Patronsuz Medya

Ne olacak memleketin hali Necdet?

Yücel Yaman - 13 Temmuz 2011  


Derkenar'da sevgili Necdet Şen'e verdiğim yazılı cevaba Şen, "bilgi toplumu" nun tanımını yapan, olmaz ise olmazlarını belirleyen bölümlere ve kavramlara kendine çok güvenen ve çok bilen uzman bir tavır ile topyekûn "laf salatası" sıfatını uygun bulmasaydı bu yazı yazılmayacaktı.

Şen, yazısında sahven veya iradî olarak yapılmaması gereken bazı yanlışlar yaptığı ve "çağ" ı algılayamadığı için bu yazının yazılması da farz oldu. Çünkü sanayi devrimi karşısında iki yy önce yaşananlar, bu gün de Türkiye'ye bilgi çağı karşısında yaşatılmak isteniyordu ve Necdet bu tekerrüre karşı çıkışının bahanesini verdi. Şen cevabında bazı kavramları seçerek diyor ki:

"Lâf Salatası: Malzeme: "İnsanı evrensel standartlarda oluşturan, tanımsızlıktan çıkaran güçlü yaptırım", "yaşadığımız ışık hızı çağında farklılığını fark etmiş", "rasyonel ve dünyayı kavramış bir kapitalist", "data'yı knowlodge'a dönüştürüp bir tornavida gibi", "unique ve nevi şahsına ait", "tırşık çorbası", "bıttım sabunu", "Divriği Ulu Camii", "Endenozya", "Fas", "Pegasus", kaya tohumu", "tez/antitez", "Einstain", "her kes", "küresel dünyanın ustaları", "bilgiyi mobil veya sabit bir lokasyon ile ilişkilendirerek ışığa bindirmek", "nettaş", "bütünlüğü olan bir yaşam projesi", "bir akıncı ordusu gibi 'konwlodge'laşarak", "Mannhatten, Paris, Moskova" …

Yapımı: Malzeme çukur bir kaba tıkıştırılır. Ne kadar müsrifçe kullanılırsa o kadar janjanlı durur.

Besin değeri: Yoktur.

Çok doğru bu kavramların besin değeri yoktur… Ama "bilgi" bir iş makinesine dönüşünce karın da doyurur, en güçlü besine de dönüşür. Aynen rakı gibi şişede durduğu gibi durmaz… Eskimekte olan çağ'ın geleneklerine ve alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağılı olmak ya da bir işi yaparken işine aşık olmak bazen insanın çıplak gerçeği görmesine engel olur. Değişimin sorunlarına bu tür bir bakış açısı taşıyan insanlar, yaşadıkları gerçeği (örneğin internet teknolojisi ile yayınlanan Derkenar'ı) sıkı sıkı korurlar. Bilmezler ki, çivi yazısı yazılı kil tabletlerin kullanıldığı tarihten beri, eni boyu ve kalınlığı olan bir medya türü değişiyor… Bu klâsik üç boyut Derkenar'da da adeta alışkanlıkları korur biçimde geçerli ve kullanılıyor. Derkenar kâğıda basılı olsaydı, çok ince bir kâğıda basılmış olacaktı. Şimdi elektronik ortamda kalınlıksız ama sanki kil tablet gibi kullanılıyor. Eni boyu var. Ve neredeyse bedava. Bu haliyle Derkenar insanın bilgiye verdiği yeni misyondan ise çok uzaklarda. Dünya üzerinde iki yy'dır teknolojiyi yaratan uluslar, yaratmayan ulusların gücünün ne kadar olacağını, ne kadar besleneceklerini belirlerler. Az gelişmiş ülkelerin bu tür etkilere açık "insan" ları bu durumlarını, imtiyazlı bir kader sanırlar. Hatta içinde bulundukları salata yaptıkları çukur kapla övünürler… Bilmezler ki, sınır tanınmaksızın bilgi çağı "birey" i yeni teknolojik ortamda hayal gücünün sınırsızlığı ile baş başa bırakmıştır. Tarihte "insan"ın yaratıcılığıyla baş başa kaldığı, böyle bir rol aldığı hiç bir zaman dilimi olmamıştır… Derkenar'da bu nedenle çok önemli değildir ve çok daha geliştirilmeye muhtaçtır…

