Bizim ahalinin şık alışveriş merkezlerinden birinde, bir jilet firmasının etkinliğine rastladım geçenlerde. Uyduruk bir futbol kalesi kurmuşlar, zavallı bir kıza, seksî mini bir şort giydirip, kaleci yapmışlar, bir sürü ayı, kıza gol(!) atmak için birbirini yiyor.
İnanılmaz azgın erkek kalabalığı toplanmış, sanki evde mağlup oldukları maçın rövanşını, hemen oracıkta, rakip sahada alıp, huzur bulacaklar.
Erkek egemen bir toplumda yaşadığımız bilinmedik bir sosyolojik gerçek değil ama yine de mutena semtlerin, büyük şirketlerin steril ortamlarında yaşayıp giden benim gibiler için çoğu zaman, sanki başka ve uzak bir ülkenin gerçeği. Ne kadar bu sevimsiz gerçeğin farkında olsak da, en azından gündelik hayatımıza ait bir durum değil.
Öyle kristal sarayda, dünyadan bihaber yaşadığımı sanmayın. Sadece, bazı durumlarla fiilen karşılaşmak çok irkiltici.
Bir keresinde de bir fuarda, yarı çıplak model kızlardan birine rastlamıştım. Kafeteryada yemek almak için sıraya girmişti. Fuar standı dekorasyonun içinde, renkli spotların altında "normal" algılanabilecek kılık ve makyaj, kafeteryanın zavallı self servis kuyruğunda nasıl da fena, utandırıcı, küçük düşürücü görünüyordu. Giyinik insanların -ya da giyinik ayıların- ortasında yine zavallı bir kızcağız, elinde tepsi, karnını doyurma derdinde. Ceketimi veresim geldi ama yapamadım.
Benim bir "musallat" rüyam vardır meselâ, ayağımda ayakkabılarım yoktur. Farketmemiş gibi yapmaya çalışırım, utanma duygumu bastırmaya çalışırım, saklanmak isterim, hiç birini beceremem, sonunda, kan ter içinde uyanırım. Çok kişinin kâbuslarında kendini çıplak gördüğünü duymuştum, empati kurmak zor değil.
Ne fuarı olduğunu da hatırlamıyorum, ama gittiğime göre, büyük ihtimal Yapı Fuarı. Halbuki, çıplak kızlardan, daha çok otomobil fuarlarında bulunuyor. Belki, teşhir edilen otomobiller sonuçta birçok erkek için fallik bir sembol, yanında teşhir edilen çıplaklık, pazarlama stratejisi olarak anlamlıdır herhalde, ne bileyim. Ne de olsa, şehrin göbeğinde lenduha gibi arazi araçlarıyla dolaşan sepet gibi adamlar için yapılıyor bütün bu nümayiş.
İyi de, yapı fuarında ne akla hizmet bulunuyorlar? Seramik yapıştırıcısı, asma tavan ya da beton kimyasalı satışları, fuar standında çıplak kız bulundurunca patlıyor mudur? (Yanımdaki arkadaşım, matkap ya da motorlu testere standında görevli olabileceğini iddia etti.)
Gaziantep havaalanında rastladığım bir sahne var bir de. Gaziantep'ten Almanya'nın bazı şehirlerine doğrudan uçuşlar var. Bir aile, evli oğullarını uğurluyordu. Ana, baba, oğulları, karısı ve birkaç çocuktan oluşan bir grup. Adam ana-babasının ellerini öpüp, hayır dualarını alıp, uzun uzun kucaklaşıp vedalaştıktan sonra, karısının yüzüne bile bakmadan döndü, güvenlik kontrolünden geçti gitti. Bizim gruptaki, mühendis takımı pek esefle karşıladı bu durumu. Geri kalmışlığımızın canlı deliline şahit olup ezberlerini tazelemiş oldular. Halbuki, bu kadının hali, demin bahsettiğim iki kız kadar üzücü gelmedi bana meselâ. Çünkü, bir kere alıştığı bildiği töreye uygun davranılıyor kendisine, yani kadının bakış açısından, küçültücü bir durum yok. Hem ne biliyoruz, belki adam, bir gece önce karısını uzun uzun öptü kokladı, gönlünü aldı, tatlı sözler söyledi, vedalaştı.
