Patronsuz Medya

Penceremin arkasındaki cin

Esi Taviloğlu - 15 Mart 2003  


Geceleri yatarken, perdeleri, aralık kalmış tam kapanmamış çekmeceleri, dolap kapılarını kapatanlardanım. Karanlıktan ve getirebileceklerinden korkuyorum, derdim bu.

Elbise dolabının kapağı, dolabın içinde fazla sıkışmış ve tıkılmış bir giysiden kapanmamışsa, aradan incecik siyah bir çizgi süzülüyorsa; eyvah! Kapatmalıyım. Ya uykumun arasında gözlerimi açarsam ve o ip ince siyah aralıktan bana bakan keskin ve korkunç gözlerle karşılaşırsam? Ya da pencereden bana bakan bir hayalet, cin, cadı v.s. ile karşılaşırsam?

Nasıl yer karolarının arasındaki çizgilere basmadan yürümeye çalışanlardan, merdivenleri ikişer ikişer çıkıp, üçer üçer inmeye çalışanlardansınız; işte ben de geceleri perdeleri ve dolap kapılarını kapatmadan uyuyamayan takıntılılardanım.

Arkadaşımın arkadaşının kuzeninin kızının başına gelen inli cinli hikâyelerden sıkılmıştım. Çay içmeye gelen teyzenin o anda trafik kazasında öldüğünü işiten, meğer çay içen kişinin cin olduğunu son anda farkeden, mezarlıkta otostop çeken bir kızı arabasına alıp, kızı evine götüren; fakat o evde öyle bir kızın şu an oturmadığını, yıllar önce bir trafik kazasında öldüğünü öğrenen ve bu hikâyeleri hiç bir zaman bunları yaşayan kahramanımızdan duyamayan sizler de sıkılmışsınızdır eminim.

Ben Saadettin Teksoy: "Sokarım!" ın anlattığı, mor ve kırmızı ışık altında canlandırma yaptığı, fona çığlık seslerini verdiği programlardan da korkar olmuştum. Gece lâmbam, onun rast geldiğim her bir programından sonra renk değiştirdi.

Ve bir gün bu saçma sapan korkulardan kurtulmak için kolları sıvadım.

İlk adım neydi? Korkunun üzerine gitmek. Korkum somut olsa gideceğim; lâkin in cin yok ortada. Hadi gördüm diyelim, yumruk mu atacağım şeklini şemailini bilmediğim kafasına?

(Geniş zaman kipiyle, olay anını canlı canlı yaşatayım sizlere)

Perde. Perde açık uyuyacağım. Yatağım pencere kenarında. Sırtımı pencereye dönüyorum. Karşımdaki elbise dolabını seyrediyorum. Hiç bir şey yokmuş, ohh be!

Gözkapaklarım ağırlaşıyor. O da ne? Muhtemelen yanlış gördüm, göz yanılması olsa gerek. Dolaba bir gölge düştü sanki. Hareket eden bir şeyin gölgesi!

Kendimi inandırmaya çalışıyorum yanlış gördüğüme. O da nesi? Gölge büyüyor. Hem de şekilli bir gölge bu. Hareket ediyor. Bir gövde. Tam arkamda olmalı. Pencerenin dibine kadar geldi. Yedinci katta oturmanın da bir faydası yokmuş meğer. Hem zaten doğaüstü güçlere sahip bir yaratıktan söz etmiyor muyum ben? Onun için yedinci kata çıkmak da neymiş? Peki ya camı kırarsa? Ölü taklidi mi yapmalı? Gözlerimi sımsıkı kapayayım.

Hayır olmayacak. Yorganı tembel hayvan kadar yavaşça çekiyorum burnuma kadar. Gözlerim faltaşı gibi açık. Bağırsam mı acaba? Bağırırsam ya üzerime gelirse? Boğuk bir ses! Duygularım karmakarışık. Ahh, hep anlatırlardı da inanmazdım o korkunç hikâyelere! En fazla etkilenirdim; ama gerçek hayatta böyle şeylerin olamayacağına inanarak.

Arkamdaki yaratıktan kurtulursam, off neler anlatacığım millete. Üstelik bu gerçeği birinci tekil kişinin, olayı bizzat yaşayan kişinin ağzından dinleyecekler. Destanlaştırılmış bir şekilde. Abartarak. İnanamıyorum, arkamdaki cin, cadı veya hayalet sesler çıkarıyor.

Neydi? Göz göze gelmemek ve adımı seslenirse cevap vermemek gerekiyordu. Bakmayayım. Dua edeyim! 3 kere "Besleme" -aman dilim dolandı- "Besmele" çekince gidiyordu galiba. Besmele bir, Besmele iki, Besmele üç. Gitmedi! Şimdi sırtüstü yatıyorum, tavana bakıyorum. Gölgenin devamı tavana uzanıyor, hareket halinde. Kulaklarım yorganın altında, boğuk sesleri (kimbilir belki çığlık?) net duyamıyorum.

Artık neden sonra pencereye dönüyorum da o çakmak gibi parıl parıl gözlerle bana bakan cadıyı görüyorum. Beni alacak.

Yaşamak her şeye rağmen güzeldi. Hem de çok! Kendime yakışacak, muhteşem bir ölüm mü olacak şimdi bu? Ne diyor anlayamıyorum: "Mooov?"

Gözlerimi iyice açıp, yataktan kaykılıp pencereye yapışıyorum. Yahu bu benim sevgili kedim Panta! Tabii diyorum ellerimi alnıma götürerek, tuvaletini yapması için balkona bırakmıştım ve sonra içeriye almayı unutmuşum! Zavallı Panta odama bakan pencerenin pervazına sıçramış, iki saattir dibimde bağırıp duruyor.

Ohh be! Dünya varmış hakikaten. Pencereyi itiyorum, mis gibi soğuk bahar rüzgârı doluyor odama. Alnımdaki, boynumdaki terler soğuyor. Kedim büyük bir umursamazlıkla ve biraz da kızgınlıkla içeriye atıyor kendini. Onun olduğuna şükrediyorum ve normalde yapmayacağım bir şekilde gece kalkıp ona bir güzel yemek hazırlıyorum.

Tüm bunlardan sonra epeyce bir uyku çekmişim. Tabii perdeler çekilmiş, dolap kapıları iyice kapanmış bir halde. Dolap kapılarını da kapalı tutmakta fayda var, kimbilir belki sizin de kediniz uyumak üzere girdiği dolabınızdan gecenin karanlığında parlak gözleriyle size böyle bir oyun oynayabilir!

diYorum

 

Esi Taviloğlu neler yazdı?

49
Derkenar'da     Google'da   ARA