Dün yani iki yy. önce de böyle bir fırsat olmuştu, bu durum halen de can çekişe çekişe sürüyor: Askeri ve sivil bürokratlar devletin hazinesinden kazanmadıkları ama aldıkları para ile ithal edilen motor ve buhar gücünü arkalarına alarak iktidar olmuşlardı. "İnsan" ı, "birey" i, "girişimci" yi, yok saymışlar ve tahkakurusu gibi ezmek istemişlerdi. "Motor" u icat edenler, üretim yapanlar, ölçülebilir tartılabilir, karşılaştırılabilir her değeri yaratanlar, Türkiye'yi bu kanallarla beslemiş ve "insan" ın, "birey"in "bürokratlar" eliyle ezilmesini ve sindirilmesinin ortamını sağlamışlardı. Bu duruma bu günlerde yaygınlaşan adıyla "vesayet" rejimi denilmişti… Şimdi hem Türkiye'de vesayetin etkisi bitiyor, hem de "bilgi çağı"nın nimetleri bir bir gündeme geliyor… İnsan özgürce kullanıyor. Yani topyekûn dünyayı etkileyen bir fırsat var insanın önünde…

Türkiye'nin siyaseti de bu yolla belirlenmişti. İnsanların (tabi Necdet'in ve Yücel'in de) nasıl düşüneceğini, ne yiyeceğini, nasıl giyineceğini tüm dünyada olduğu gibi o günlerin Türkiye'sinde teknolojiyi ithal eden bürokratların kararları ile belirlemişti… "Birey" in, "insan"ın yaratıcılığı yoktu, İşin aslı "birey" yoktu. Çünkü "hepimiz birimiz için, birimiz de hepimiz içindi". "Gitmesek de gelmesek te o köy bizimdi" Ama "çağ" ı anlamamanın bir topluma "zaman" dışında ne kaybettirdiğini hep beraber Türkiye'de biz gördük, yaşadık. Necdet de, Sabancı da yaşadı, öğrendi… Necdet'in "kapitalizm" diye ürküntü ile söz ettiği her şeye kadir kavram, antitezini de eze eze işte böyle sakat doğurdu… Bu tür sakat doğan kendisi bir merkeze de bağlı değişken olan kapitalistin karşısında, Necdet gibi bu tür tevekkül ve tevazu sahibi olmak ne anlama gelir? Tevazu ile terakki arasındaki ilişkide insanın kendine ait hissettiği özü nasıl korunur, gelişmiş ülkenin insana karşı? Kaçış kurtuluş mudur? Kapitalizmin anti tezi benim de bir zamanlar çalıştığım örneğin DİSK gibi kurumlar mıdır, nedir? Gerçek bir bir anti tez nasıl yaratılır? Acımasız üretim süreçleri ile terbiye olmayan, şekillenmeyen, hatta "kapitali" olmadan kapitalist ve onun istihdam ettiği "işçi"nin önce beyninin, ardından insanlarla ve kurumlarla olan ilişkilerinin nasıl bozulduğunu, deforme olduğunu birlikte iki yy yaşadık ve gördük… Necdet şimdi "bismillahirrahmanirahim" kıyılarında. Ama bununla da sorun çözülebilir mi? Sanayi devriminin mantığını iki yy.dır anlamamış bir "insan" tipi olmanın kaybettirdiklerinden ders alamamış isek, "bilgi çağı"nın niteliklerini algılayamamış olmadan dolayı ne kaybedeceğimizi bilemeyiz. Yaşanan sürece Necdet gibi bakar isek tarih sürekli tekerrür eder, bizde tekerrürü kabul etmiş dolap beygirliğinden kurtulamayız. Bu hal bizi de zaten edilgen iken sürekli edilgenleştirir ve bizde kapitalizme sözde muhalif gibi tavır takınır sadece seyirci gibi bakarız, izleriz. Ben ve benim kuşağımın tercihi "irade"nin zorlayıcı ve değiştirici tavrının taklidi olmuştu: Sözde hem kapitalizme hem emperyalizme karşı idik. Necdet'inkinde de değişen bir şey yok. İçine biraz "İslâm" karışmış. Yani benim kuşağım yenikti, Necdet de içine "İslâm" ı da karışmış olarak yenik… Bu istenmeyen bir durum, çünkü kendisi de derin salata kabının içinde… Kafa karışıklığı dersek kolay olur ama kısmen açıklanır. Çünkü Dünya'nın nereye gittiğinin AKP programının içinde "insan", "birey", bunları içiren sistem nerede? Bu soru cevapsız. Derya içinde yaşayan ama deryayı algılamayan balıklar gibiyiz toplum olarak.

