Ahmet Faruk Yağcı "Bir Maraton ve Sonrası"nda lâik, demokratik, sosyal, hukuk devletinin taşıması gereken vasıflara değinerek en zıt kutupların bile bir arada hoşgörüyle yaşayabileceğini dillendirdi.
Fatih-Çarşamba'dan benzer örnekler getiren İclal Arpınar da kendi deneyimlerini aktararak bu düşüncelere katıldığını ifade etti.
Ne var ki aklına "bazı kötü ve bol fitneli düşünceler" gelenler de vardı ve onlara göre bu hoşgörü, paylaşım, kardeşlik vitrininin amacı depoda bulunan mühimmatı saklamaktı. İtiraz itirazı doğurdu ve söz feylesofun işaret buyurduğu üzre incir ipi gibi uzadı.
Feylesof Durmuş Bey çok haklı. Bu tartışma bir fasit daireye dönüşür, sürer gider. Bilgisayar jargonuyla "endless loop", Nietzsche'nin ifadesiyle "bengi dönüş düşüncesi", "eternal recurrence", "vicious circle" gibi döner durur. En mahrem alanları şefkatle koruyan, en hassas bölgeleri sevgiyle okşayan yünden, pamuktan, ketenden, suni liflerden mamul soft-narin kalkanların dinamik, devingen, esnek ipi gibi uzar gider.
Evet, kendi cemaatimin gazetesini okuyorum, televizyon kanalını izliyorum, dergisine aboneyim. Arkadaşlarımın, dostlarımın, ahbabımın neredeyse tamamı mensubu bulunduğum tarikatın gönüllü üyeleri. Mürşidimiz, kıblemiz, amentumuz, virdimiz bir. İstihbarat haremime başkalarının sabuklamaları, saçmalıkları, çarpıtma ve safsataları giremez. Yan yattı çamura battı hezeyanları dağarcığımın gümrük kapılarından geçemez.
Yağmur Atsız'ın dediği gibi; "Diğer yandaş arkadaşların günahına girmeyeyim ama ben şahsen bu kadar saçmalama ve böylesine bin dereden su getirme karşısında ruhsal sağlığımı düşünerek bazı arkadaşları kendime yasak ettim" .
Seçersem yârin zehirini seçerim, ağyarın balına parmak banmam.
Evimin değişmez demirbaşı bu sosyal yaşam katilinin huzurunda boşuna nefes tükettiğimin farkındayım, klavyemi fuzulî aşındırıyor, mausumu beyhude eskitiyorum, amenna. Ama gel gör ki "dil dursa, tende can durmaz". Yazsan bir türlü yazmasan iki.
Düşün ki ölümüne fanatik taraftarsın ve tuttuğun takım için mağlubiyet düdüğünün çalınmasına saniyeler kalmış. Aleyhine işliyor zaman ve daraldıkça daralıyor senin de içini daraltarak. Tuttuğun takımın henüz gol yüzü görmemiş oyuncusu, orta sahadan bir yerden -kaleyi gördü mü görmedi mi bilinmez- yaradana sığınıp bir güzel abanıyor topa. Top kale direklerinin birkaç mil ötesinden terk ediyor oyun alanını.
İşte burada kendini tutamaz "ulan dümbük" diye bağırırsın; "Hayatında kaç tane gol attın oradan?"
Halbuki bal gibi de bilirsin ki hangi desibelden bağırırsan bağır sesin ekranın yalıtkan duvarına toslayacak, seni cinnet sınırına getiren dümbüğün ise ruhu bile duymayacaktır.
Ajdavarî bir ekstreme tenakuz halidir bu. Bir orada bir burada gezinir dursun da nihayet birini seçersin ve seçtiğini meşrulaştırmaktan, mantıklı göstermekten başka çaren yoktur. Bu bilişsel çelişkinin fark edilmesi sende hafakanlara sebep olur çünkü. Bundan sonra yapacağın bu iki farklı bilginin çatışmasından kaçmak olacaktır.
İşte burası rasyonel insan felsefesinin geçerliliğini yitirdiği yerdir. "Her hareketimi mutlaka aklî-ussal bir zemine oturtmak durumunda değilim" der, yola devam edersin.
Bir konu ilgili bir şeyler yazmak istediğimde sık sık başvururum. Kutsal kitaptan idrake yansıyanları yerli yerince kullanmak, bana göre sözün tesir gücünü mühim ölçüde artırmaktadır. Anlattığım gerçeğe muvafık tenzil edilmiş bir metin gördüğümde yarım kalmış bir şiirin son kâfîyesini bulmuş gibi sevinirim. Çünkü bilirim ki o, bilginin en esaslı menbalarından biridir.
Dahası "fikrimin vanasını elinde bulunduran" şeydir o.
Ama isteyen iktibasını başka yerden yapabilir. Hayatın sırrını çözmüş hocasından, feleğin çemberinden geçmiş üstadından, tarikatta nirvanaya ermiş, başka bir bedende dünyaya gelmesine lüzum kalmamış yoldaşından ya da yazılarını sektirmeden takip ettiği köşe yazarından, ona da diyecek sözümüz olmaz. Fakat dönüp bize "sen neden gökten inen kelimelere sığınıyorsun" deme hakkı yoktur. Benim kaynağım bana, seninki sana. Ben sana "sen neden o akıl hocasına başvuruyorsun ya da benimkini esas almıyorsun" diyor muyum?
Bu hamur Pasifik Okyanusuna düşse kurutur diyorum. O yüzden yıllardır söylenegelen netameli cümleleri tekrar etme papağanlığının çözüm adına getirip-götüreceği bir şey yoktur. "Bana bir keresinde şöyle şöyle yapmışlardı" türünden kişisel tecrübe ve mülâhazalar muhataba "işin bir de bu yönü var" mealinde söylenebilir ancak. Ama dileyen elbette birkaç tecrübe ile sosyolojik tespit yapmak hakkını kullanabilir.