Yanlış anlaşılmaktan korkarım, ülkemizde kadın hakları adına daha gidilecek çok yol, yenilecek fırın fırın ekmek olduğunu elbette biliyorum. Bir sürü dert var, bazıları, namus cinayetleri, eğitimsizlik, töre baskısı gibi, doğu toplumlarına özel dertler, fakat bazıları batılı dostlarımızla ortak.
Sık sık şu soruyla karşılaşırız meselâ: "Siz müslüman bir kadın olarak, nasıl oluyor da böyle teknik konularda, böyle bir pozisyonda, çalışma imkânı bulabiliyorsunuz?"
Avrupalı olmanın sonsuz kendine güveni ve tepeden bakan tavrını da sezersiniz bu sorunun arkasında. Akıllara durgunluk veren bir kadın mücadelesi macerası duyacaklarından emindirler. Hiç dolandırmam lafımı; "Türkiye'nin bir bölümünde, kadınların pek çok sosyal imkâna ulaşamadıklarını anlatıp, ama büyük şehirlerde yaşayan bizlerin, Avrupa'daki hemcinslerimizle, aynı eşitsizliklere maruz kaldığımızı, evet, aynı, bir Fransız ya da Alman hemcinsim gibi, aynı işe erkeklerden daha düşük ücret aldığımı, ayrıca hem bakalım sizin o çok Avrupalı şirketinizde, kaç tane üst düzey yönetici kadın olduğunu, bizde de aynı adaletsiz durum olduğunu, vd." anlatmaya başlayınca, nazik onaylama mırıltıları ile konu kendiliğinden kapanır.
Pek sevmezler, Türk kadınlarıyla, aynı dertleri paylaşma fikrini çünkü. Aynı sıkıntılara sahip olmak bir anlamda eşit olmak demektir.
Türkiye'nin doğusundaki ülkelerde karşılaştığımız tavır ise bambaşka doğal olarak. Bütün erkeklerin eli sıkıldıktan sonra sıra bana gelince, görünmez kadın muamelesi görmeye alışmışımdır da meselâ, ama hiç unutmadığım, Türkmen Sağlık Bakanı'nın (şimdi devlet başkanı olan muhterem) benim oradaki varlığıma bile bir türlü anlam veremeyip "avrat da geliir, he mi?" diye sormasıdır.
Sorunun muhatabı bile olmadığıma dikkat!
Geliir he… Hiç de sevmez zatınızı, zaten bu erkek aleminde, bir köşe taşı olmaya da niyeti, hırsı filân da yoktur, sadece yapmayı bildiği tek iş bu olduğu için yolu senin karşına çıkmıştır, o sebepten geliir.
Elif Hanım, ayıptır söylemesi, ben doğma büyüme erkeğim ama bugüne kadar hiç bir devlet başkanıyla aynı ortamı paylaşmadım. Hiç bir devlet büyüğü beni kastederek "herif de gellir, he mi?" diye soru sormadı. Siz hâlâ buna "erkek alemi" falan diyorsanız helâl olsun valla.
Hem belki Bakan o soruyu "oooo, avrat da mı geliir, çoog yahşııı" anlamında sormuş da olabilir. Kötü mü bu?
Erdoğan Bıyıklı - 15 Mayıs 2009 (19:03)
Erdoğan Bıyıklı üstada katılıyorum. Başka ülkelere lâf edemem ama benim ülkemde "Erkek egemen" toplum en çok erkekleri ezer. Kadınlara kişneyip gezen erkek yöneticiler nadide ülkemin çiçekleridir.