Sorunu ve çağ değişimini algılamadan bu gün olduğu gibi sorunları bebek beyni ile algılamaya götürür bu sonuç bizi. Necdet de salatayı öyle yapmış. Ya da "bilgi çağı"nın global standartları olmayan, "terakki" yi içselleştirememiş sahte bir "terakki" ye veya bir sahte "tevekkül" de beni tatmin etmez… Necdet'i bilemem. Türkiye'nin bu tehlikeli sığlığının bedelini İslâmcılar da er geç ödeyeceklerdir. Batıcı lâikler ise üretim biçimi ve ilişkilerinde olup bitenin beyinlerinde içselleştirememenin bedelini iki yy'dır, hiç farkında bile olmamanın bedelini de 60 yıldır iktidar yüzü görmeyerek ödüyorlar. Necdet gibi tavır alanların tavırları ile toplumda sorunlar daha da derinleşir. Necdet'in adından söz ettiği İdris Küçükömer'de bu sanayileşmeyi algılayamama haline "düzenin yabancılaşması" demişti ve bir aydın ihaneti olarak görmüştü bu tarihsel süreci… Şimdi bu ihanet, iki yy sonra "bilgi çağı" nı anlayamamaktan dolayı, türevini gündeme sokuyor. Necdet de bu gündeme "salata" diyor. Bu hal "yabancılaşma"nın da "yabancılaşması" haline dönüşmek anlamına geliyor. Kapitalistleşme karşısında neleri yapmamak gerektiğini de belirtmişti İdris Bey, ama kimse bunu algılayamadı. Görüyorum ki, Necdet de algılayamamış… "Bilgi çağı" uygulamaları ve ekonomik büyüme günümüzde giderek hızlanırken içinde bulunduğumuz ahval ve şerait bu… Bu şerait Kürdü, türkü internet cafelerden fışkıracak milyonlarca insanı toplumun sorunu haline getirecek… Şimdi Necdet ile yaptığımız tartışmanın konusu olan "salata" gına getirircesine gündeme gelecek… Necdet o zaman ne yapacak? Bu cümlelerimi kesinlikle umutsuzluk anlamına yorumlamamak gerek, aksine büyük bir umut ışığı gibi kabul görmesini dilerim.