Bu ülkede ne muhafazakâr kesim ne de lâikler karşı taraf üzerinde bir baskı olmadığını, diğerlerinin yaşam şekline müdahale edilmediğini iddia edemezler. Hatta bu baskının sadece mahalle ile sınırlı olmadığını kimi kesimlerin "devlet baskısı" altında olduğunu bile söylemek mümkün.
Keza Anadolu bir uçtan bir uca cümlesinin el ele dolaştığı, herkesin "ana-bacı-gardaş" olduğu bir ütopya değildir.
Medyanın önemli bir kesiminin Türkiye'deki siyasî kutuplaşmanın altına merkep yüküyle odun taşıdığı, sağcı-solcu, dindar-ateist, Alevî-Sünnî, devrimci-mürteci, Kemalist-antikemalist, ilerici-gerici, mütedeyyin-eyyamcı, örtülü-açık, içen-içmeyen diye inatla iki kutba ayırarak tarafları sokak baskısına davet ettiği, düello tellâllığı yaptığı bir yerde bu toprakların muhayyel bir ülkeye dönüşmesi öyle görüyor ki daha bir hayli zaman alacak.
İlgilileri hatırlayacaktır, taraftarlarının "dört büyük hikâye, tek büyük var" dediği futbol kulübümüzde uzun süre görev alan 1 numaralı file bekçisi bir pozisyonda rakip futbolcuya herkesin gözü önünde bir güzel kafa göz girişiminden sonra Sumo güreşçisine çarpmış gibi yere attı kendisini. Kafayı yiyince neye uğradığını şaşıran rakip oyuncu etrafına şaşkın gözlerle bakarken yerde iki seksen bir doksan uzanan kaleciyi görünce kamalara yan bastığını anlamış dönülmez akşamın ufkunu yaşıyordu.
Neticede rakip futbolcu kaleciye kafa atmaktan kırmızı kartla oyun dışında kaldı. Yerde balyoz yemiş gibi kıvranan kalecinin yara bandını kafasına değil de bıyığına sardırması ise ne denli ince bir mizah anlayışına sahip olduğunun en somut kanıtıydı.
Baskıyı birinci elden yapanın şişirme haberlerle Mondragon'u oynadığı, "başkalarını" saldırgan gibi gösterip mazlum rolüne soyunduğu, üstelik bunun araştırmacı, gazeteci, televizyoncu, yazar, çizer, sosyolog ve düşünürün eliyle gerçekleştiği bir ortamda kimi mahalle sakinlerinin "diğerlerine" baskı kurmaktan zevk almasını anlamak çok da zor değil.
Elhak, lâiklik mevzuatına tamamı ile aykırıdır ve bu lojistik destek behemehal kesilmelidir. Her dini cemaat kendi inancını kendi parasıyla finanse etmeli buna karşılık inancını da gereği gibi yaşayabilmelidir.
Fakat dinin devlet eliyle verilmesinin ne tür bir proje olduğunu da yakın tarihimizi inceleyen tarihçilerin malûmatına havale ediyorum. Onlar bu "tek tipleştirme" projesini hayata geçirenleri ve dinden tek kelime çakmayan, merkep anırınca abdesti bozulan imamları cemaatin başına getirip ellerine sipariş üzerine hazırlanmış metinler tutuşturanları daha iyi anlatır.
Tek bir mezhebi hatta onun da tek bir itikadî kolunu esas alan karakoncolos bir diyanet de aynı mevzuata hem de fevkalâdesiyle aykırıdır ve tamamen kaldırılmalıdır. Muasır ülkelerde uygulanan lâiklik anlayışı gibi bizde de tüm özgürlükler sağlanmalı, hayatın tüm alanlarında kılık kıyafet serbestîsi getirilmelidir. Alevîsi-Sünnîsiyle Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, Yezidiler, Musevîler, Bahaîler, Hindular, Budistler, Satanistler, Ateistler, Agnostistler ve diğer bütün dinlerin mensupları kendi ibadethanesini inşa etmeli, kendi okullarını açmalı ve kendi din adamlarını yetiştirmelidir. Ateşe tapan da tapınağını inşa edebilmelidir ineğe bakan da.
(Evet, agnostistler ve ateistler de pekâlâ bir dinin mensubudur, zira bu sahada her vaziyet alış [attitude] Üstad Parsons'un kalıp sürekliliğine [pattern maintenance] tastamam uyan bir mensubiyettir.)
Ama kendi dogmalarından başka hiç bir hakkı kabul etmeyen, milyonlarca insanın özgürlük isteğini görmezden gelen ve bunu "modern medeniyet" çilik kılıfına uyduran, üst muamele görmeye alışık tatlı su lâikleri acaba evrensel anlamda bir sekülerleşmeye hazır mı? Onların maçası yer mi böyle "essahtan" bir lâikliği kaldırmaya?
Mazlumu ve mağduru oynayan kurnaz dincinin yumurtladığı, aslı astarı olmayan şeydir. Doğrusu canının istediği gibi yaşayan ve lâik taifenin ondaki konforun zekâtı için dilendiği, öşrü için serden geçtiği, onda birini yaşamak için kırk takla attığı Sünnî'dir. Onu bırakın devlet ya da mahalle baskısına maruz bırakmak, şöyle kaş-göz hareketi ile de olsa çekiştirmek kimsenin haddi değildir.
Kim iddia edebilir meselâ başkaları bunu en temel hak olarak tepe tepe kullanıyorken onun üniversite kapısından geri çevrildiğini? Onu takibe alan, düşüncesini-ideolojisini sorgulayan, fişleyen, mimleyen biri olmuş mu bu güne kadar hâşâ huzurdan? Hangi terakkiperver ona mürteci, gerici, yobaz demiş ya da yaşam şekline müdahale etmiş şimdiye dek? Kıldığı namaz "sakıncalı hareketler" diye lânse edilmiş mi hiç? Ya başına bağladığı bez parçası? Söz söyleyen olmuş mu, ikna odalarına alınıp "çıkar kurtul" denilmiş mi? Ya da ne bileyim "okumak istiyorsan Arabistan'a git" diyeni hatırlayan var mı meselâ?