İlker Gökçen - 15 Mayıs 2009 (23:58)
Kadın çıplaklığının kullanılması erkeğin despotluğudur tamam, zaten dünyadaki bütün despotlukların gerisinde muhtemelen erkeğin rekabetçi tutumu yatar. Yalnız kadının da vücudunu bir reklam malzemesi olarak görüp bu rekabetçi dünyada "Ben de sonuna kadar varım!" demesine ne demeli? Kadının bu çivisi çıkmış düzende tüm günahı erkek hegemonyasına aktarmaktan başka yapabileceği bir şey olmalı. Bu vahşi kapitalizmi ayakta tutan, tüketim çılgınlığı ve bu çılgınlığı ayakta tutan da bir nebze kadınlar değil midir? Yoksa zekânın kadın ve erkek diye iki tipi olduğunu baştan kabul mü ediyoruz?
Yalçın Şahin - 16 Mayıs 2009 (01:06)
Zekânın, algılamaların, kadın ve erkek diye tiplerinin olduğunu kabul etmenin dünyaya ve insanlığa pek zararı olduğunu düşünmüyorum, hatta istenirse bu farklılığın, komplekslerden hınçlardan arınmış haliyle çok da özel bir olguya dönüşebileceğini düşünüyorum. Bıyıklı ve sakallı da olabilirdi kadınlar, farklılık, çirkinlikleri olduğu kadar, güzellikleri de vurgulamanın tek yolu olmasa idi şayet.
Nursun Korkmaz - 17 Mayıs 2009 (11:59)
"Erkek Egemen Toplum" tartışmasına katkı olarak, çok beğendiğim şu ifadeleri de dikkatlerinize sunmak isterim:
"Bizim toplumu erkek-egemen bulanlara katılmıyorum; erkeklerin yoğun bir kadın baskısı altında yaşadığı kanaatindeyim. Hem de bütün kesimlerde.
Erkeklerin geleneksel rolünün sokakta ekmek peşinde koşmak olduğu toplumumuzda çocuklar ister kız ister erkek olsun, anneler ve ablalar tarafından büyütülür. Gırtlaklarına kadar utanca bulanarak ve özgüvenleri budanarak. En kaba erkek bile içinde derin suçluluk duyguları taşır kadınlara karşı; erkeklerine sevişmeden "veren" ve hep yakınan ev kadınlarının, ezikliğini abartan, erkeğe sertlik dışındaki tüm iletişim kanallarını kapatan annelerin evlâtlarıdır onlar, kadından tırsar hepsi."
Ben yazmadım, miki yazdı…
Selim Atak - 18 Mayıs 2009 (19:29)
Elif Vural'ın yazısını sohbet tadında okumak da bir tercihken, o tercihten objektif sonuçlar çıkartılabilecek aydınlıkta kafalar olmak varken, konuyu itişip kakışma kıvamına getirip, skor peşine düşenlerin, durumdan vazife çıkartmaya teşne antremanlı kalemciler olması gerek. Kim bilir daha neler olması gerek.
Yazı, yazarın yaşadıklarını olduğu gibi aktarmıyor mu? Her ne kadar Elif Vural kendi yorumlarını yazısında barındırıyor da olsa, gözlemledikleri ve aksettirdikleri gerçek dışı mıdır? Değildir. Bizzat gerçeğin kendisidir. Elif Hanım'ın o gözlemleri termal kamerayla edindiğini sanmıyorum.
Durum böyleyken hop oturup hop kalkıp, erkek egemen toplumlardaki erkek ezikliğinden dem vurmak, pazarlamacı taktikleri öne sürmek, tahrik unsurlardan bahsetmek, nefis terbiyesinde kemale erme icabeti gibi; sorunu çevresinden dolaşanları fena halde mirasyedi olarak görüyorum. Hazırlop düşünce sistemlerinin dışına çıkmadan, aynı bıktırıcı sakız teşhisleri yapıp, sürünün içinden günah keçisini çıkarma hevesinde olanlara, (cinsiyetleri ister kadın olsun, isterse erkek) çalıntı bir sorum var?