Necdet'in algılaması gibi tür bir algılama olur ise, bu tür algılama önce "birey"in ardından "toplum" un "çağ" karşısında reşit hale gelmesini engeller. Bunun örneğini iki yy'lık batılaşma uygulamasında gördüğümüzü söylemiştik. "Batılaşma" tezlerden biri idi, macerasını sivil asker bürokratlar ve günümüzde Atatürkçüler eliyle "sivil" i yok ederek, halen de "bilgi" yi bilmeden egemen oldular, son demlerini yaşıyorlar. İki yy.dır hem acı biçimde yaşıyorlar, hem da akıllanmıyorlar. Üstelik bir toplum mühendisi olarak tüm topluma teknolojiyi "insan" sız çözümler dayatmaya devam ediyorlar… İkinci ciddi tez, İslâmcı düşüncenin liberalizm ile restore edilmesiyle ortaya çıkan uygulaması… Bunun da ciddi bir alternatif oluşturamayacağı ortada. "İnsan" a, "birey" e bakışı ortada… Onlar da merkezi, antidemokratik topak gücü daha da güçlendiriyor. Toplumu eşit ve reşit insanlar olmaktan çıkarıp, eski model konkav aynanın merkezine yarı bir tanrı yerleştiriyorlar. "e-devlet" kuruyorlar. Pür "İslâm" ise sistemin ciddi alternatif tezlerinden biri, onun çağı algılayamama özellikleri, İslâm'ı kendi içinde kemikleştirir, sığlaştırır, militanlaştırır. Halbuki İslâm böyle olamaz, varlığını sürdürmemin rasyonel yollarını ve yorumlarını bu çağı yorumlayarak ve anlayarak bulmak rakiplerinden daha başarılı olmak zorundadır. Tabi iddiası sürecek var olacak ve yaşayacak ise. Şu anda iki kutuplu bir Türkiye, aynen huysuz bir çocuk gibi acıkınca ya ağlayan ya da "ingaaa ıngeaaaa" diye ses çıkartarak bir sorunu olduğunu anlatma ihtiyacını duyarak tartışıyor. Buna tartışma denir ise, bizim Necdet ile yaşadıklarımız da bu… Bu yöntem bizlere, örneğin bürokratik üniversitelere, gazetecilere, aydınlara daha kolay geliyor. Alıştıkları ve bildikleri sakızı çiğneniyor hep birlikte… Bunun yerine sorunlarını çağın gereklerine uygun olarak standart tanımlı yollar, yöntemler ve kodlar kullanarak tartışma geleneği yok. "Birey" çağın gerektirdiği kavramlardan yoksun olunca, geleneği bu özelliği beslemeyince, İslâm'ın de, sosyalizm'in de, liberalizm'nde, kapitalizim'in de tartışmaları kadük kalıyor. Gelişmiyor. Hatta örseleniyor, sakatlanıyor, hatta doğmadan yok oluyor. Türkiye şu anda iki yy'dır yitirdiği "birey" ini arıyor. "Birey" kendi kendini yeniden inşa etmeye çalışıyor. "Bilgi çağı" birey'in yeniden dirilişinin önünde bir imkân olarak duruyor. Tabi birileri çıkıp bu "çağ"ın tanımlarını "salata" diye derin bir kaba koymayı bırakmaz ise…

Ya da daha bu gibi temel, derin ve köklü sorunlar varken, yetişmiş beyinler bilerek veya bilmeyerek yıllardır "türk-kürt", "başörtülü-başörtüsüz", "ilerici-gerici" vb gibi gerçekte toplumda karşılığı olmayan suni sorunların yanı sıra "salata" gibi sorunlarla zaman kaybetmiş oluyorlar. Halbuki Necdet'in "salata" dediği "ışığa binen adamı" yani "birey" i ve ve onun özgürlüğünü benimle tartışmasını çok isterdim…