"Tipik Arap geleneklerini dayatmak. Yani şeriat", "geçmişlerinde düşündükleri radikallikleri saklamak", "kolluk güçleri bir gün sokaklarda namaz kılıyor musun diye sorduklarında", "bir de hoşgörü mavalları yok mudur", "yaşamı bize dar eden, maalesef dini ile ilgilenen Sünnîler", "Sistematik bir biçimde devreye alınan bir inanç asimilasyonu", "Okul sayısından çok camiinin olduğu", "Bürokrasinin, emniyetin en kilit noktalarında bahsettiğiniz kişilerin olduğu", "Anadolu'da yüzlerce yıl süren bu baskının bir uygulayıcısı olan Osmanlı İmparatorluğu", "Oruç tuttuğu için dövülen bir insan gördünüzmü", "Kimsenin giyinişine (türban da dahil) karışılmaması taraftarıyım", "Herkese türban taktırma baskısı", "Bu politikanın adı da "İslâm faşizmi" ,
(Asıl nüshadan imlâ kusurları ile birlikte iktibas edilmiştir).
Yandaş arkadaşların bu güne kadar söylediklerinden çok farklı söylem ve tespitler bunlar. Çözüm için her bir madde üzerinde mayın detektörü titizliliğiyle, bir örümcek hassasiyetle durulması gerekir. İçinde her kesimden (laik-Kemalist-devrimci-yobaz-Sünnî-gerici vs) temsilcilerin olduğu ortak bir komisyon kurulmalıdır.
Bütün sancılarımızın kaynağı devletin bir türlü lâik olmayı becerememesidir. Laiklik çağdaş medeniyetlerde nasıl tatbik ediliyorsa, nasıl anlaşılıyorsa öyle bir lâikliği temenni ediyoruz. Herhangi bir dini ne finanse edecek kadar sahiplenen ne de bir dini düşman kavramına alacak şekilde karşısına alan bir lâiklik anlayışı. Bu gün müntesiplerinin sayısına bakmaksızın tüm dinlere -İslâm ya da uçan spagetti canavarı dini fark etmez- eşit mesafede duran bir lâiklik anlayışına ihtiyacımız var.
Enver kardeşim, belliki ona soğuk duş etkisi yapan cevaplarıma pek takmış.
Soğuk duş diyorum, çünkü toplum üzerinde egemenlik, propaganda ve baskı aracı olarak kullandıkları (evet inanmaktan çok kullandıkları) inançları (sünnilik, islam siz artık ne buyurursanız) hakkında ettiğim birkaç kelâm söz, kendilerinde "nasıl böyle dersin, seni zındık seni kâfir seni" mealinde sözleri dillendirmeye doğru meyletmiştir.
Kendileri bu tepkilerinde haklı. Nasıl haklı olmasınki? Binlerce yıl zaten bu hususta kendisi gibi düşünen insanların egemenlik mantığıyla zikrettiklerini Tekrarlıyor Enver Bey.
Üstelik o kadar canı sıkılmış cevap vermiş olmama, bir önceki yazıda yaptığı yorumlar yetmemiş ve bir konu başlığı edinerek yeni bir yazı yazma ihtiyacı duymuş. Ve köşesinden Büdütörün deyimiyle aynı şeyleri söylemeye devam etmiş.
Etmiş ama tam olarak ne söylediğini anlamakda çok mümkün değil. Yaptığı kıvamlı çorbaya her ne kadar güzel baharatlar eklesede (ki bunlar benden ve başkalarından aldığı cümleler) yinede neye benzediğini anlamak güç. Enver Bey kısaca siz ne diyorsunuz? Yada ben sorayım, siz;
Sünnîler bu ülkede hakim değil mi diyorsunuz? Namaz kılmak bu ülkede yasakmı? Kılanlarlarmı fişleniyor yoksa kılmayanlarmı? Oruç tuttuğu için dayak yiyen bir üniversite öğrencisi, hatta savcı gördünüzmü? (Ben tutmadığı için dövülenleri gördümde ondan şey ettim) Devlet dairelerinde haydi Cumaya denilerek(bazı yerlerde) bir baskı söz konusu değilmi?
Ernesto - 7 Aralık 2010 (13:01)
Sayın Enver Turan, yazınızı büyük bir ilgi ile ve beğenerek okudum. Etrafımızı çepeçevre saran gergedanlaşma karşısındaki isyanınızı da şu geçkin yaşıma rağmen anlıyor, hatta aynı yoğunlukta paylaşıyorum.
Ama bu yazışmaların aslında bir diyalog olmadığı -ve bundan sonra da diyalog başlatmayacağı- konusundaki görüşümü üzülerek tekrarlıyorum.
Çünkü karşınızda "hayatın sırrını çözmüş" birileri var. Gene bilgisayar dilini kullanırsak, "yakılmış" bir CD; üzerine başka veri yazılamaz. Merak ve empati defterini kapatmış olan bu insanlara derdinizi anlatmaya çalışarak harcanacak nefese yazıktır. Rüzgarı yine sizin içinizi üşütür.
Eğer AK Parti ve Erdoğan üzerinden bu halktan (yani ilânihaye parya olarak yaşaması gerekenlerden) ve dağdaki çobanın da seçmen sayılmasına olanak sağlayan açık toplumdan nefret etmiyorsanız…
Eğer bu iktidara karşı olmak gibi bir ortak payda ile İsrail'le gizli kapaklı işler çeviren, darbe tezgâhlayan bazı generalleri siyasî müttefikiniz olarak görmüyorsanız…
İster liberal olun, ister sosyalist, ister muhafazakâr -ya da başka şey- sonuç aynı kapıya çıkar:
En hafifinden "aymaz", en standardından da "namussuz, alçak, hırsız, yalaka, yandaş, vatan haini" ve benzerisinizdir.