Hırsızın hiç mi suçu yok?
Dila Öğer - 19 Mayıs 2009 (16:27)
Yüksek dozlu kızgınlıklar örtüler altına saklanmazlar. Son derece alenî ve gürültücüdürler. Ne yazık ki bu tabiatlarıyla gelenekçi düşünce alışkanlıklarının akışını da rahatını da bozabilirler. Beri yandan insanda barışçı ve olumlu sonuçlara varabilme kabiliyetinde yol alan, o yolda adeta bir yakıt görevi yapan kızgınlıklar (bu yakıtın her zaman kızgınlık olması gerekmez pek tabii) yok ise, değişim de gelişim de yoktur. Böyleyken rahatına düşkün insan türünü azıcık rahatından eden, birazcık gürültüyle dikkatini çeken her kızgınlığı anlamak kolay.
Umarım 'yüksek dozlu örtülü kızgınlık'derken işaretle tarif ettiğiniz, şahsım değil, söz konusu durumlarda verilmesi beklenen tepkinin niteliğiyle ve dozuyla ilgili hatırlattıklarımdır. Ki, bundan ancak sevinç duyarım. Bir eksikle! Neden örtülü olsun? Apaçık, anlaşılır ve cesur olsun.
Aslında 'iç güdülerine hakim olamayan erkeklere ayı mı denir'sorunuzun yanıtını kendiniz vermişsiniz. Eğer 'insan' tarifini iç güdülerine hakim olmayı başarabilen varlık olarak kabul ederseniz, 'iç güdülerine hakim olamayan' türe, zarafetiniz ölçüsünde, bir hayvan adıyla da seslenebilirsiniz. Yok eğer insanı tarif eden kriterleriniz arasında 'güdüleriyle başa çıkamayan' tanımlaması varsa, o zaman haklısınız, insana da insan demeliyiz. Doğrusu ben, bu tarifin çatısı altında hepimizin toplanabileceğine inanamıyorum ne yazık.
Derkenar benim de üzerine toz kondurmadığım bir yayın. Yılların emeğinin, azminin, maddî manevî maliyetinin perde arkasını ne siz kestirebilirsiniz, ne de ben kestirebilirim. Tam da bu sebeple 'Derkenar'da incelikli, vasıflı, yüzey tabakaların çok altından yazılar okuyabilme şansının, miras benzeri devirlerle elde edilen hazırlop düşüncelerden değil; çetin, korkusuz, rahat kaçırıcı, belki zaman zaman sinir bozucu, ama fikrini söylemeyi başarabilmiş düşüncelerden oluştuğu izlenimindeyim.
'Dila Öğer, yoksa maksadınız bağcıyı dövmek mi?'
Beyefendi, yalnızca benim değil, sizin de maksadınız şarap içip içirmekse, bağcı kadar bağı da dikkate almayı bilmeliyiz.
Dila Öğer - 20 Mayıs 2009 (02:34)
Kendi adıma aydınlık kafa sahibi olmak gibi bir derdim yok. Bu kelimeden de oldum olası hazzetmem. Elif Hanım'ın yazısına gelince, yazı keyifli ve güzel. Kendisine bir eleştiri değil ama ben bu tür konularda bir bayandan daha derinlikli ve içgörülü bir yazı okumayı çok isterdim. Çıplaklık ve "ayı" lık ilişkisini bir bayandan dinlemek çok ilginç değil benim için. Ama bir erkek, bir bayana nasıl ağzının suları akarak baktığını (bu ortamda) anlatsaydı ilginç olabilirdi. Madem konu cinsiyete özgü durumlar, meselâ bir bayandan şu soruyu irdeleyen bir yazı okumayı çok isterdim: Hangi gizli güç kadınları örgütleyip moda denilen şeyin kesintisiz sürmesini sağlar? Bir gün sokağa çıktığımda tüm bayanların uzun boğazlı botlar giydiğini görmek ve bunu daha önce fark etmemiş olmak beni oldukça şaşırtmıştı.
