Patronsuz Medya

Psikanaliz belâsı

Nadire Mercan - 3 Ağustos 2003  


* 'Psikolojikman' başlıklı yazıdan sonra Derkenar'ın psikoloji ilmi mağdurlarının ağlama duvarına dönmesi herhalde en son isteyeceğiniz şey olmalı. Yine de, bu konudaki birkaç deneyimimi sizinle paylaşmadan edemedim.

Gençlik yıllarımda okul ya da işteki bazı sorunlar ve baskılar yüzünden zaman zaman sulugöz ve çekilmez biri olup çevremdekilere sıkıntı verdikçe, bu bilime güveni sonsuz olan yakınlarımın dolduruşuyla psikolog veya psikiyatristlerle muhatap oldum.

Bunların arasında yaşlı ve tonton amca ya da teyzeler olduğu gibi, sokakta görseniz adres sormaya çekineceğiniz kadar gudubet tipler de vardı. Bazıları mesleğinde bayağı ün kazanmış kişilerdi; kimisi bana bir takım testler yaptırıp bazı sonuçlara varmış, biraz hassas olmakla birlikte aslında son derece sağlıklı bir insan olduğum, sorunun benden değil de bulunduğum ortamlardan kaynaklandığı gibi zararsız şeyler söyleyip bir iki hafif yatıştırıcı vererek beni yolcu etmişlerdi.

Bazıları ise bu kadar zahmete bile gerek görmeden, uzun boylu dinlemeden, 'gençlik bunalımı' ya da mevsim sonbaharsa 'hüsranla biten yaz aşkı' teşhisi koyup yine bir iki yatıştırıcı vererek beni başlarından savmışlardı.

Teşhis hiç bir zaman doğru olmasa da üzerinde durmamıştım o zamanlar, zaten istediğim de gelmişimin geçmişimin kurcalanması değil, sadece bir reçeteydi, alan memnun satan memnundu.

Ya da tedavimin birkaç ay, bilmem kaç seans sürmesi gerektiğini ileri sürerek bana sürekli yeni bir randevu verenler de oldu. Zamanla bu seanslarda kendi sorunlarımı dile getirmekten çok, karşımdakinin deneyim ve sorunlarını dinlemekte olduğumu farkettim. Ben de her gelenin içini döküp gittiği o yüzü yumuşak, talihsiz 'iyi dinleyici'lerden biriydim, ama bu kadarı da fazlaydı, hele bir de sizi dinlemesi için birine yüklüce bir para ödeyip yerine onun dertlerini dinliyorsanız!

Her psikolog ya da psikiyatristin tedavi için yine bir meslekdaşına gittiği söylenir; her gün dinledikleri sorunlarla dolup taştıklarından onlar da birine içlerini boşaltmak isteyebilirlermiş, işte bu işi bir de üste para vererek yapan birini bulmuşlardı karşılarında…

Verdikleri ilaçların çoğunu bünyem kabul etmediğinden kullanamadım, kullanabildiklerimin de bağımlılık yapma potansiyelini çabuk farkettiğimden, kısa sürede bıraktım. Ömür boyu 'hapçı' olacak değildim ya! Yani sonuç, sıfıra sıfır, elde var sıfırdı denilebilir.

Yıllar geçip olgunlaştıkça, ya da yaşamdaki olumsuzluklara karşı kaşarlandıkça (belki ikisi de aynı şeydir) karşılaştığım sorunları kendi başıma halletmeyi de öğrendim. Sanki başka birileri mi halledecekti? Okumuş olduğum birkaç psikoloji kitabı da bu bilimin ne bana ne de başkalarına yararı olamayacağı konusundaki izlenimlerimi iyice pekiştirmişti.

Artık ömür boyu bu seçkin mesleğin mensuplarıyla karşılaşmak zorunda kalmayacağımı düşünüyordum, ama hayatta her zaman beklenmedik şeyler olabiliyor. Yakın sayılabilecek bir zaman önce bir de psikanaliz belasına çatmak zorunda kaldım. Sebebi kimseyi ilgilendirmeyecek uzun ve sıkıcı bir hikâye olduğundan hiç girmeyeyim.

Sonunda alanında memleketimizin en ünlülerinden biri olan, birçok kitap yazmış, televizyonlarda boy göstermiş, yurtiçi ve dışında birçok makale yayımlamış büyük bir psikanalist tarafından analiz edilmek şerefine de eriştim ve yıllar boyu sabırla yaratıp içinde çok mutlu değilse bile huzurlu bir şekilde yaşamakta olduğum küçük dünyam allak bullak oluverdi.

Meğer ben ne hastalıklı, ne kompleksli, ne arızalı bir kadınmışım, hatta yüksek bilim adamımızın elindeki şablonlara bakılırsa kadın bile sayılmazmışım. Yaşam boyu yaptığım, yaşadığım her şey yanlış olup 'Tanrım beni baştan yarat' diyerek kendimi bütünüyle yeniden yapılandırmam gerekiyormuş.

Başını yastığa koyar koymaz sekiz saatlik deliksiz uykulara dalabilen biri olduğum halde, büyük bilim adamımızın direktifleri doğrultusunda, gece boyu sayısız kereler uyanıp gördüğüm rüyaları kaydetmek zorundaydım. Uyku düzenim de altüst olmuştu. Sonra da kaydettiğim rüyaların analiz edilme faslı geliyordu. Rüyamda gördüğüm her kişi, her nesne ayrı bir kompleksin varlığına işaretti doktorumuza göre.

