Patronsuz Medya

Şapkasız

Levent Yaycı - 9 Kasım 2013  


Geçen günlerde Derkenar sitesinin editörü ile Türkçede düzeltme işaretinin kullanımı konusunda bir anlaşmazlığımız olmuştu. Ben de düşüncelerimi daha derli toplu hale getirip yazmaya karar verdim. Bu yazı o yazıdır.

Önce kısaca Yazım Kılavuzunun tarihçesini özetleyeyim.

1928 yılında Latin harflerinin kabulünden sonra aynı yıl içinde Dil Encümeni tarafından bir İmlâ Lûgati çıkarılır. Bu lûgat on üç yıl boyunca kullanılır. 1932 yılında Atatürk'ün isteği üzerine "Türk Dili Tetkik Cemiyeti" kurulur ve yazım kılavuzu hazırlama işini bu kurum üstlenir. 1941 yılında İmlâ Lûgati'nin ikinci baskısı İmlâ Kılavuzu adı altında yayımlanır. Bu kılavuz da tam yirmi dört yıl boyunca kullanılır.

1965 yılında Yeni İmlâ Kılavuzu yayımlanır. 1973 yılında kılavuzun adı Yeni Yazım Kılavuzu olarak değiştirilir.

1980 yılında 12 Eylül darbesi olur. Türk Dil Kurumu Başbakanlığa bağlı bir devlet dairesine dönüştürülür. Ali Püsküllüoğlu, Haldun Özen, Sevgi Özel'in önderliğinde ve diğer birçok düşünce insanının destek vermesiyle Dil Derneği kurulur. Böylece bir yanda devletin organı olan Türk Dil Kurumu, diğer tarafta Dil Derneği olarak ikili bir yapıya kavuşuruz. Türk Dil Kurumu daha muhafazakâr bir yapı sunarken Dil Derneği yabancı dillerden gelen sözcüklerin Türkçeden atılması taraftarıdır.

2005 yılında Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan imlâ kılavuzunun adı Yazım Kılavuzu olarak kabul edilir. 1928 yılındaki İmlâ Lûgatinden 2005 yılındaki Yazım Kılavuzuna gidişimiz seksen yıllık dil devriminin iyice kök saldığının bir göstergesi olur.

* * *

Şimdi 1928 yılından itibaren kullandığımız düzeltme işaretinin evrimine bakalım.

Elimde Yazım Kılavuzunun eski baskıları yok. Ama eski tarihlerde basılmış kitaplardaki düzeltme işaretinin kullanımına bakarak düzeltme işaretinin nasıl bir evrim geçirdiğini tahmin edebiliriz. Örnek olarak 1961 yılında basılmış Ziya Gökalp'in "Türkçülüğün Esasları" kitabına bakıyorum ve düzeltme işareti kullanılmış bazı kelimeleri yazıyorum: "İslâm", "âlem", "hâlâ", "tâyin", "mâbet", "ırkî", "yâni", "fedakâr" ve benzerleri

Yani İmlâ Lûgatinin yaklaşık ilk kırk yılında düzeltme işareti hem uzatılması gereken sesli harflerde (tâyin), hem de inceltilmesi gereken sessiz harflerin varlığında (İslâm, fedakâr) kullanılıyordu. 1965 yılında yayımlanan Yeni İmlâ Kılavuzu ile düzeltme işareti artık sesli harfleri uzatmak amacıyla kullanılmaz oldu. "tâyin" değil "tayin"; mâbet" değil "mabet" yazar olduk. Yazılışları aynı, okunuşları farklı sözcükleri ise istisna olarak kabul edip düzeltme işaretini bu tür sözcüklerde kullanmayı sürdürdük (adet, âdet, alem, âlem).