Dediğim gibi Elif Hanım'ı iğnelemek değil maksadım. Kendisi istediği konuda yazmakta özgür, zaten yazısı da okunabilir kalitede.
Size gelince, neden hemen savaş pozisyonu almışsınız anlamadım. Derdimiz skor olsaydı (bir erkek olarak) kendi kalemize kol atacağımızı bilerekten böyle bir konuda hiç topa girmezdik. Zaten sarsıcı yorumlarınızla siz skorbordu altüst etmiş durumdasınız.
Yalçın Şahin - 20 Mayıs 2009 (12:34)
Tartışmada taraf olmak işime gelmedi lâkin Elif Hanım'a iki sahneyi fark edip paylaştığı için teşekkür borçluyuz. Birincisi kaleye geçmiş hatuna "geçirmeye" çalışan barzo-maganda ekibinin gerçekten aramızda dolaşıyor olduğu. İkincisi de süs bebeği olarak kullanılan güzelim kızların insanî hallerde çok zavallı gözükmeleri. Tuvaletten çıkarken, yemek kuyruğunda, akşam yorgun halde, kısacası şaftı kaymış, pestili çıkmış hallerde o kızcağızları görmek çok hüzünlü.
Ahmet Faruk Yağcı - 20 Mayıs 2009 (14:24)
Dila hanima katilmamak elde degil, yorumlar beni de dehsete dusurdu, ozellikle 'tahrik unsuru'nun hatirlatilmaya calisilmasi. Tahrik unsurunu unutmak mumkun mu? Turlu cesit gelenekler, gorenekler, hatta yazili yasalar bile 'tahrik unsuru'deyip tecavuzculeri ve sairlerini hakli bulurken… Hani bunlar duymaya alistigimiz seyler zaten de Derkenar'da bile karsilasinca, hayal kirikligi da buyuk oluyor haliyle.
"Sen de mi Brutus?" demek zorunda kaliyoruz bu durumda.
Ebru Yurtsever - 20 Mayıs 2009 (16:17)
Bir üstteki yorumu okuyunca Cem Karaca'nın bir şarkısını hatırladım…
"Olacağı şu: Döneceez döneceez aynı yere geleceez…"
Konu ufaktan "Zeyna mı döver, He-Man mi?" gibi fantastik bir çizgiye kayma eğilimi gösteriyor. Hadi hayırlısı…
* * *
Bu arada, Dilâ Hanım'ı ben de kendi hesabıma kutlamaktan kendimi alamayacağım. Şunca yılın yazar-çizer-düşünürüyüm, bugüne kadar hiç bir okurum tarafından böylesine enerjik, böylesine sahiplenilerek, böylesine yoğun empati ve belâgatle savunulmamıştım.
Dilâ Hanım'dan hasseten rica ediyorum; kendinizi yorumlarla sınırlamayınız; yazılar da yazınız. Bu belâgat boşa gitmesin.
Durmuş Düşünür - 20 Mayıs 2009 (20:40)
BAY Yalçın, Türkçe'de Bay-Bayan söylemleriyle ilgili ne güzel bir yanlışa dikkat çekmişsiniz. Size teşekkür etmek isterim. Malûmunuz bay da, bayan da sıfat türü sözcüklerdir. Hemen ardına şahıs isim ve soyadı eklenmediyse yanlış çünkü eksik hitap biçimleridir. Örn: Bay Yalçın Şahin, Bayan Dilâ Öğer gibi halleriyle doğru kabul görürlerken, 'bay-bayan hakları, iş bayı-bayanı, ev bayanı' gibi kullanımları sakildir, yanlıştır.