Dediğim gibi, yazık nefesinize. Bu birikimi ve motivasyonu sizden kaynaklanmayan bir fasit daireyi kırmak için ziyan etmek yerine, dünyanın asıl gündemine ışık tutmak ve ufkumuzu daha da açmak için kullanın derim, ofis yıllarını, yerli malı haftalarını görmüş, "Ecevit Kışı" nı yaşamış bir amcanız olarak.
Demagoji yapmadan tek cümle kuramayan bu insanlardan sağduyulu söz beklemek nafile. Müflis bir saltanatın eli böğründe kalmış mirasçılarıdırlar; bırakın bağırsınlar. Yanlış ata oynadılar ve kaybettiler. Ağızları kırk dereden su getirse de yürekleri içine düştükleri kepazeliği bal gibi hissediyor. Ayıplarını daha fazla vurmayın artık yüzlerine. Terbiyesizleşmekte sınır tanımayacaklardır.
Durmuş Düşünür - 7 Aralık 2010 (13:14)
Enver Bey, Arada yine vitrin olsun diye yazdığınız, hoşgörü, herkes kardeştir vs. Gibi kelimelerle süslediğiniz yukarıdaki yazıya hadi inanalım. Samimiyetinize inanalım, ama o zaman sizden şunları beklemek de bizim görevimiz olur. Siz eğer yazdığınız yazının vitrinn bölümlerine inanıyorsanız; -Diyanet kalkmalı, -Camiiler de kalkmalı, herkes ibadetini gitsin evinde yapsın, hani kulla Allah arasına kimse girmemeliydi? Neden bizim paralarımızla bu yapıları yapıyorsunuz o halde. Hiç olmazsa kendi paralarınızla yapın. Bu adilmidir?
- Diyanet kalkmalıdır. Ne demek diyanet yahu, insanın bireysel inancını devlet nasıl yönlendirir. İlla biri yönlendirecekse cemaatleriniz sizi yönlendirsin.
- Okullarda din dersi kaldırılmalıdır. Madem verilecekse 20 milyon Alevîyi ders kitaplarında yok sayıp, onları incitici sıfatları yazmaktan vazgeçin.
- Devlet dairelerinde dine ve cemaatlere dayalı kadrolaşma faaliyetinden vazgeçin. Bütün vatandaşlar, ayrımsız yerleşebilmeli. Terfiiler yine ayrımsız, cemaate göre değil çalışmaya, yeteneğe göre yapılmalı demelisiniz.
Diyebiliyormusunuz bunları, Diyemezsiniz. Sizin niyetiniz yaptığınız çorbayla kafa karıştırmaktır. Eğer öyle olmasaydı, konuyu konuşur, alâkasız alıntılar yapmaz, hatta imla hatalarımla uğraşmazdınız.
Salt yetenekle terfilerin olması gereken, futbol gibi kurumlarda bile (size öykündüm valla, bir futbol bahside ben neşredeyim) yetenek yerine cemaat ilişkilerinin olması durumun da ne kadar acınası olduğunun kanıtı
Bu arada, sevgili Büdütörümüzden bir bölümde ben isterim. Yazacaklarım buraya sığmıyor valla. Söz Enver Bey gibi çorba yapmam.
Ernesto - 7 Aralık 2010 (13:21)
Sayın Ernesto, "bölüm isterim" derken kastettiğiniz, Derkenar'da yazar olmaksa, herkes için ayrı bölüm açmadığımızı, sitedeki tüm yazarların "Dilin Kemiği" bölümü altında yazdığını, Derkenar'a bu kadar çok şey yazmış biri olarak, farketmiş olmanız gerekirdi.
Derkenar'a yazı eklemek için sağ üst köşedeki "Word" ikonunu tıklamanızın yeterli olduğunu da şu ana kadar farketmiş olmanızı beklerdim.
Bu sitedeki yazıları okuyor ve fikirlerinizi bizimle paylaşıyor olmanızı memnuniyetle karşılıyorum. Ancak, bu yayının yükünü 10 senedir taşıyan kişi olarak;
A) Yazı yazdığı bir yayını doğru dürüst incelememiş olanlara;
b) Kullandığı dile karşı özensiz ve hoyrat davranananlara;
:… Şahsî bir alerji beslediğimi de ifade etmek isterim.
Fikirlerinize karışmam, onlar sizin. Ama bu kadar bozuk bir imla ile yazdığınız şeylerin Derkenar'da yayınlanıyor oluşunu, -muhalefet kontenjanından, size özel- bir torpil olarak kabul edebilirsiniz.
Büdütör - 7 Aralık 2010 (14:01)
Sayın Durmuş Düşünür, İktidar karşıtı değilim, ama yanlısı da değilim. Hatta hiç bir iktidar karşıtı ve yanlısı olmadığımı söyleyebilirim. Ama fikirsizde değilim. Fikrimi açıklamanın bana, "iktidar yanlısı", "tebiyesizleşme", "aynı şeyleri söyleme", "papağan" gibi suçlamalara mal olacağını da kestiremedim. Afedersiniz. Yıllardır (2000 den beri sanırım) bu siteyi izlerim. Böyle olacağını kestirememem sanırım sizin" hayatın sırrını çözmüş" teorinizi doğrulamıyor. Ama protesto grubundaki öğrencilere öldüresiye girişen polisin ruh halini, onu oraya getiren cemaat gruplarına bağlamamıda "Demagoji yapmadan tek cümle kuramayan bu insanlardan sağduyulu söz beklemek nafile." ile bağlarsınız. İsterseniz, bu kadar sert sözlerinizin, sizi yıllardır beğenerek okuyan bu fakirin yüreğini nasıl yaraladığınızı düşünerek, "Sen beni hiç anlamamışsın koçum" gibi sözlerle nokta vuruşunuda yapın. Yapın ki siz rahatlayın, bende dersimi alayım… Selamlar…
Ernesto - 7 Aralık 2010 (14:14)
Sevgili Büdütör, a ve b şıklarınızdaki haklı eleştiriye katılıyorum haklısınız. Özürlerimi kabul edin lütfen. Genellikle burada yazı okuduğum için ve yazmadığım için doğru dürüst incelemedim. Kullandığım dile karşı bir artniyetim yok. Onu da cevap yazarken ki heyecanıma veriniz lütfen. Haklısınız daha dikkatli olmalıydım. Şu dar-ı dünyada bana bahşedilen ender torpil vakaası içinse nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Kuru bir sağol ile idare edeceksiniz artık.
