Tahta sandalyelerinde bir ömür geçirmeyi istediğimiz yazlık sinemalar. Sulanmış toprak kokusunun sindiği bir akşam üstü serinliğidir anılarımızda şimdi.
Oysa biz öbür mahallenin insanlarını o sinemalarda tanıdık. Beyaz bir perdede bize dair olmayan evlerde çoğu bizim kullanmadığımız sözcüklerle girerlerdi yaşamımıza.
Bize pek bakmazlardı. Yüzleri bize dönük olduğu halde bizi görmemezliğe gelir, çok uzaklara bakarlardı. Biz alınmazdık. Severdik onları. Ağlardık, kenar mahalle çocukluğumuzla. Uzaklarda aradıkları düşleriydik o beyaz perde kahramanlarının. Biz yaşıyorduk çünkü. Çok olmuştu düşten çıkıp gerçeğe dönüşeli. Biz her ne kadar farkında olmasak da o tek göz odalı evlerimizden çıkıp o "Apartuman" çocuklarının yerini alacaktık.
Birkaç gün önceden belli olurdu Kadifekale, Ferah ya daEfedayı sinemalarında oynayacak filmler. Sokaktan avaz avaz bağırarak geçen, üzeri o gün oynayacak filmin afişlerini taşıyan motoguzilerin gürültüsünde tekrar tekrar duyurulurdu oynayacak film.
Mahallenin kadınları gidilecek filme önceden karar vermiştir oysa. Çocuklara bu haber sabah okula giderken verilirdi.
Nasıl da bitmezdi o gün. Sevgili Fatma öğretmenim ne kadar sevecen yaklaşırsa yaklaşsın gün gece başlayacaktı çocukluğum için.
Çingen Remziye abla mahallenin ortasına çıkıp seslenirdi.
"Kız Raziye, Yaşar, Neriman, haydi acele edin. Ben önden gidiyorum. Yer kapacağım. Çabuk gelinde kavga ettirmeyin beni elâlemle. Çiğdemi az alın. Ben karpuz çekirdeği kavurdum."
"Tamam kız geliyoruz"
"Şu köfteleri ekmeğin arasına koydum mu geliyorum."
Nasıl da telâşla çıkılırdı evden. Herkes birbirine söylenir. Herkes dağıtılacak bir duygudan nasibini alamayacak endişesi taşırdı. Gişeden biletler alınıp, o panayır yeri coşkusunda rengârenk ışıklarla süslenmiş yere girildi mi bir ibadet havası doğardı. Her şeye inanmaya hazır bekleşirlerken, çocukların eline ekmek arası kızartma, köfte tutuşturulur, sıkı sıkı sessiz olmaları tembihlenirdi. İçmek için suyu evden getirirlerdi ama uslu durursak arada gazoz alacakları sözü verilirdi. Buzların içine ıslanmış gazoz sandığının önünde sinemanın yetişkin oğlu arada satılacak gazozların hesabını yaparken bir yandan da sinemacı oğlu olmanın avantajıyla kızlara kesik atardı.
Önce perdenin kenarındaki ışıkların dışındaki bütün lâmbalar söner. Makine dairesinden gelen bir motor sesiyle beyaz bir ışık hüzmesi üzerimizden geçerek perdeye yansırdı. Birkaç rakam çıkar, ardından "Gelecek Program" yazısıyla fragmana geçilirdi. Beyaz perdenin iki tarafına konmuş hoparlörden yükselen sesle o özlediğimiz insanların yaşamlarına ortak olurduk.
Çocukluğumun yazlık sinemalarındaki heyecan, her yaş ve sosyal farklılığı ortadan kaldıran, günün bütün yorgunluğundan kurtulduğumuz, düş kurduğumuz bir terapi merkeziydi sanki. Film içinde ne filmler dönüyordu kim bilir.
Eve geldiğimizde Fatma abla kocasının Kartal Tibet olmadığını görünce neler hissediyordu?
Yazlık sinemalar. Kadınlara, çocuklara ve gençlere ait bir düş kurma alanıydı sanki. Delikanlılık yıllarını yaşayan kaç genç beyaz perdedeki düşü yaşıyabilmek için ilk göz göze geldiği gence aşık olmuş ne acılar çekmiştir kim bilir.
Bizler bir omuzu düşük "kartal kanat" yürüyen Eşrefpaşa delikanlıları olarak giremedik belki de delikanlılık yıllarımıza. Sivri burun, yumurta topuk ayakkabı kültüründen uzak. Sevmeyi sevmek bilen birer mahalle sineması çocuğuyken; büyüyüverdik. Küçük sevmelerin büyük acılar çekilen girdabında boğulmadan bugünlere geldik. Bazılarının deyimiyle çoluk çocuğa karıştık yani.
Ben içimdeki çocukluk sevgilerini arayarak dolaşırken İzmir sokaklarında önümden beyaz bir otobüs geçti.