2005 yılında adı da değiştirilen, Yazım Kılavuzu olan kılavuzumuzla düzeltme işaretlerinin kullanımı biraz daha azaltıldı. "l" sessiz harfini inceltmek için düzeltme işaretinin kullanımı kaldırıldı. "lâl" "lal" şeklinde yazılmaya başlandı, "İslâm" "İslam" şeklinde yazılmaya başlandı. "k" ve "g" sessiz harfini inceltmek için ise düzeltme işareti kullanılmaya devam edildi (hikâye, kâğıt, dergâh). "l" sessiz harfinde şöyle bir istisna kabul edildi: "Lâle" özel isimse düzeltme işareti kullanılacaktı, özel değilse "lale" şeklinde yazılacaktı!

Nispet ekinde ise, ancak belirtme durumu ve iyelik ekiyle karışma durumu varsa düzeltme işareti kullanılacaktı. Artık "siyasî" kelimesini "siyasi" olarak yazacacaktık; ama "millî" kelimesini, "milli" kelimesiyle karışma olmasın diye değiştirmeyecektik. Günlük hayattaki uygulamalarda ise çok az kişi bu kurala uyuyor; "millîyet" değil "milliyet" yazıyoruz.

Geldiğimiz nokta bu; "lale" kelimesini şapkasız yazıyorsak "hikâye" kelimesini şapkalı yazmanın hiç bir anlamının kalmadığı bir noktadayız. Sanrım yakında "k" ve "g" sessiz harflerini inceltmek için kullanılan şapkanın kullanımından da vazgeçilir. Geriye kala kala okunuşları karıştırılabilecek birkaç sözcük kalıyor. "hâlâ" ile "hala" karışmasın diye düzeltme işaretinin kullanımını sürdürmenin gereksiz olduğunu düşünüyor, yazıma da burada son noktayı koyuyorum.

Yorumlar

Verdiğiniz aydınlatıcı bilgiler için teşekkürler. Epey faydalandım. Ama ikna olmadım.

Amacım polemiğe girmek, lâfı sündürmek değil. Ama yazınızdaki şu cümle tam da zurnanın zırt dediği yere denk geliyor:

"Türk Dil Kurumu daha muhafazakâr bir yapı sunarken Dil Derneği yabancı dillerden gelen sözcüklerin Türkçeden atılması taraftarıdır."

O "muhafazakar yapı"nın alternatifi nedir acaba? Ulusalcılık olabilir mi?

Sırf o cümleden bile anlaşılabilir aslında; dile yapılan bu tip müdahaleler, aslında otuzlu yıllardan kalma ideolojik bir katılığın, tektip (üniform) yurttaş yaratma zihniyetinin eseridir.

Yani bir tür klonlanmış nazizm…

O muhteremlerin önerdiği türkçeyle marş da bestelenebilir, slogan da atılabilir, ama örneğin felsefe ve edebiyat yapmaya kalkışılırsa marş basmaz, yarı yolda kalınır.

Bir dilin içindeki bir sürü sözcüğün "yabancı orijinli" diye ayıklanıp ıskartaya çıkartılması, o dili gezegenin geri kalanından, öz mazisinden, kültürel birikiminden kopuk, tüm etkileşimlere ve değişimlere kapalı, yavan, sığ, tunçtan dökülmüş bir "ecdat" heykeli kadar ölü bir şeye dönüştürmek değilse nedir?

Püskülsüz Veli Efendi - 10 Kasım 2013 (23:37)

Yazımda yalnızca şapkanın kullanımının gereksizliğini savunuyorum. "Tüm yabancı kökenli kelimelerin Türkçeden atılmaya çalışılması çok iyi olmuştur." diye bir görüş belirtmiyorum. Yoksa belki harf devrimi de bizi yaklaşık bin yıldır bağlı olduğumuz dillerden (Arapça, Farsça) ve kültürden kopararak onarılması imkânsız bir kültürel çoraklığa yol açmıştır, bilemiyorum.