Ernesto - 7 Aralık 2010 (14:24)
Sayın Ernesto, ne sizi ne de başkalarını yaralamak gibi bir amaç taşımıyorum. İnsanlara karşı "koçum" gibi külhanbeyi hitaplar kullanmak da adetim değildir. Şahsi sataşmalar yapmak ve şahsımla ilgili savunmalar yapmak da pek tercih ettiğim bir şey değildir.
Dolayısıyla, her ne kadar son zamanların -bence- en "ateşli" tartışmacısı siz olsanız da, tırnak içinde alıntıladığınız o ifadeleri kendi üzerinize alınmamanız daha doğru olur.
Hem madem 10 yıldır bu siteyi okuyorsunuz, aramızda bu tarz yanlış anlamaların ve alınganlıkların da olmaması gerekir. (Bu hesaba göre 10+7 yaşından büyük olduğunuz varsayılabilir. Demek ki polisin göstericilere copla girişmesi, belediye ve devlet kadrolarının X partisinin yandaşlarıyla doldurulması gibi olayların şimdi başlamadığını da biliyorsunuzdur.)
Derkenar'ı 10 yıl boyunca okuyup gene de sıkılmamış olduğunuza göre, şunu da biliyor olduğunuzu varsayabiliriz: Dünyanın en olmayacak iddiası bile gündelik hayattan cımbızla ayıklanacak örneklere dayanarak, hem savunulabilir, hem çürütülebilir. Ama netice, muhtemelen safsata olur.
Büdütör'ün tasarruf alanına giren bir konuda fikir beyan etmem ne derece doğrudur bilemiyorum; ama kişisel kanaatime göre bu yayın, katılalım katılmayalım, samimiyetle inanılan ve aynı samimiyetle ifade edilen her türlü fikre açık gibi görünüyor. (Nefret suçu kapsamına girenler hariç.)
Madem bu kadar üretken bir zihniniz -ve fikirleriniz- var, neden yazıların altında bitip tükenmez münazaralar yapmak yerine, kendi bakış açınızı bize derli toplu anlatmayı denemiyorsunuz?
Durmuş Düşünür - 7 Aralık 2010 (18:33)
Sayın Ernesto;
İlk olarak ne sizi ne de bir başkasını muhatap alarak yazmadığımı bilmenizi isterim. Şahıslara değil fikirleredir eleştirim. Dönüp yazılanları bir daha okursanız ilk yorumların sizden geldiğini görürsünüz. Yani iddia sahibi sizsiniz ve ben cevap hakkımı kullandım. Yorumlarınız ve sorularınızla ilgili yer darlığından ötürü kısa kısa cevaplar vermeye çalışacağım.
Tekrar edilmekten dilde ormanlar bitirmiş söylemlerin soğuk duş etkisi yapma şansı yoktur. Hele de şerbetli birine. Takdir edersiniz ki sizin gibi düşünen birçok insan vardır ve onlar da benzer iddiaları dillendiriyorlardır.
Şimdi eğer ben yazdıklarımla "nasıl böyle dersin, seni zındık, seni kâfir" demiş oluyorsam siz yazdıklarınızla ne demiş oluyorsunuz, ona da siz karar verin.
Düşüncelerinizi açıklamanızla ilgili en küçük bir imada bulunmadım. Yadırgamam da mümkün değil. Çünkü ben "hakikatlerin aydınlığı fikirlerin çatışmasından doğar" sözüne tüm kalbimle inanıyorum. Fakat siz düşündüğüm şeyleri ifade etmemi "bir önceki yazıda yaptığı yorumlar yetmemiş ve bir konu başlığı edinerek yeni bir yazı yazma ihtiyacı duymuş" sözüyle değerlendirmişsiniz. (Tırnak içindekiler alıntıdır, haberiniz olsun.)
Tırnak içine aldığım ve Büdütör Bey'in tonunu biraz açtığı "devrim niteliğinde söylemler" size ait elbette. Ama başka alıntılar da yaptım, Yağmur Atsız'dan filân.
Hatta ben "fikrimin" diye küçük bir değişiklik yaptım ama "bilincimin vanasını elinde bulunduran şey" kavramının mucidi Feylesof Durmuş Bey'in bizatıhi kendisidir. Fark etmemiş olabilirsiniz ama bu da bir alıntıdır.
Sorularınızın pek çoğunun cevabı bir paragrafta var. Yorulmayın diye aşağıya alıyorum;
"Bu ülkede ne muhafazakâr kesim ne de laikler karşı taraf üzerinde bir baskı olmadığını, diğerlerinin yaşam şekline müdahale edilmediğini iddia edemezler. Hatta bu baskının sadece mahalle ile sınırlı olmadığını kimi kesimlerin "devlet baskısı" altında olduğunu bile söylemek mümkün."
Diğerlerine kısaca cevap vermeye çalışayım.
Evvela herkesin kendine has bir tecrübe sahası olduğunu kabul ederek çıkalım yola. Yani görmediğimiz şeye yok dersek baştan yanlış yapmış oluruz. Hayır, yaratıcının varlığından bahsetmiyorum.
