Odanın içinde bir ileri bir geri yürüyordu sinirli sinirli. "Bunlar, yarın benim geldiğim yere de gelirler, emekli de olurlar, en iyi şartlarda yaşarlar, bunları ayıklamalı" diyordu.
İkinci başkan boncuk boncuk terliyordu yanında. "Ne demek savaşa gitmemek? Şimdi gitmeyecekler de ne zaman gidecekler? Bunlar bir de Kurmay olacak yahu, olur mu böyle şey?" diye bağırıp duruyordu.
Anlatan, olayın şahidi Emekli general Osman Pamukoğlu. Söylenip bağırıp çağıran ise devrin Genel kurmay başkanı Doğan Güreş. Kimseleri Hakkâri'ye gitmeye ikna edemeyince en son Osman Paşa'ya görev düşmüştü.
Şimdilerde olan bitene bakınca durum tam da "timsah gözyaşı" deyimine uyuyor. Çok değil bir haftaya kadar gene unutacak bu toplum olanı biteni tüm bu olanları. Gene sabah akşam futbol programları seyredilecek, İbo göbek atacak, Amerikan dizilerinde kim bilir kimler kimleri kovalayacak. Biz de kaldığımız yerden başlayacağız yağa mazot, ekmeğe çivi, meyveye zehir koymaya.
Bu savaş başımızda bir belâ gibi. Zengini kaza yapınca ceza yemeyen, zenginin çocuğunun kamplarda askerlik yaptığı, zengin suç işleyince kimsenin görmediği ülkemizde biz de böyle yaşayıp gideceğiz. Her on yılda bir sapıkları, katilleri salacağız hapislerden. Hapis'e giren "adam" olacağına daha bir manyak çıkacak dışarı. Herkes elindeki üç kuruş paraya bakıp yakacak orman talan edilecek deniz arayacak. Analar doğurdukça çocuklar dağa yollanacak, yavrular öldükçe siyah gözlüklü adamlar "analar daha neler doğurur" diyecek. Hayat akıp gidecek böyle.
Oysa hayvanlar dünyasında işler daha adildir. Herkes gerektiği kadar yer, sürünün lideri bile doyunca çekilir en çelimsize yer verir.
Bir keresinde bir grup kediye yiyecek vermiştim. İçlerinde en büyük ve koca kafalı olanı ilk önce başladı yemeye. Küçük ve yavru bir kedi de aç olduğu için hamle yapıyor ama yemeğe yeltenmiyordu yemeği. Bazen elini uzatsa da koca kafalı reisten bir pati yiyip kalıyordu. Neden sonra büyük kedi doymayıp yemeye devam edince o küçücük kedi bir tane patlatıverdi reise. Büyük kedi de ayıbını anlayıp yerini ona verdi.
Böyle adil değil bizim dünyamızda işler maalesef. Ama kediler "nankör", köpekler "aç gözlü", domuzlar "saldırgan", ayılar "zorba", kuşlar ise "sıçıcıdır" ve sevmeyiz cümlesini bu yüzden.
Her şeye alışmış olan bizler hiç bir şeye de şaşırmayacağız. Tankerler evlere girecek, uçaklar taksilere çarpacak, çocukların öğretmeni sapık, mahallenin doktoru sahte çıkacak ama şaşırmayacağız. Dağda ölecek, vadide ölecek, ölecek de ölecek insanlarımız. Sadece arada bir söylenecek birileri "analar bir daha doğuruversin" …
'Analar daha neler dogurur' diyenlerin kanli elleri opuluyor bu memlekette.
Kapitalizmin bir kez daha catirtadigi su gunlerde, halkimiz, acaba, durup soracak mi su soruyu kendine?
Kimin duzeninde, kimin icin veriliyor bu canlar?
Umut Kalan - 10 Ekim 2008 (00:27)
Hasan Celal Güzel ülkemizdeki siyasi sistem için "iki başbakanlı sistem" diyor. Biri resmi başbakan diğeri genelkurmay başkanı. Sistem böyle olunca da herkes kendi imkanları ve silahlarıyla politikayı yönlendirme yoluna gidiyor.
Tabii biz de vatandaş sıfatıyla şunları sormaya cesaret edemiyoruz:
"Sayın 2. Başbakan, Aktütün karakoluna saldırmak için yığınak yapan ve ABD casus uçakları tarafından BBG evi gibi görüntülenip size servis edilen PKK'lıları neden görmezlikten geldiniz?"
Yoksa darbe kapısı kapandıktan sonra sıra buna mı geldi? Kendi erlerimizi bile bile kurban etmeye… Şehit analarının baskısıyla daha fazlasını almaya…
İmtiyazlarını daha da artırmaya mı hevesleniyor sevgili ordumuz? Şu an sahip oldukları yetmiyor mu?
Evlerinin önüne de golf sahası yaptırırsak komutanlarımız tatmin olur mu?
Tuncer İnceoğlu - 10 Ekim 2008 (12:53)
Ben de Star gazetesi yazarı Yağmur Atsız'dan bir alıntı yapayım. Konuya çok uygun.
"Aktütün Karakolu 1992-2008 arası bu sonuncusuyla berâber tam beş kere baskına uğradığı ve şu âna kadar 44 şehîde mâlolduğuna nazaran çok önemli bir mevkıy olduğu anlaşılıyor. Bu kadar önemliyse niye bir türlü doğru-dürüst korunamadı ve yok o kadar önemli değil idiyse neden inadla muhâfaza edildi? Pazar günü parasızlıkdan emniyetli bir tepeye nakledilemediğini buyurdunuz. İkişer, üçer, sekizer milyar dolarlık silah ihâlelerine paranız var da bir karakola mı yetmiyor? Geçmişden bugüne kaç para istediniz de bu millet sizden esirgedi?
Birkaç soru daha:
PKK taarruzu sırası o karakolda niçin, tıpkı 2007'deki Dağlıca ve Çukurca baskınlarında olduğu üzere, tek bir subay bulunmuyordu?
PKK operasyonunda 23 kişi telefât vermesine rağmen vuruşmaya yedi saat devâm edebildiğine göre en az 200/300 kişilik bir müfrezeyi muhârebe pozisyonuna sokmuş demekdir. Bâzı gazeteler ve ajanslar hattâ 400 kişiden sözediyorlar. Şâyet bana fî târihinde öğretilenleri yanlış hatırlamıyorsam piyâde muhârebesinde taarruz çıkış hattıyla hedef arasındaki mesâfe 150 ilâ 50 metredir. Peki, yüzlerce PKK'lı, üstelik ağır silahlarıyla sınırı da aşarak güpegündüz burunlarının dibine kadar yanaşırken Karakoldakiler ne yapıyordu? Hani yatak odalarına kadar gözetliyordunuz?"
Onat Dikici - 10 Ekim 2008 (13:11)
İlker Gökçen neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.