Eğer yazdığım cevap yazısındaki yukarıda "salata" başlığı altında alıntılanan tanımlar ve kavramlar Derkenar okurlarının gözü önünde birçok kişinin okuduğu bir ortamda yayınlanmasıydı, "ne yapayım Necdet Şen böyle algılıyor" der geçerdim. Bu alıntının, çağı algılayamamanın çarpıcı bir örneği olarak Derkenar'da yayınlanmasından sonra, iş çok önem kazandı. Vicdanımı acıttı. Konu Necdet-Yücel meselesi olmaktan çıktı… Sorun anonimleşti, tabi aynı anda Türkiye'nin ve hatta okurları ile birlikte Derkenar'ın globalleşen dünyaya entegrasyonun "sorunlu" bir parçası olmaya başladı… Zaten bu tür konuları tartışmayan ülkede çok az sayıda olan tartışma ortamının daha da sığlaşmaması için var gücümle yazmak sorumluluğunu duydum. Tesellim tartışılan sorunun Türkçe konuşanların da en temel ve ciddi sorunu olması idi ve Türkiye'nin bilişimcilerinin, okumuşlarının bu konuyu bilmeyerek veya kasten hasıraltı ediyor ve bana sonsuz bir itiraz gücü/pası veriyor durumda oluşları idi… Huyum kurusun, bu tür meselelerde de hiç göz yumamam ve susamam. Benim kapitalistlik maceramın neye ve kaç paraya mal olursa olsun, ister alacağını benden almış ama bilerek suskun bilinçli bir işçi, ister alacağını alamamış ama bir gün alacığını tahsil edeceğinden emin bir işçi sorunu olsun bu durum beni yıldıramazdı. Girişimcilik özelliğimin bir gereği idi bu durum… Hele konu "çağ" ı yakalama kavgası ise: Cevabım hazır ve sunuyorum. (Necdet alacağını geç aldığını okurlara açıkça yaz bari.)

Necdet'in yazısı da benim de böylece bu konularda söylemek ve anlatmak istediğim acı gerçeklerden beslenen tezlerimin ne kadar gerçek olduğunu açıklamaya yetti. Necdet bile çağı anlamamış birisi gibi davrandı, çünkü yazıma "salata" dedi… Necdet böyle dedikten sonra toplumdan bir başka örneğini göstermeme de bir gerek kalmadı. Tez ortada. Böylece Türkçe konuşanların halen de "çağ" ı anlamamış olduğu, Necdet ve "bilgi toplumu" na yönelik O'nun gibi düşünenlerin -ki bunlar hem İslâmcılar hem batıcılar arasında da pek çoktur. Tümü neredeyse üstelik etkili bilişimcilerdir, üniversitelerde statüleri vardır, yaptıkları iş de yanışla para kazanmaktır. Doğru ve bölüşüldükçe büyüyen, Türkiye'yi dünya ile dünyaya entegre eden sonuçlar yaratıcı bir iş yaparak para kazanmayı amaçlamak gibi bir hedefe de uymaz ürün olarak satılanlar- çağı hiç anlamadıkları gün gibi ortaya çıktı. Çünkü Türkiye'de kurulan her bilgisayar sistemi kendi içinde satana ve satın alana muhkem bir "ada" veya kurtarılmış bir bölge, bir kale yaratır. Türkiye'yi 11. yy ve 12. yy Anadolu'su gibi beyliklere benzer şekilde böler. Parçalar. Bu nedenle bir çocuk korkutur gibi 30 yıldır "ülkenin birlik ve bütünlüğünü bölme" korkusunun başımıza Demokles'in kılıcı gibi sallandıranlar, "Türk-Kürt" çatışmasının gündemde tutanlar aslında bir gerçek gündemi gizleme operasyonu yapmaktadırlar. Necdet de yaptığı "salata" tanımı ile bu değirmene su taşır konumuna girer. "Bilgi çağı" na girmek adına yapılan yanlışlar, "insanı evrensel standartlarda oluşturma, tanımsızlıktan çıkarma" yaşadığımız ışık hızı çağında "farklılığını fark etmiş insan oluşturma", "rasyonel ve dünyayı kavramış bir kapitalist", "data'yı knowlodge'a dönüştürüp bir tornavida gibi her insan için kullanılır kılmak", "unique ve nevi şahsına ait olana Manhatten'de piyasa yaptırmak", "tırşık çorbasını ve bıttım sabunu US97'ye göre tanımlamak", "Kürtlere ve Türklere ait her bilgiyi mobil veya sabit bir lokasyon ile ilişkilendirerek ışığa bindirmek", "nettaş", gibi kavramlar kurulu sistemleri birbiri ile konuşturduğu bilgiyi çoğalttığı gibi dünya bilgisayar sisteminin de bir parçası yapar. "Data" veya "veri" yi ki her ikiside aynıdır, "konwlodge" leştirmez. Son otuz yılda iki ayrı şeritte yan yana yürüyen ve beraberce koşan birisi "ülkenin bölünmez bütünlüğü ve birliği" ni tehdit eden "Kürt sorunu", ikincisi de "Ülkenin bilgi çağına doğru yol almasına sağlayan Bilgi Çağı Porjeleri" aynı sonuca ulaşmıştır. Birincisi örtücü ve gizleyici bir rol oynamış ama ülkeyi bölememiş, sürekli yüksek ve baskın bir sesle toplumun ahmaklar ve akıllılar diye iki kampa ayrılmasına sebep olmuştur. Ahmakların yarattığı bu baskı ortamında da toplumun global dünya ile entegrasyonunu sağlayacak "bilgi çağı" uygulamaları başlatılmış, büyük paralar harcanmıştır. Ama ülke üstelik çağdaşlaşma adına gönüllü harcanan para ile bölünmüş, parçalanmıştır. Bebek beyinli toplum bu ortamda daha da güçlenmiştir. Bu yaratılan ortamdan da bilgi çağına girmek isteyen toplum zarar görmüş ülke fiilen her kurulan özel veya kamu sistemleri ile bölünmüş parçalanmıştır. PKK'nın yapamadığını bilgi çağı uygulamaları başarmıştır. Necdet, Derkenar'da yaptıkları ile kendi gemisinin kaptanı olmak isteyebilir, ama gemide bulunan yolcuların daha çok şeyi bilme ve tartışma hakkını yememek gerekir. Derkenar başta türdeşleri ile hem Türkiye'de hem dünyada karşılaştırılabilir… Sinerji yaratabilir… Bunun için Geoogle'nin yaptığı işi aşmak gereklidir. Derkenara böyle bir bilgi alt yapı kurmak gereklidir.