Ben var demiyorum ama "oruç tuttuğu için dövülen birini görmedim, o halde yok" diyemezsiniz. Birileri görmüş olabilir pekâlâ.
"Ne zaman namaz kılanlar derdest edildi, oruç tutanlar falakaya yatırıldı, hacca gidenler kodese tıkıldı işte biz o zaman laik zorbalığını kabul ederiz" derseniz yine olmaz.
Madem futboldan örneklerle başladık, devam edelim öyleyse: Atak oynamak iyidir de abartılısı savunmasız bırakır insanı. Kaleyi ablukaya alayım diye kalkar da defansınızı rakip takımın ceza sahasına kurarsanız yediğiniz gollerin çetelesini tutamazsınız. " Sünnîler bu ülkede hakim değil" mi diyorsunuz?
Hâkimi de vardır, savcısı da, avukatı da.
Daha evvel de söyledim, bir türe ait popülasyonun genişlemesi her zaman "istilâ" değildir. Hele de kendi habitatında çoğalıyorsa. İlle de panik olmak, telâşa kapılmak, yüreği ağzında gezmek, ödü gaidesine karışmak gerekmez. Endişe edilecek şey farklı olana hortlak görmüş gibi bakmaktır.
Diyelim ki dünyanın bir ucunda kurabiyeleriyle ünlü bir kasabada bir milyon kurabiye canavarı var. Göbekten aşağısı görünmeyen bu canavarların yarısı elmalı kurabiye diğer yarısı ise kaşarlı kurabiye müptelâsı olsun. Sonra elmalı kurabiyeyi sevenlerin sayısı artarken, kaşarlı kurabiye sevenlerin sayısı dibe vursun. "Bir canlı türü yok mu oluyor" derecesine düşsün. Şimdi bu popülasyonun hakimi kim derseniz elbette elmalı kurabiye sevenlerdir.
Ama ne zaman bir canavar diğerinin kurabiyesine el koyar, rızkına-zevkine mani olursa işte o zaman "Hammurabi kanunları" devreye girer. Velev ki bunu kaşarlısını seven "tek kişi" ve "tek dişi" kalmış kurabiye canavarı yapsın.
Gelelim suç unsurlarına.
İsmet Özel'e annesi "karışık kafa iyidir" diyormuş. Bu valide söylemi ruhuna nasıl tesir etmişse karıştırmadığı kafa kalmadı adamın. Müsaadenizle kafanızı biraz daha karıştıracağım ben. Bir sıcak çorbama hayır demezsiniz herhalde.
Oruç tutmadığı için dövülen üniversite öğrencisi ya da savcı olmuş mudur? Olmuştur. Peki, suç mudur; Bilâşüphe.
Namaz kılmadığı için dayak yiyen var mıdır peki? Vardır. Suç mudur peki? Bilâ-tereddüt.
Zekâtını vermediği için dayak yiyen olmuş mudur? Kuvvetle muhtemel. Suç mudur; tartışması bile olmaz.
Diğer misalleri siz kıyas edin.
Fakat başlardaki örtüyü tutup çekmek gibi başka suçlar da vardır. Keza eşi örtülü diye nizamiyeden atmak da buna benzer. İçirmeye çalışmak da Cuma'ya çağırmak kabilindendir. "Ben bunlara rastlamadım" diyen biri Samanyolu dışındaki bir galaksiden ikametgâh ilmühaberi getirmek mecburiyetindedir.
"Kimin mühimmatı daha tahripkâr" tartışması değildir bu.
Gelelim fişlemeye. Kimler fişlenmiştir peki? Kılanlar da fişlenmiştir, kılmayanlar da, eşi örtülü olanlar da fişlenmiştir, olmayanlar da? Peki, bunların hangisi suçtur?
Dikkat buyurun; ikisi de.
İkinci yorumunuzda nereden çıkardığınızı anlamadığım ithamlar var. Meselâ "Alevîleri incitici sıfatlar kullanmayın" demişsiniz. Muhatapları karıştırdınız diye düşünüyorum.
Diyanetle, cami ile alâkalı soruları tekrar tekrar sormuşsunuz. Üstelik cevabını bildiğiniz sorular bunlar. "Diyebiliyor musunuz" diye sormuş, hemen arkasından "diyemezsiniz" diye yanıtlamışsınız. Bir Sünnî olarak söyleme hakkım var mıydı bilemiyorum ama söyledim gitti. Haddi aştı isem, kusuruma bakmayın.
"Diyanet kaldırılmalı, devlet Pastafarian ile Müslüman'a aynı nazarla bakmalı" diyen birine "din dersi kaldırılsın diyebiliyor musunuz, diyemezsiniz" demenin bilmem ki kaç türlü izahı var.
Ve kadrolaşma.
Devlet ya da herhangi bir kuruma personel alımında esas alınacak yegâne kıstas "ehliyet" olmalıdır. Velev ki en mükemmelini "Simtel" yapsın. Burada aklınıza "ama X tipi, Y tipi, Z tipi örgütlenme" diye bir şey gelirse Popülâsyon bahsindeki kurabiye canavarlarını hatırlayınız. (Hani elmalı sevenler vardı ya.)
"Camiler kalkmalı" dediğimi iddia etmişsiniz. Rica ederim, nereden çıkarıyorsunuz. Ben devletin dini finanse etmesinden bahsettim. Kalkması gereken budur. Hiçbir mabet için kaldırılsın demedim, demiyorum. Ne havra ne kilise ne sinagog ne cemevi ne de cami (huylanmayın diye en sona atıyorum) kalksın diyorum. Bakın ne demişim;
"Ateşe tapan da tapınağını inşa edebilmelidir ineğe bakan da." Dikkatle okursanız bu cümlede zımnî bir "kendi parasıyla" manası da görürsünüz.