Bu isimlerin önüne bay veya bayan yerine geçebilen 'Sayın' sözcüğünü de ekleyebilir ve hitaptan hiç bir şey kaybetmeyiz. Ama Emel Sayın dışında hiç bir kadına, 'sayın' şeklinde seslenmeyiz. Çünkü böyle bir hitap şeklini üzerine almayacağını biliriz. Bu sakil yanlışın yaygınlaşmasını, Türkiye'nin batılılaşma sürecine hatırı sayılır katkıları olan özensiz çevirmenlere borçluyuz sanıyorum. Batı dil ve kültüründeki kalıptan olduğu gibi devşirildiği için olsa gerek, bu söyleyişler bizim dile çevrildiğinde iyice gülünçleşmiş.
Oysa dilimizdeki doğru sıralama, ünvanı isimden sonra kullanmak. Yalçın Bey, Ayşe Teyze, Ahmet Dayı, Mehmet Amca gibi. Batı dillerinde ise bu sıra terstir. Onlar unvanı başa alırlar. Örn: Mr. Brown, Mrs. White, Uncle Sam gibi. Kendi dil ve kültürümüzle kıyaslandığında, bu hitap biçimi epey kabız kalıyor ve yönümüzü de şaşırtıyor.
Dila Öğer - 20 Mayıs 2009 (23:19)
Ne yazık ki, son zamanlarda böyle bir alışkanlık geliştirdik. Özellikle dişi cinse hitapta bay-mak fiilinden sanki maksatlı olarak türetildiğini de düşündüren 'Bayan' gibi içi boş, soyut bir kavramı ağıza pelesenk ettik.
Farkında mısınız, toplumsal hayatta 'bay-bayan' kullanımının en yaygın olduğu yer, tuvalet kapıları. Pek tabii bu kullanım şekli de yanlış, fakat çok şükür ki 'Bayan-Erkek' yan yana kullanımı kadar itici durmuyor. Hele mekânda bulunma sebebi düşünüldüğünde, konuşma dilinin çok da önemi kalmıyor.
Dilimizde düne kadar söyleye geldiğimiz (bey-hanım, beyefendi-hanımefendi, erkek-kadın gibi) hitapların; eril olanları yerlerini korurken, dişil olanlarının niye böyle ucubeleştirildiğini siz de merak etmiyor musunuz?
Kaldı ki, ne estetik ne mantık açıdan hiç bir karşılığı olmayan, zannımca nezaket göstergesi olarak kullanılmaya çalışılan, sanki biraz da tepeden bakan bu hitap şekli, 'kadın'olma durumunu iyiden iyiye basitleştirmiyor, silikleştirmiyor hatta ilginçleştirmiyor mu?
BAY Yalçın, sahi siz neden 'Kadın' diyemiyorsunuz? Bu da oldum olası hazzetmediğiniz kelimelerden biri mi?
Dila Öğer - 20 Mayıs 2009 (23:20)
Ben de geçenlerde bir alışveriş merkezinde palyaço kıyafeti içinde bir erkek gördüm. Mutsuzdu her haliyle, oturmuş masanın bilmem neresine bakıyordu. Vallahi doğru, misilleme olsun diye yazmıyorum. Erkek egemen bir toplumda bula bula palyaçoluğun niye kendisini bulduğunu düşünüyordu her halde. Bir de naçizane eski tecrübelerime dayanarak belirtmek isterim ki şu bahsedilen fuarlardaki yarı çıplak kızlarımızı oraya koyanların çoğu Halkla İlişkiler Müdürü bayanlardır. Konuyu saptırmadan şöyle bitireyim. Bu topluma egemen olan kültür "erkek egemen" kültür falan değildir. Tüm hücrelerine kadar bu toplum "kapitalist egemen" bir toplumdur. Şehirde yer kalmadığı için avuç kadar hayvan barınakları yıkılıp bina yapılıyorsa, herkes odun derdine bahçesindeki gariban ağaçları kesiyor, kestiriyorsa ve o kocaman binalarda kovulmamak için kadın, erkek herkes cinselliği, egoyu pompalıyorsa hangi cinsten ve türden olduğumuz anlamını yitirmektedir.