Ben bitmiştim, tepeden tırnağa hasta, berbat, feci bir insandım. Yine bu yüksek şahsiyetin ısrarıyla, ahkâmlarını kestiği bir iki kitabını da, kötü yazılmış kitaplara tahammülüm olmamasına karşın, sabırla okudum. Bunların piri olan Viyanalı üstadın savurduğu mavraları okunacak bir metin haline getirecek yazma yeteneği vardı hiç değilse, yerli malı müridi bundan da yoksundu. Acınacak kadar dar bir kelime haznesi ve ifade zayıflığıyla yeteneksizliğinden utanmadan araya manzumeler de serpiştirerek dehşetengiz hikmetler yumurtlamıştı.

Yazdıklarına bakılırsa, hepimizin içinden çıktığı rahim, yeryüzündeki bütün kötülüklerin anası, yeraltındaki karanlık güçlerin kaynağıydı, tek kurtuluş gökyüzündeki beyaz sakallı yüce rahman kişideydi; klitoris kesilip atılması gereken habis bir urdu, nevrotizmin baş müsebbibiydi, üstadımız Afrikalı kadınların yıllardır kurtulmak için mücadele verdiği kadın sünnetinin aslında ne kadar yararlı bir gelenek olduğunu savunacak kadar da saçmalamıştı.

Bir kadın olarak dişiliğin bu kadar aşağılanmasına boyun eğecek değildim elbette, doktorumuzla tartışma çabalarım başarısızlıkla sonuçlandı, o dağarcığında bilmem kaç yüz hasta, bilmem kaç bin rüya saklı büyük bir doktordu, itiraz etmek benim gibi cahillerin ne haddineydi! Bu adamın hayatına girme talihsizliğine uğramış kadınlara gerçekten acımıştım, sonradan bunda haklı olduğumu da öğrenecektim.

Neyse ki kısa bir süre sonra bu seanslara da son verdim ve yaşamım tekrar eski haline döndü. Ya görmüş geçirmiş, yaşadıklarının katılaştırıp külyutmaz hale getirdiği bir orta yaşlı değil de, yaşamının başındaki bir genç insan olarak bu adamın eline düşseydim halim nice olurdu?

Sonuç olarak, okuduklarım ve yaşadıklarım, psikiyatrinin gerçek bir bilim sayılabileceği yolundaki kuşkularımı günden güne arttırdı.

Hepimiz yaşamımızın belli dönemlerinde kimi zaman da elimizde olmayan nedenlerle bazı sorunlar yaşayabiliriz. Bunlar karşısında gösterdiğimiz bazı tepkilerin mutlaka bir hastalık belirtisi olması, bu tepkilere mutlaka nevroz, psikoz, paranoya gibi etiketler yapıştırılması mı gerekir?

Yaşamında yolun yarısını geçmiş, bir takım badireler atlatmış olsa da yine ayakta kalmayı başarmış yetişkin insanları tedavi bahanesiyle sarsıp hırpalamanın o insanlara ne yararı olabilir?

Yoksa kendilerine psikiyatrist diyen bu kişiler kendilerinden medet uman bu çaresiz insanları sadece kendi egolarını tatmin etmek için mi kullanmaktadırlar?

Nasıl yaşamamızın, kimlerle nasıl ilişki kurmamızın, neremizden nasıl zevk almamızın doğru veya yanlış olduğunu bizlere dikte ettirmek hakkını nereden buluyorlar?

Onların kafalarındaki bazı şablonlara uymadığımız için mutlaka hasta, anormal, sapık vb sayılmamız, utanç ve suçluluk duymamız mı gerekiyor?

Kökeni, çevresi, yaşam deneyimi birbirinden farklı insanları aynı klişelere göre değerlendirip kategorize etmek ne kadar bilimsel sayılabilir?

Böyle sınıflandırmaların insanları oniki burca ayırıp değerlendirmeye kalkan astrolojiden ne kadar farkı var?

Daha buna benzer sayısız soru geliyor aklıma, ama bu mektup istemediğim kadar fazla uzadı. Buraya kadar okuma sabrını gösterdiyseniz naçizane tavsiyem; ne yaparsanız yapın, ama 'psiko' ile başlayan ünvanlara sahip olanlardan uzak durun.

Yorumlar

Bence oldukça farklı bir yaklaşım. Kendi yaşadıkları veya fikirleri belli bir standartmış gibi onları dikte ettiren kişi asıl bu yazıyı yazan kişi, ama o bunun farkında değil. Ayrıca böylesine önemli bir bilim dalına yapılan haksız iftira ve hakaretleri kişinin dar görüşlülüğüne ve gerikafalılığına veriyorum. Tavsiyem, bir konu veya konular bütünü hakkında yeterince bilgi ve donanıma sahip olmadan yergide veya övgüde bulunmayalım.

Mert - 9 Aralık 2007 (18:47)

Yukarıdaki yorumun sahibi olan kişi, yanlış anlamadımsa, "eğer psikiyatrist değilseniz sakın ola ki psikiyatristleri eleştirmeyiniz, siz ne anlarsınız" demeye getiriyor gibi. Bence bu yorum bile Nadire Hanım'ın tespitlerinin ne kadar isabetli olduğunu göstermeye yetiyor.

A. Rıza Nevroz - 10 Aralık 2007 (18:26)

Psikiyatri hakkında bir şeyler okumuş biri olarak yazının altına imzamı atarım. "İlaçla tedavi efsanesi" kitabı kuşkularımı haklı çıkarmıştı. İlaçlar, psikanaliz terapiler tam anlamıyla insanoğlunun bu konular hakkındaki garabetini gösteriyor. Yani hoş yazı işte, eline sağlık Nadire Hanım'ın

Hakan E - 9 Ekim 2010 (20:48)

diYorum

 

52
Derkenar'da     Google'da   ARA