadır ve mutluluğa giden yol, refaha giden yol, çalışmanın örgütlü bir düzen içinde azaltılmasından geçer."

Bu gerçek, su kadar berrak değil mi: İnsanoğlu gereksinim duyduğundan çok daha fazlasını üretiyor. Ve ürettiklerinin çoğu, devletlerinin gelecekte savaşa girme ihtimali bulunan ordularına aktarılıyor. Çünkü insanlar ordularının varlığının kendi güvenlikleri için gerekli olduğuna inandırılmışlar. Ordu demek savaş demek, savaşsa daha çok borç ve daha fazla kölelik demek.

Ve okullarda okutulan kitaplardan tutun da televizyonlarda yayınlanan filmlere kadar her yerde, çalışmanın ve devlet için üretmenin en kutsal görev olduğu aşılanıyor.

(Tarih dersi neden bu kadar önemli acaba? Tarihimizi öğrenmekten ziyade tarihte Türklerin ne kadar çok düşmanı olduğu şartlanmasını beynimize sokup, korku psikolojisiyle her Türk'ün asker doğması için olmasın sakın?)

Russell şöyle diyor:

"Çağdaş teknoloji aylaklığın sadece imtiyazlı sınıflara ait bir hak değil bütün toplum içinde eşit dağılan bir hak olabilmesini, birtakım sınırlar içinde mümkün kılmıştır. Çalışma ahlâkı, köle ahlâkıdır, modern dünyada ise köleye ihtiyaç yoktur."

Karl Marx'a göre de üretmek yaşamsal bir ihtiyaçtı. Varolabilmenin bir gerekliliğiydi. Mesele zaten insanın ihtiyacı kadar üretmesi ve bunu eşit olarak paylaşacak siyaset felsefesini kurabilmesi. Yoksa teknoloji bizim yerimize yaşamamız için gerekli olan maddeleri üretene kadar geriye düşlerimizden başka bir şey kalmıyor demektir. Bolca okuyup yazmak ve bolca düş biriktirmek. Belki bir gün bütün insanlar, tüm insanlık ve dünya için daha iyisini hayal etmeye başladığında, bu hayalleri kimseye satmaya gereksinimi olmadığını anlayacak ve o gece kapitalizmin son güneşi de kendi kendine batmış olacak.

* * *

Seyretmek isteyenler için: Zeitgeist 2 →

Yorumlar

Yaşadığımız bu acımasız kapitalist dünyayı ters yüz etmek, ondan kardeşçe yaşayan paylaşımcı bir toplum çıkarmak bir ütopya mıdır?

Bence bu tür köklü siyasal değişimler ya zorla olur ya da geniş bir taban kitlesi tarafından destekleniyorsa. Zorla olursa zaten bir hayrı olmaz. Kaldı ki, tam tersi zor kullanabilecek güçler şu anda kapitalizmin bekçisi durumunda.

Taban desen, o da yok bence. Artık insanlar kapitalizmin vahşiliğinde sindirilmiş de ondan mı yok, yoksa zaten insanoğlunun mayası paylaşmaktan ziyade "çalışan kazanır, elması kızarır" düsturuna yatkın da ondan mı yok bilemem.

Peki, bu bir rüya olmaktan öteye gidemeyecek mi?

Benim teorime göre günün birinde çok acı tecrübelerle bu yola girilecek. Zor kullanma ve taban desteğinin karışımı olarak. Nasıl mı? Büyük çevresel felâketler kitlesel ölümler getirdiğinde maalesef. O zaman silâhlı güçlerin birinci amacı çevreyi korumak olacak. Taban da yaşanan büyük felâketlerden ağzının payını almış olacağı için karşı çıkamayacak, "seve seve" destek vermek durumunda kalacak.

Birkaç ferdî iyi niyetle olacak işler değil bunlar bana göre. Kaldı ki o iyi niyetliler bile tüketimi kısmaya, paylaşmaya gerçek anlamda hazır değilken.

Ortak bir bilincin oluşması ise bir sonraki kuşağın işi olacak bana göre. Onlar bizi dünyayı göz göre göre büyük bir felâkete götüren budalalar olarak anacak maalesef.

Seyit Balkuv - 16 Mart 2009 (22:58)

diYorum

 

Mehmet Atılgan Aslan neler yazdı?

60
Derkenar'da     Google'da   ARA