İlker Gökçen - 21 Mayıs 2009 (01:50)
Konuyla ilgili günlerdir yazılanların çıkış noktası, ana fikri, dönüp dolaşıp geldiği yer hep aynı. Siz, erkek zafiyetine 'acımasızca saldırmaktan çekinmeyen', onlara sürekli 'taarruz eden', onları 'sınayan', 'tepkilerini süratle toparlayamayan erkekler' ile kasıtlı olarak uğraşan gizli bir örgüt olabileceğinden mi şüphelisiniz? Peki gerçekten ciddi misiniz?
Çünkü 'kapalı bir alışveriş merkezinde aniden karşıma çıkan kısa şortlu bir pazarlama unsuru önünde' ben, bir kadın olarak, tepkilerimi süratle toparlıyor, alışverişime devam edebiliyorum. Doğrusunu isterseniz, tepki dahi göstermiyorum. (Tabii ki bu örneğinizi kullanırken, kısa şortlu tepki dağıtıcının cinsiyetini güzel bacak kaslarına sahip bir erkekle değiştirdim.) Bu durum beni hangi kefeye koyar?
Ayrıca 'pazarlama unsuru'nun neyi pazarladığını düşünmektesiniz? Herhalde şortu kast ettiniz. Mamafih her insan bacağında gördüğümüz şort, pazarlanmıyor olabilir. Bence reklam sektörünün güdümü altına girmiş, her şeyi satın alınabilir tüketim nesnesi olarak gören bu cüretkâr bakış açısını, tez elden değiştirmemiz gerekir.
'Ancak insanların, genel kabul görmüş şekilde giyinik olacakları var sayılan yerlerde, zaafiyetlere doğrudan taarruz etmek için özellikle tasarlanmış kıyafetler giydirilmiş kızcağızlar karşısında verecekleri tepkiler değerlendirilirken, bunların istem dışı verilmiş olabileceğini de göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum.'
Ben ise erkeklerle kadınların karma olarak yaşadıkları bir gezegende, diyelim çok işlek bir cadde üzerinde, değil taarruza yönelik özel tasarlanmış kıyafetler giyen birinin, çırılçıplak dolaşan biriyle bile karşılaşmanın ilk istem dışı tepkisinin, önce şaşkınlık olabileceğine inanıyor, sonrasındaki tüm tepkilerin libidoyla ilgili olduğunu düşünüyorum.
Ve kızgınlık, öfke, ateşlilik ya da kavga gibi tepkisel tutumların; hayat enerjilerini başkalarının enerjilerini soğurarak yükselten, haz ve iştah duyguları kabarık, tuzu kuruların işi değil; derdi olanların başvurmak zorunda kaldığı bir karşı çıkma biçimi olduğunu düşünüyorum.
Haksızlıklarla, örtünmeye dahi tenezzül etmeyen işkence ve şiddet biçimleriyle yüzleşme biçimlerimiz, insanlık hallerimizin göstergesidir. Böyle yüzleşmelerin cinsiyeti de, kabahati de olmaz.
Asıl aşama, düsturlara rağmen herhangi bir haksız tutum karşısında didişmeyi göze alabilmektir. Yoksa, hiç birimizin (istisnalar, kaideyi bozmaz) ne kafası ne de yüreği, bu yorgunluğa dayanmaz.
Dila Öğer - 21 Mayıs 2009 (02:54)
Nesneleri kadın-erkek-hayvan-bitki gibi sınıflandırmaların içine hapsolmadan algılayabilmenin önemli olduğunu düşünenlerdenim. Elif'in yazısında çok hoş bakış açıları olduğu gibi itiraz edeceğim noktalar da var.