Derkenar uygulaması "bilgi çağı"nın internetteki çivi yazısı gibi çok basit ve ilkel bir uygulamasıdır. Aynen bir bebeğin "ingaea ingaa" diyerek süt istemesine benzer. Halbuki yetişkin bir insan "Gönen'de, montofon ineğinde sağılmış, yarım yağlı, 25 derece ısıda, ince belli bir bardak ta sunulan süt" diye tanımlar istediği sütü… Anlamsız bir sesle süt istediğini belirtmez. İstediği sütün tanımı bir de kodlar. Gönen'de ineğin yaşadığı coğrafyanın kodunu, yarım yağlı inek sütünün US97'sini, ineğin sahibi Ahmet ustanın İsic Rev 88'ini, yayınlanan yazıların kütüphanecilik kodları ile bütünleştirilmesini sağlar. Bu da "ingaaaa" demek yerine global bir Derkenar yaratmak demektir. Böylece insanlığa "insan" olmanın minimum katısı sağlanmış olur.

Bu konu uzun ve çok derin konu…

Eğer sen ve Derkenar okurları ve karşıt görüşlü tanımadığımız dostlar bir bahar mevsimi çayırlar çimenler üzerinde el ele tutuşan çocuklar gibi lay lay lam diye seke seke bu konuyu, "bıttım sabunu" nun serencamını, "Divriği Ulu Cami" ni, "keşkek" i tartışmak ve ışığa bindirerek konuyu genişletmek isterler ise ben varım… İşçisinin bile hakkını yerken, korkan ve düşünen vahşi kapitalist biri olarak bu konudaki karşıt düşüncelerimi yazar ve bilgi çağının hakkını veririm… Böylece "bilgi çağı" na giriyoruz, batılılaşıyoruz, çağdaşlaşıyoruz, modernizeyi uyguluyoruz, e-devlet kuruyoruz diye milyarlarca dolar harcamanın ne menem bir iş olduğunu hiç olmaz ise yakından tanımış oluruz. Konya Ovasına 5 milyar adet her biri 50 yaşında ama her biri bir saksı içinde 10-15 metre yüksekliğinde dev kayın ağaçlarını saksılarıyla birlikte koysak, Konya Ovası "karlı kayın ormanı olur mu Necdet?" diye sorarak bu yazıyı bitirelim ve ve okuyucuların tepkilerini bekliyelim?