Ama ister daha muhafazakâr Türk Dil Kurumu olsun, ister eskiyi silip atma yanlısı Dil Derneği şapkanın kullanımını azaltma konusunda hemfikirler. Seksen yıllık süreçte şapka kullanımı giderek azalıyor. Aynı düzeltme işaretiyle hem seslerin uzunluğunu kısalığını, hem de bazı sessiz harflerin inceliğini kalınlığını göstermeye çalışmak ölü doğmuş bir fikir gibi duruyor. "Kâgir" kelimesine baktığımız zaman hem "k" sessizinin ince, hem de "a" seslisinin uzun okunacağını nasıl anlayacağız? Ancak okunuşunun öyle olduğunu bilenler doğru okuyacaklar. O zaman düzeltme işaretini kullanmanın ne anlamı var? "Yâni" kelimesinde düzeltme işareti kaldırıldı diye kimse "a" sesini kısa okumuyor.

Kelimelerin nasıl söyleneceğini çocukluğumuzda öğreniyoruz, okuma yazma öğrendiğimiz zaman onların okunmasını kolaylaştıracak işaretler bir işimize yaramıyor. Belki Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenenler için bir faydası olabilir, ama düzeltme işaretinin bu haliyle kullanımı öyle bir faydaya da yol açmıyor.

Levent Yaycı - 11 Kasım 2013 (00:45)

Kagirin nasıl okunacağına dair ve şapka konusunda zihin açıcı bir yazı:
Nasıl yazsak (Yağmur Atsız - Star)

Silly Billy - 11 Kasım 2013 (16:05)

Nihal Atsız'ın yazısında dikkatimi çeken bazı şeyler var.

Türkçe'nin temel kuralları konusunda kafam iyice karman çorman oldu üstad!

Yazıda pek çok örnek var böyle: "gerekdiği", "sâhib", "kâtib", "öpmeğe", "dünki", "çünki" …

(Kısaca arzedebilir miyim, ukalâlık saymazsanız: f, s, t, k, ç, ş, h, p harfleri ile biten bir kelimeye c, d, g harfleri ile başlayan eklemeler yapılacak ise ekin başındaki yumuşak harfler sertleşir. Buna göre; c-ç, d-t, g-k olur. Dolayısı ile dilimizde sert ünsüzlerden sonra yumuşak ünsüzler gelmez, sonunda sert ünsüz bulunan kelimelere yumuşak ünsüzle başlayan ek getirilemez. Bu kurala ünsüz benzeşmesi denir).

Atsız'ın bunu bilmediğini düşünmek çılgınlık olacağına göre ve de bunu bile bile yaptığını bildiğimize göre, neden böyle yazıyor acaba diye düşünmeden edemiyorum.

Biliyorum curiosity kills the cat, ama, hey, dostum! Neler oluyor orda?

Fıstıkçı Şahap - 11 Kasım 2013 (22:41)

Kediyi bilmem, ama sizi dikkatsizliğiniz öldürebilir. Neyse ki, "Nihal Bey niye böyle yazıyorsunuz kuzum?" diye yazı sahibine direk sormamışsınız. Allah muhafaza, sertiyle yumuşağıyla, ünlüsüyle ünsüzüyle bi güzel ufalardı. Şaka şaka. Pamuk gibidir kendisi, ayrıca vurduğu yerde gül biter.

Silly Billy - 11 Kasım 2013 (23:56)

Dikkatsizliğim ve özensizliğim bir yana, bunamaya başladığımı da düşünüyorum.

"İnsan yazdığını bir daha okumaz mı koçum?" diyeceksiniz.

Emin ol okudum, hem de iki defa; ama işte bunuyoruz her halde, bana hiç de tuhaf gelmemişti yazdıklarım, iyi mi?

Neyse, Kemal Tahir de diyebilirdim. Ucuz kurtulmuşum.

Elime diğer elimle iki defa vurdum.

Bir daha da yaparsam ne olayım.

Yağmur Atsız'dan da özür diliyorum.

Fıstıkçı Şahap - 12 Kasım 2013 (14:25)

diYorum

 

Levent Yaycı neler yazdı?

447
Derkenar'da     Google'da   ARA