Din, Allah ile kul arasında elbet, ama inandığı Allah onu mabede çağrıyor, ne olacak şimdi? Birilerinin göz zevki bozulacak diye adam cemaat sevabından mahrum mu kalacak. Üçüncü kez "ya cebimdeki para" derseniz bir üst paragrafa bakmanızı tavsiye ediyorum.
Son olarak; laiklik kimsenin âbâ u ecdâdından miras kalmış hazerde-seferde kuşanacağı zırhı değil. Had-hudud bilmezin başkasının bağını talan edeceği bir kılıç hiç değil. Herkesin hissedar olduğu, anasının ak sütü gibi helâl bir mirî malıdır.
Enver Turan - 8 Aralık 2010 (17:37)
İnsan bir seye sinir olmak istedi mi oluyor işte, sebep uyduruyor demeyelim de gözündeki hoşgörü gözlüğünü çıkarıverince, o gözlüğün köşelere, karelere kattıği yumuşak hatlar, siyahları, koyu renkleri, canlılarıyla, cıvıl cıvıllarıyla değistirme yeteneği kayboluveriyor, miskin grilikler, sisli anlamlar çöküyor her bir şeye, her bir söze.
Dindar olanlar dinle ilgili her eleştiriyi üzerlerine alınırken, başka düşüncelerdekiler de, başka eleştiri oklarına siper ediyorlar göğüslerini, kendilerini doğrudan ilgilendirmese bile. Hayat tabii ki tozpembe değil ama eleştirisel düsüncenin de bir dozajı olmalı, üretenin de hedef olanın da sağlığı açısından. Olumlu şeylere hakettiği değeri adilce vermek yerine, olumsuz görüşlere hizmet verecek kategori ler üretme ve bu kategorilere dahil olma yarışı içindeymişiz gibime geliyor bazen.
Toplumumuzu özellikle son yıllarda yoğun bir şekilde etkisi altına alan, aşırı derecedeki alınganlık ve hoşgörüsüzlük akımlarının önünü almanın, bir yolu olmalı. Kişilerin baska alanlarda yeterince mevcudiyetini gösterebildiği, çevrelerindeki insanlara ve diğer canlılara huzur ve mutluluk verebilip alabildiği, benliğini güzel şeylerle okşayıp gönendirebildiği, eleştirilerle ve olumsuzluklarla bir "BEN" kuvvetlendirmeye pek ihtiyacının olmadığı bir yol meselâ…
Nursun Demirsoy - 10 Aralık 2010 (12:01)
İçimde kalmasın:
1. Enver Turan Büdütör'e para ya da benzeri bir menfaat sağlayarak yazıdan bile uzun yorumun girmesini sağlamış olmalı.
2. Yazının bana atfen başlaması gayet "nefsi okşayıcı" olmuş. Ne kadar atıf o kadar kibir diyordum ki Erdem Abaka'nın başka bir yazımın altına girdiği yorumu gördüm. Sonraki cümlem:
"Anam! Ben ilk fırsatta derli toplu yazı yazmalıyım" oldu.
3. Dinayet İşleri Başkanlığı yazısında laiklik denince ne anladığımı yazmıştım. Tekraren tavsiye olunur.
4. Ernesto nam biraderimizin on senedir Derkenar takip ettiğine inanasım gelmiyor. Takip ettiyse girilecek ne toplar vardı onları nasıl kaçırdı? Takip etmedi ve takip ettim diyorsa da bu Derkenar ve tabii ki mekân sahibinin itibar başarısıdır.
Ahmet Faruk Yağcı - 10 Aralık 2010 (12:31)
Sataşma var galiba, cevap hakkı istiyorum…
Değerli Ahmet Faruk üstadım, 4. Maddedeki "başarı" kriterleriniz büyük ölçüde doğrudur. Tabii ki "mekân sahibi" sıfatının zatıalîniz de dahil olmak üzere tüm Derkenar yazarları olduğunu kabul etmek kaydıyla.
"Başarısızlık" kısmına da ben değinmek isterim. 10 yıl boyunca konuşup da hâlâ anlatamamış olmak, az buz değil bayağı bir kabiliyetsizlik örneğidir.
Sayın Enver Turan'ın uzun yorumunun sebebi, o gün itibariyle Yorum Formu'nda hasıl olan (lodoslu havaya bağlı) baş ağrısı nedeniyle 1500 vuruşluk sınırdan bir kereye mahsus muaf tutulmuş olmasıdır.
Peki, itiraf ediyorum. Aslında Enver Bey ile aynı şeriatçı yeraltı örgütünde silâh arkadaşıyız. Davanın kutsiyetine binaen ona torpil yapılmıştır. Allahın izniyle şeriat düzenini kurduğumuzda, sesimin güzelliğine atfen, Süleymaniye camiine başmüezzin olarak tayin edilme sözü aldım.
Büdütör - 10 Aralık 2010 (13:39)
Sayın Yağcı; Maşallah Sherlock Holmes'e rahmet okutturuyorsunuz. Dikkatinizden kaçmıyor hani.
Benzer bir niyetiniz varsa uzak durun derim. Parça parça istediğiniz kadar satın alabileceğiniz bir arsanın tümü için neden daha fazla ödeyesiniz ki? Büdütör Bey duymasın ama bir hayli masraflı oluyor, benden söylemesi.
Bu arada "atıf" için konuştuğumuz meblağ yatmamış görünüyor. Kaymağını yiyorsunuz fakat borcunuzu ödemekte pek aheste gördüm sizi. Dava arkadaşlarım kızmasınlar ama günlük faizi işletmek durumundayım.