Yorumlar

Yücel Bey okuyucuların tepkilerini bekleyerek bitirmiş yazısını: Ben bir şey demek istemiyorum:)

Vahap Demir - 14 Temmuz 2011 (10:48)

Salatayı tenzih ediyorum.

Necdet - 14 Temmuz 2011 (21:53)

Modacılara acırım bazen. O inanılmaz hayal güçlerine, insanı hayretlere düşüren yaratıcılıklarına rağmen, ellerinde insan adına tek bir malzeme vardır: İki elli, iki ayaklı, ağız yapısı, burun şekli, kulak çapı üç milyon yıldır neredeyse aynı kalmış kaskatı bir cisim. Mümkün olsaydı da bu şekli birazcık değiştirebilselerdi o zaman seyreylerdik eğlenceyi.

İlahi Necdet Bey. Millet bu dotcom işinden ne paralar götürdü siz hâlâ, "şu köşeye şöyle şık bir artı işareti koyayım, arkasına da bir java scripti kondurayım, basınca font büyüyüversin, vatandaşın gözü bozulmasın" diye kendinizi paralıyorsunuz.

Bence Sayın Yaman haklı. Biraz çağa ayak uydurmalısınız. Meselâ kenara bir "My Derkenar" butonu koymalısınız öncelikle. Öyle önüne gelen siteye girip yazı yorum yazmamalı. Sonra her yazının bir ISBN numarası olmalı. Amazon'la falan anlaşabilirsiniz. İnsanlar istedikleri yazıyı belli bir ücret karşılığı ipad'lerine indirebilmeli. Onca el emeği göz nuru yazıyı çiziyi bedavadan herkese açmak da neyin nesi.

Bu arada sitenin İngilizce, Fransızca ve Almanca versiyonları da olmalı. Malûm arkasından ittirmeyince bu globalleşme şeysi bir türlü yürümüyor.

Ha bir de sayfalarda çok boşluk var. İnsan yazıları okurken kenarlarda yanıp sönen bir şeyler olmayınca okuduğunu tam anlayamıyor. Aklınızda olsun.

Yanlış anlamayın Sayın Yaman. Çağı geriden takip ettiğimiz için biz de tweeter yerine üç boyutlu internet programı Derkenar'la gideriyoruz hacetimizi.

Yalçın Şahin - 15 Temmuz 2011 (12:00)

İnatla sonuna kadar okudum Yücel Bey'in yazısını, bir şey anlamadım, eminim benim eksikliğimdir. Anlayanlar açıklayıversin bir zahmet.

Sadi Akgül - 18 Temmuz 2011 (00:27)

Yücel Bey, yazdıklarınızın anlaşılmaması için çok uğraştığınıza eminim. İnternet sitelerinden apartılan bilgi de ancak bu kadar olur. Bence siz yazmayı bir tarafa bırakıp, şiddetli biçimde kendinizi okumaya verin. Karlı kayın ormanına gelince, "güzelim şiiri kötü emellerinize alet etmeseydiniz keşke". Ne demişti Lenin? "Kötü örnek, örnek olmaz."

Levent Bozkurt - 5 Ağustos 2011 (20:09)

Allah kimseyi kendini böyle savunmak durumunda bırakmasın. Amin.

Saim Yardımcı - 23 Temmuz 2012 (13:22)

Yazının anlamsızlığından dolayı yarıda kestim. Az daha başıma ağrılar giriyordu. Bir insan kendisini neden bu kadar yormaya çalışır ki? Yazık olmuş harcanan zamana. Levent beyin dediği gibi önce okumak, okumak ve çok okumak.

Saim Yardımcı - 23 Temmuz 2012 (13:57)

Güzel paylaşım teşekkürler.

Seo - 24 Temmuz 2012 (22:07)

diYorum

 

282
Derkenar'da     Google'da   ARA