Patronsuz Medya

Kore'de ne işin vardı dayı?

Özgür Tekin - 8 Mart 2015  


Günlerdir beynimi delercesine çalışıyor matkap. Çekiç sesleri, kaynak aletinin zırıltısı, balyozun gümbürtüsü bir yandan. Yan dükkânda tadilât var.

Hacı Baba'nın aylardır asık olan yüzü güldü sonunda. Gönlüne göre bir kiracı bulamamanın kederiyle solup gitmişti zavallı adam. Doların her gün rekor tazelediği bugünlerde hem de, dolara endeksli olarak kiraya vermiş dükkânı, sevinmesin mi yani?

Hakkıdır, sevinsin tabii de ben çıldırmak üzereyim. "Yeterin ulan" diye, fırlayasım geliyor bazen dükkândan ama yemiyor doğrusu. Adamlar kalabalık. Çarşamba pazarına çevrilmiş bir yüzle, kuyruğu kıstırarak dönmek de var işin sonunda. Karizmayı çizdirmek de cabası. Hem sadece işlerini yapıyor onlar. Katlanacağız artık.

Esnaf, yeri geldiğinde polistir askerdir, hakimdir savcıdır, zarttır zurttur dedi ya bizimki, benim payıma da muhtarlık düştü her halde. Kayseri'ye dolmuş geçer mi hemşerim, şu yüce dağları duman kaplamış yoksa yardan kara haber mi var, asiye nasıl kurtulur, türünden sorulara cevap yetiştirmeye çalışmaktan bitap düşmüşüm zaten, şimdi bir de "noolacağmış bura?" çıktı başıma.

İşçi dediğin ezelden beri ölmekle mükellef zaten, biliyoruz. Esnafı da anladık nihayet. Emeklinin görevi ne peki?

Kendi adıma, onların da istihbaratla görevlendirildiklerinden eminim ben. Örneğin bizim buradaki zevat, her sabah hafriyat çukuru başında gerçekleştiriyor istişare toplantısını. Şifreli bir dille, fısır fısır konuşup duruyorlar aralarında. Kuvvetlice öksürmenin de bir manası var sanırım. Günlük raporlar sunulduktan sonra her halde, görev paylaşımı yapılıp, haydi bismillâh denerek çıkılıyor alana.

Öyle toplu halde falan dolaşmıyorlar tabii. En fazla iki kişiden oluşan gruplar halinde arşınlayıp duruyorlar sokakları. Arkada bağladıkları ellerin birinden tespih sarkıyordur mutlaka. Ki onun da görünenin dışında bir işlevi olduğunu düşünüyorum ben. Minik bir kamera ya da ne bileyim ses alma cihazı örneğin. Bunların bazıları, sözde ağır işittiğinden acaip aletler de takıyor kulaklarına. Yersen tabii. Çok iyi bir donanıma sahip oldukları aşikâr. Buluttan nem kapma konulu sıkı bir eğitimden geçtikleri de, her ayrıntıyı yakalamaya çalışan kuşkulu bakışlarından belli zaten.

Sonra işte bir nakliye kamyonu görecek olurlarsa kamyoncuyu, polis falan görürlerse polisi, tadilât- tamirat yapılıyorsa bir dükkânda eğer, civardaki esnafı sorguya çekiyorlar inceden. "Noolacağmış bura?" Elinin körü amca… Sıkıysa, de bakalım.

Doğrusu önceleri ben de bilmiyordum ne amaçla kullanılacağını yan tarafın. Aşk olsun adamlara. Onca zaman, her türlü baskıya direnip saklamayı başardılar büyük sırlarını. Nihayet genç bir kız broşürlerini getirdi. Masaj yatağı satacaklarmış. Üstelik, hemşireler eşliğinde denemesi de bedava.

Ama broşürdeki fotograf, uzay mekiğini andırıyor daha çok. Gerçi neye benzeyecekti ki? Boru mu, her derde deva bir yatak yapmış adamlar. Karyolaya benzetecek değiller her halde.

Yazılana göre, şöyle bir uzanıyorsun bu yatağa, bir sallayıp silkeliyor seni, başının ağrısı geçiveriyor hemen. Romatizman mı var? Beş, bilemedin altı seansta o da tamam. Eklem ağrılarına, prostata, böbrek taşına, başa, dişe, kuşa bile hatta(yeminlen), aklına ne geliyorsa ona işte, iyi geliyor meret.

Japonlar yapmış abi!

Yok, Güney Kore'liymiş bunlar. Çekik gözlü bir hatunun fotografı var da Japon sandımdı.