Otobüs üzerine yüklenmiş perdesiyle çalımlı çalımlı dolaşıyordu yollarda.
"Bu ne yahu" diyorum arkadaşıma. O da gülümseyerek, "Gezici Yazlık Sinema" diyor.
Gezici yazlık sinema mı?
"Belediyenin bir hizmeti yani."
Beyaz otobüs duruyor. Perde otobüsten indirilip bir alana kuruluyor. Biraz sonra gelen kamyonetten bembeyaz plastik sandalyeler indirilip sıralanıyor.
Akşam üzeri film başladığında o çocukluğumun cıvıl cıvıl panayır yeri coşkusunundan eser yok. Ne yer kapmaya gelenler ne ekmek arası köfteli ekmek. Ne de o çalımından yanına yaklaşılmayan sinemacının oğlu.
Belki bilmiyorsunuz ama ben hepinizi çok özlüyorum. Bir şey eksik bu yazlık sinemada. Adını koymaya kalktığımda romanlar yazabileceğim bir şey. Karşıyaka'nın orta yerinde "Sır Çocukları" filmini izlerken Mavişehir'in görkemine bakıp, Bostanlı'nın orta yerinde siz bizim çocuklarımızı seyrediyorsunuz.
Bir şey eksik bu sinemalarda. Yaşamayan, sadece film seyredilen bu yerde bir şey eksik.
Film biteli çok oldu. Makinist Hilmi abinin sevgilisi bu gece de gelmedi.
Filmi oynatırken birayla başladı efkâr dağıtmaya. Ne zaman ki filmdeki kızın zengin babası kızı kovunca evden, öfkelenip rakıya vurdu kendini. Neyse ki fakir oğlan kızı kötü adamların elinden kurtardı da kendine geldi Hilmi abi. Bir sigara uzattı bana. Kendi sigarasını yaktı önce. Derin bir nefes çekip sonuna gelmiş filmde kızla oğlan tam kavuşacaklarken makinayı kapatıp tüm ışıkları açtı. Herkes anlamıştı Aysel'in gelmediğini. Hilmi Abi'nin sarhoş olduğunu.
"Anasına haber verelim de boşuna meraklanmasın."
Hilmi Abi sarhoştu. Komşulardan biri de anasına haber verecekti. Makine dairesinin penceresinden başını uzatıp sinemadan gelen insanlara baktı. Bir kısmıyla gülüşerek selâmlaştı. Bakışlarını gökyüzüne çevirdiğinde uzaklardaki ışıl ışıl yıldızları gördü. Ben o ara tam sigaramı yakmak üzereydim.
"Mektepli, git sinemanın ortasına bir yere otur. Ben de geliyorum" dedi.
Kibriti kutusundan çıkarmış tam yakmak üzereydim. Sigara yakmaktan vaz geçip elimdeki kibritle sinemanın ortasında bir sandalyeye oturdum. Hilmi Abi biraz sonra yanıma geldi. Yarım çay bardağı rakıyı elime tutuşturup perdenin önündeki küçücük sahneye çıktı.
"Bak koçum" diyerek başını gökyüzündeki yıldızlara çevirdi. İzmir imbatının serinliğinde binlerce yıldız parlıyordu gök yüzünde.
Hilmi Abi birden beyaz perdeye dönerek, "Buradaki aşklar var ya. Bu aşklar bu kavgalar bu insanlar; hepsi burda." dedi.
"Burda" sözcüğünü kullanırken birden sinemanın o tahta sandalyelerle dolu boşluğuna dönmüştü.
"Burası yalnızca bir sinema değil."
Hilmi Abi sustu. Ağlamaklı oldu.
"Eskimemiş aşklar mezatı, yazlık sinemalar."
Hilmi Abi ağlamaya başladı.
"Ama hiç birisi satılık değil."
Binlerce film oynatmıştır Hilmi Abi. Binlerce aşka tanık olmuştur. Ondan daha iyi kim bilebilir yazlık mahalle sineması sıcaklığını?
Bir kuş gördüm dün gece,
Kendi kanadında ölmüştü.
Bir düş gördüm dün gece.
İçinde ne sen vardın.
Ne de Yazlık Sinemalar.
Bu beyaz otobüslü sinemada bir şeyler eksik. Kibritimi yaktım. Sigaramdan bir nefes çekerken anladım ki, belki de ben fazlayım.
Elimde hâlâ Hilmi Abi'nin yarım çay bardağı rakısı.
Çok güzel bir hikaye, yalnız bişeyler eksik yine de. Bu kadar sıcak bu kadar sevecen ve bu kadar duygusal mıyız gerçekten Ekrem?
Müjde K… - 8 Mayıs 2007
Beni bu kadar kısa bir süre de çocukluğuma götürdü… Mükemmel bir hikâye ve mükemmel bir anlatım…
Mustafa Şen - 6 Aralık 2010 (20:49)
Ekrem Kocaçal neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.