Enver Turan - 10 Aralık 2010 (17:29)
Bu sitede 10 yıldır bir fikrin manifestosu, kutsal kelimeleri yazılmış da bu fakir onları anlamamışsa eyvallah. Velâkin bu fakir aldanmış ya da yanılmış olabilir. Meselâ şu anda bile bu sitede bir fikir çeşitliliğinin olduğuna inanmakta, burada, bu sitede bir totem çevresinde dans eden beyinsel faaliyetlerin olmadığına inanmaktadır. O yüzden 10 yıldır bu siteyi, yaklaşık yirmi yıldır da Büdütör'ün tüm yazdığı ve çızıktırdığı şeyleri ilgiyle takip etmektedir.
Sayın Ahmet Faruk Üstad Hazretlerine biat etmemenin nelere kadir (mal olacağını) olduğunu öğrenmiş bulunmaktayım. Ama yine de kendilerinin "10 yıldır okuyorsun da neden bize biat etmiyorsun, karşı çıkıyorsun" türünden meal ettiğim sözlerine de "sizi inandırmak zorunda değilim Üstat, ya biat et ya da sus tütündeki bakış açınıza da biat etmek zorunda değilim" demek geliyor içimden.
Bu arada 1500 limitlik fikir ötesi atışa da itirazım ve yorumum olmamıştır. Ama bu limit artışının da Enver Bey'e faydası tıpkı Kredi Kartı limit artışlarında ki gibi bir huzur getirmeyeceği de bellidir. Aman limitlerinizi sonuna kadar kullanın Enver Bey. Zahmet buyurmuşsunuz ama. Söz arasında zikrettiğim 10 yıllık izleyiciliğimin bile konu ve şüphe ile karşılanması da ayrı bir konu. Niye bu kadar takıldınız bilmem. "Her topa "girmenin yanlış olduğunu mu anlatmak istiyorsunuz yoksa "söz söylenmez sözüm üstüne" türküsünümü çığırmak istiyorsunuz Ahmet Bey Üstadım, anlamadım.
Yine limit doldu…
Ernesto - 10 Aralık 2010 (17:32)
Enver Bey, Zahmet edip 1500 lük limitide aşıp yazdığınız örnekler, alıntılar belki size "Şimdi tepeledim hergeleyi" dedirtecek türden olabilir. Ama egonuzu birkaç balonluk havadan başka şişirmeye yaramaz bu çabanız. İnsanın ihtiyacı olan gerçektir.
Sayın Ahmet Bey'in ilk yazısı, bu ülkedeki insanların birbirlerine önyargısız davranmaları ile ilgiliydi. Bu herkes gibi benim de temennim. İtirazımın olmadığı belli, çünkü bir itirazım yok. Benim karşıma aldığım bu yazının arkasından önce İclal Hanım'ın yazdığı yazı arkasından da o yazıya cevap vermemin akabinde sizin yazınızdır. Şimdi siz yine alıntılar döşeyip copy paste başlamak için start verirsiniz, ne de olsa son söz sizin olmalı. Ama ben bunun için değil, bunca detaydan sonra şunları söylemek isterim.
Kimsenin giyim kuşamına karışmamalı devlet. İnsanların inandığı şekilde yaşamasına her zaman destek olurum (elimden pek bir şey gelmez ama!) Fakat bu inancın başka inanca baskı ve zulüm yapmasına da şiddetle karşıyım (bu konuda da elimden hiç bir şey gelmiyor).
Daha açık konuşalım; Türbana karşı değilim ama benim çocuğuma çaktırmadan türban propagandası yapılmasına karşıyım. İnsanların dinini yaşamasına karşı değilim ama, bu yaşanılan dinin diğerlerine hayat hakkı tanımamasına ve egemen olmayı fırsat bilerek diğerlerini yok etmesine karşıyım.
Kimseye "niye namaza gidiyorsun" demiyorum, kimsenin de bana niye "namaza gitmiyorsun "demesini istemem.
Velhasıl Enver Bey sizin cansiperane bir şekilde yalın kılıç mevzuya daldığınız sahne, böyle bir resim veriyor. Ben camiden bahsediyorum, siz meyhane diyorsunuz. Size ne diyebilirim ki?
Tamam Tanrınız büyük, güç odakları, polisi bürokratı şu bu elinizde. Her şey sizle işte! Her tarafta, her iki evin arasında camiileriniz var, kuran kurslarınız, diyanetiniz, tv de inanç dünyanız var yıllardır, üç aylarınız, ramazan da her tarafta oruçlarınız var. Daha ne istiyorsunuz? Karşınızda, kendisini benim gibi saklayan bir kaç garibandan başkası kamadı ki?
Sakın asker, masker demeyin, çünkü onlar da yukarıda saydıklarımı yine bize karşı kullandılar. Karşınızda kimse kalmadı evet. Güç, para her şey sizde. Öncesinde de farklı değildi, şimdi de farklı değil. Sizi rahatlatacak olan herkesin size biat etmesi mi? Sayın Büdütör gibi şöyle muhalefet kontenjanından bir küçük yer bahşetseniz ha?
Ernesto - 10 Aralık 2010 (18:04)
Ernesto kardeş, biat ile ilgili kısmı yazarken yeterince düşündünüz mü? Bunu yazarken daha önceki yazıları ve girdiğim yorumları okumadığınızı düşündüm açıkçası. Ne biatı? Ne susturması?
Nazarlara gelmesin ama benim bir haftada zor şer yazabildiğim kadarını bir günde yazabiliyorsunuz. Benim anlatmak istediğim, sizin heyecan düzeyinizdeki birisinin daha önce yazılanlara da yorum yapmamasının zor olduğu idi.
Dediğiniz işler bana uzak işler. Alemde kendi çapından başka yer istemeyen ve bir metreye iki metreden fazla bir mülkün peşinde olmayan bir ademim. Gayretim "iki insan daha birbirini sevsin" den öte değildir. Anlaşılırsa mutlanırım, anlaşılmazsa da kısmet der geçerim.
Ahmet Faruk Yağcı - 10 Aralık 2010 (22:48)
Enver Turan neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.