Öğrendik sonunda. Öğrendik de, başka türlü bir belâ aldık başımıza bu kez. Bilmiyorum deyince, hadi lan oradan şaklaban, diye bakıyorlardı ya yüzüme, o günleri özledim valla. Beterin, hem de ne beteri varmış arkadaş. Daha masaj sözcüğünü duyar duymaz eliyle ağzını kapatıp, "aaa, hiç ar namus kalmadı memlekette" diyen ablalara, pis pis sırıtıp "güzeller mi bari" diye soran abilere dert anlat işin yoksa. Allah onlardan razı olsun, istihbaratçı amcalar lâfı uzatmıyor neyse ki. Onlar için aslolan, sadece bilgiye ulaşmaktır tabii.

O değil de, Mustafa dayı geldi iki gün önce. İstihbaratçı olmak için gerekli bütün vasıfları haizdir bu Mustafa dayı aslında ama pek sallamaz o işleri. Belki bir zaman yaptıktan sonra gerçekten emekli olmuştur, bilmiyorum. Tek derdi, kavgası ekmektir onun. Gerçek anlamda söylüyorum bunu. Bizim fırının ekmeğinden başkasını, öldür Allah sürmez ağzına. Ekmeği eliyle seçenlerden de hiç hazzetmez üstelik. Kendisi dışında yani. O her zaman tek tek elden geçirir dolaptaki ekmekleri. Şu az pişmiş, bu yanmış derken ikisini bir saatte zor poşete koyar sonra.

Söylemeyi unuttum, bir de kiracılarıyla başı derttedir hep. Ekmekleri sevip okşarken, üçüncü kattaki suyu yatırmamış, öbürü kirayı geciktirdi diye dert yanar durmadan. Akıllı adam. Kem gözlere şiş, tam yedi dairesi var. Bir kerede anladı mevzuyu tabii. Ama Kore deyince bir haller oldu ona da. Gözleri doldu birden. Ne bilirdim askerliğini Kore'de yaptığını, madalyası olduğunu falan.

Lâl olsaydım da konuşmasaydım. Çenesi bir açıldı ki kapatabilene aşk olsun. Ne anılar, ne maceralar… Ama fark ettim; süngü savaşlarını anlatırken sallıyordu basbayağı. Sözü dönüp dolaştırıp, gazi de olduğu halde, aldığı maaşın düşüklüğüne getirdi sonunda.

- "Bunun için mi savaştık biz be!" deyince, dayanamadım artık.

- "Yahu göster desem, haritada yerini gösteremezsin. Ne işin vardı senin Kore'de dayı?" diye horozlandım ben de.

Durup, çekik gözlü bir düşman askeriymişim gibi baktı yüzüme. Parmağını sallayarak,

- "Bu yüzden bir şey sahibi olamazsın sen işte" dedi. Kapıyı çarparak gitti sonra.

Ne demek istediğini anlamadım doğrusu. Kiraları toplaması gerekiyordu her halde. Ne yani, benim gibi zirzoplarla mı uğraşacaktı koskoca Kore gazisi adam?

Fazla üzerinde durmadım bu yüzden. Ekmek arası salam kaşar yaptım ben de. Üzerine de bir litre su. Bir iyi geldi ki sorma.

Yorumlar

Savaş her zaman kötüdür. Yıkım ve dramdan başka hiç bir şey getirmez fakat dünyanın neresinde olursa olsun, her ne sebeple olursa olsun zulme, zalimliğe sessiz kalmak daha kötüdür. Hangi ırktan, hangi dilden, dinden olursak olalım hepimiz insanız. Filistin'de, Doğu Türkistan'da, Suriye'de dünyanın neresinde olursa olsun savaşa, yıkıma; tepki göstermek, dur demek gerekir en azından insaniyet bakımından, dostluk bakımından. Bazen de savaşı durdurmak için vakit çoktan geçmiş olabilir. İşte o zaman geriye sadece tek bir seçenek kalır masumların, ezilenlerin yanında olmak. Yeni dostluklar kazanmak, Avrasya'dan uzak doğuya dost eli uzatmak. Ancak sağlam dostluklarla barış gelecektir. Taşın altına elini kimse koymazsa, savaşlar her zaman devam eder ve illâ ki bir gün sana da dokunur. Belki taşın altına elini koyduğun için çok acı çekeceksin belki o illet ordan hiç bir zaman da kalkmayacak bizi ezip geçecek ama şairin de dediği gibi ezildikten sonra hepimiz aynı şarabız. İster Koreli, ister Türk…

Muhammed Salih Beşikci - 22 Aralık 2016 (17:50)

diYorum

 

Özgür Tekin neler yazdı?

179
Derkenar'da     Google'da   ARA