İlk yorumlardan sonra bir kere daha okudum. Herhalde insanoğlunun yüzyıllardır tartıştığı en popüler konulardan biri bu kadın-erkek mevzuu. Dolayısıyla yazının kendinden uzun yorum yazılmasına da şaşırmamam gerekir sanırım. Konunun bizzat kendisi tahrik unsuru. (: Kimin neyle ilgilenip ne ölçüde tepki vereceği de aslında oldukça kişisel bana göre.
Seksi kıyafetli kızların bizce alakâsız yerlere yerleştirilmesini sorgularken sadece "ağzın sulanmaması gerektiğine" ve "zavallı kızlar" a odaklanırsak, sormamız gereken başka soruları gözden kaçırma ihtimalimiz yükselir gibi geliyor bana. Tahrik olan kadar tahrik eden de oldukça önemli bir yer kaplamaz mı?
Örneğin bu kızlara bakmamayı tercih etmiş erkekler üzerindeki baskıyı kolaylıkla gözden kaçırabiliriz. Vapurda ya da dolmuşta gözümün önünde öpüşen hatta zaman zaman neredeyse sevişen çiftler beni taciz ediyor. Onlara bakmamam gerektiği için nereye bakacağımı şaşırıyorum.
Bizim Ali'nin en güzel lâflarından biri şu: "İnsanın yarası neredeyse nabzı orada atar." Belki de konuları birbirinin ne dediğini anlama ekseni yerine kılıç kuşanıp didişme eksenine getiren budur. Her konuda uzlaşmak gerekmez tabi ama "didişmek" deyince de biraz durup düşünmek gerekir sanki. Çok şey deyip aslında hiç bir şey dememiş olma riski var.
Fersan Cevriye - 21 Mayıs 2009 (17:03)
Dilâ Hanım, şimdi siz yine "bilinçaltı" falan diye döktürürsünüz ama ben yine de bir açıklama yapmaya çalışayım. İmada bulunduğunuz sıfatı bu kadar gelişi güzel kullanmamalısınız.
Aslında bir yazıda bu kadar "kadın", "erkek" kelimesi kullanıyor olmak beni ne kadar rahatsız ediyor bilemezsiniz. Bunun, bastıkça sertleşen toprak misali, anlatmaya çalıştığım şeyin özüne aykırı bir durum oluşturduğunun da farkındayım. Yine de "kadın" ve "bayan" üzerine yazdığınız yorum üzerine anladım ki gerçekten "bayan" kelimesi biraz çirkin kaçmıs. "Kadın" demek daha doğru olurdu. Siz de yazıyı öyle okuyun lütfen.
Bu ortamı paylaşan insanların genelinin kadınların hem sosyal, hem cinsel olarak büyük bir baskı altında olduğu konusunda uzlaştığı kanaatindeyim. Benimkisi bilinenin ötesinde bir anlama isteğiydi. Bu isteği Elif Hanım'ın yazısıyla ilişkilendirme sebebim ise kendisinin yazıda bahsettiği kaleye geçen seksî bayanın, en az o kaleye gol atan barzo-magandalar (insanları ne kadar kolay damgalıyoruz) kadar masumiyetten uzak olduğunu düşünmemdir. O kadını o kaleye geçiren sosyal mekanizmaları biliririz de, kendisine o durumu kabul ettiren zihinsel süreçleri her halde en güzel bir kadın anlatabilirdi. Moda falan derken kadınların zaaflarıyla dalga geçtiğim düşünülmesin. Dediğim gibi bu sadece samimi bir anlama isteği.
Son olarak önceki bir yorumda "gol atmak" yerine yanlışlıkla "kol atmak" demişim, düzeltirim.
Yalçın Sahin - 22 Mayıs 2009 (12:46)
Temiz bakımlı mis kokulu bayanları çok severim onlar bizim için birer melektir bakımlı olgun temiz bayanları çok severim 5065327038 murat ist
Murat Kayıcı - 12 Şubat 2013 (13:29)
Elif Vural neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.