Patronsuz Medya

Unutma Beni çiçekleri

Sinem Hürmeydan - 23 Mayıs 2014  


Unutma beni çiçeklerini bilir misin? Birbirinden güzel renkleri vardır, ekseriyetle morun en tatlı tonunu ihtiva eder taç yaprakları… Türkçe'ye Fransızca'dan geçmiştir bu çiçeğin ismi: "Ne m'oubliez pas"; yani "unutma beni!"

Çiçeğin ismiyle ilgili çok sayıda efsane okudum geçenlerde; bu efsanelerden birine göre, Tanrı çiçekleri yaratıp hepsine birer isim vermiş; ancak bu arada isim koymayı unuttuğu bir çiçek diğer çiçeklerin arasından sıyrılıp "Ey Tanrım, bana da isim ver, beni unutma!" diye seslenince Tanrı da "tamam o zaman, senin adın bu olacak: Unutma beni," diye cevap vermiş ve bu ilginç ve bir o kadar da manidar isim böylece telaffuz edilegelmiş.

Söz konusu, biraz da genlerimize işlemiş kronik hafıza kaybı veya tekrarlayan bellek yitimi olunca, unutma beni çiçeklerinin isimleri daha bir anlamlı oluyor da, insanın içinden, güzel yurdumun dört bir bucağına bu çiçeklerden ekmek geliyor. Hani soran olursa; "ay bu güzel çiçeğin ismi ne?", "unutma beni," cevabı verilsin diye. Tekrarlayan söz kalıpları da alışkanlık yapar bir ihtimal zihinde, unutmaya yatkın zihin programımız unutmamaya başlar belki böylece.

* * *

Her gün yeni bir güne uyanmak ve gözünü dünyaya ilk defa açtığındaki gibi temiz bir zihin sayfasıyla yatağından ayrılmak güzeldir bir bakıma; ama daha dün etrafında yaşanan onca hırgüre, kargaşaya, felakete salya sümük ağlayarak ve samimiyetle içinde hissetmeye çalışarak ortak olurken, bugün, yarın ve hatta daha sonraki gün; dün hiç yaşanmamışçasına devam etmek, olsa olsa ciddi bir bellek yitiminin habercisi olabilir. Bellek yitimi ise daha büyük bir tehlikeye gebedir: İnsan aynı şeyleri fasit bir dairenin içinde tekrar tekrar yaşar durur, tekrarladığının hiç farkında olmadan…

Ahkâm kesiyor değilim, sinirlenme söylediklerime, bir hatırlatma benimkisi sadece. Zira bilirim, insan olmak zor zanaattır, hep tezatlara gebe: Bir yerde düğün bir yerde cenaze… Ve sonsuzluğun ortasında durup etrafında olup bitene şaşkınlıkla bakan "insanoğlu", tutturmaya çalışırcasına alelade bir denge.

Yok yok, yanlış anlama, varoluşsal sorunlar da değil bahsetmek istediğim; ölümü de çok abartıyor değilim hani, anne rahminden dünyaya gelirken olduğu gibi, dünya rahminden de bir bilinmeze gitmek varsa yazgıda, o da kabulüm. Ama hoşuma gitmeyen, anlamsızlaşan ve anlamsızlaştırılan "ölüm fikri" ve mütemadiyen bir yerlerde yaşanan felaketlere, acıtan kayıplara bakıp da artık yeterince şaşırmayışımız, hatta dahası, bu acıları olağanmış gibi kanıksayışımız.

Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, kanıksamayıp da ne yapalım, dediğini duyar gibiyim. Sen de haklısın. Ama yine de unutma, mesela bu ülkede her gün otuz kişi trafik kazasında yaşamını yitiriyorsa, bu işte "giden gider, kalan sağlar bizimdir," demekten daha fazlası var. Zihninde "trafik" le "ölümcül kaza" birbirini çağrıştıracak kadar yakınsa, kavramlarının anlamları dumura uğramış.

Neyse, tadını kaçırmak değil niyetim; güzel bir bahar öğleden sonrasında, iş yerindeki odamı biraz renklendireyim, diye düşünürken buluverdim kendimi bir çiçekçinin önünde. Parlak kadifeyi andıran taç yaprakları hoşuma gidince sordum çiçekçiye:

- "Adı ne bu çiçeklerin?"

- "Unutma beni…"

Parayı uzatıp çiçeği alırken gülümsedim ve hemen ofise dönüp çalışma masamın kenarın iliştirdim. Tam da tahmin ettiğim gibi oldu; odaya ilk giren, konuşmayı pek seven çaycımızdı. Üstünde iyice demlenmiş kan kırmızısı çayların olduğu tepsiden bir bardak uzatırken sordu:

- "Pek güzelmiş renkleri de, ne çiçeği bu böyle?"

- "Unutma beni," deyiverdim, unutma beni…

Yorumlar

Hemen konuya dalmadan önce, yazının bana hatırlattığı tek gerçek çaycıların konuşmayı çok sevmeleri oldu. Berberleri saymazsak biz erkek milletinin en geveze meslek gurubunu galiba çaycılar oluşturuyor. Sanki şimdiye kadar hiç dinliyenleri çıkmamış gibi. Ya da onca kişiyle tanışmanın bünyelerine yüklediği aşırı özgüvenden midir, bilmiyorum.

Bu tür yazılar hep bahar sonu yaz ortası konuk oluyor kalemlerimizin ucuna. İçimizdeki yaşama dürtüsünün dışarı taşması sanırım.

Bardağı taşıran son damla misali, şıp diye düşüveriyor insan zihnine; sanırım "yaşıyoruz" .

Gökhan Akçiçek - 27 Mayıs 2014 (17:18)

diYorum

 

Sinem Hürmeydan neler yazdı?

536
Derkenar'da     Google'da   ARA