Tolga Ersoy - Özgür Üniversite
Engels, İngiltere'de işçi sınıfının durumunu anlattığı -ve bundan yüz elli yıl önce yazdığı- kitabındaki ilginç ayrıntılardan birisini, hekimlerin, ilâç firmalarının kârı için reçetelerine yaptıkları müdahale oluşturur.
Tıpkı o gün olduğu gibi bugünde kapitalizm, nitelik ve nicelik durumuna göre, yaşamla ilgili her şeyi her alanı kontrol etmek ve yaşamda var olan her şeyden kendisini sürdürebilmek için her yolu deneyerek yararlanmak zorundadır. Bunu algılamak, içinde debelenilen pisliği, etik düşkünlüğü ve bunların nedeni kapitalizmi tanımlamak açısından önemlidir.
"Bilimsel gelişme" adı verilen "ilerlemeleri", olguları ve teknolojik birikimi kapitalizmin pazar/piyasa mantığı dışında yorumlamaya ve düşünmeye çalışmakta bu bağlamda en hafif deyimle saflık olarak nitelendirilmelidir. Kapitalizm için neredeyse yegâne sorun alanın verimliliği / kârlılığı ile birlikte bunun sürdürülebilirliğidir. Kuşkusuz tıp, her an şahit olduğumuz örneklerinde gösterdiği gibi kapitalizm için oldukça verimli bir alan olup piyasaya uyarlanabilme kolaylığı ile de önemlidir.
Tıbbın bilimsel egemenliğine mahkûm edilmiş ve sorgulama yeteneği elinden alınmış kitleler, "bu piyasaya uyarlanabilme" durumunu bilimsel gelişme ya dainsanlığın yücelmesi olarak algılamaya zorunludur. Doğrudan insan sağlığını ve onunla ilgili sorunların bütününü ilgilendiren bu süreç, aynı zamanda çürümeyi ve gizlenemez olan ahlâksızlığı da örneklemektedir. Ve bugün gelinen noktada, insan sağlığı, ancak kârlı bir alan olabildiği ölçüde önemlidir. Gerisini düşünmek ve farklı bir beklenti içinde olmak az önce söz ettiğim türden bir saflığı örnekler.
Kapitalizmde sağlık/tıp alanındaki piyasa işleyişini diğer üretim-tüketim alanlarından ayıramayız. Sağlık, alınır-satılır bir meta -kârlı/verimli bir meta- olabildiği ölçüde önemlidir. Durumu, tıp alanında da; "piyasa oluşturulur, piyasa koşullandırılır ve mal üretilip satılır" şeklinde özetlemek olanaklıdır. Diğer taraftan unutulmamalıdır ki, kapitalizmin, düz anlamıyla sağlıksızlık durumu yaratmaya bağımlıdır.
Yüz yıl önce tıbbî literatürde yer alan hastalık sayısının bugün tıbbın neden olduğu -iatrojenik - hastalık sayısından daha az olduğunu öğrenmek şaşırtıcıdır ancak gerçektir ve bir diğer gerçeğin de birçok hastalığın doğrudan kapitalizme bağımlı olduğu, kapitalizmin yarattığı şartların bir sonucu olduğudur. Ne var ki bu kapitalizm için bir sorun oluşturmaz aksine yeni bir pazar alanının da oluşmasına aracılık etmesi açısından istenir bir olgu olarak değerlendirilir. Bugün artık birçok kanser türünün "kapitalist çevre-yaşam-kültür!" olgusunun sonucu olduğu bilinmektedir. Kapitalizmin bu durumla mücadelesi ise kendi koyduğu şartlarda gelişir; pahalı tedaviler tüketime sunulur.
Aynı şekilde organ alınır-satılır bir meta olarak değerlendirilmekte ve Nobel ödüllü iktisatçıların da dikkat çektiği üzere (!) organın değerini doğal olarak arz-talep dengesi belirlemektedir. İşte bu nedenle Asya organ pazarı kapitalizm için ve deney yaparak insanlığa hizmet sunan saygıdeğer bilim adamları için (!) işte bu nedenle oldukça verimlidir!
Bir örnek daha; "depresyonun" en sık görülen ve iş günü kaybına yol açan hastalıkların başında geldiği iddia edilmektedir. Kapitalizmin yarattığı şartların doğrudan depresyon nedeni olabileceği tartışma konusu yapılmaz ve hatta depresyon olarak tanımlanabilecek alanın sınırları kapitalist tıp tarafından piyasa şartları da göz önüne alınarak alabildiğine genişletilir ve bu sınırlar içindekiler "hasta" ilân edilerek tedavi dayatması yapılır. Tedavi için ise durmaksızın yeni ve pahalı ilâçlar piyasaya sürülür.
(Kapitalizmin piyasa sunuş tarzlarından biri olarak "uzmanlaşma" eğiliminin gelişiminin örneği olan "uzman klinikler" olgusu burada işin içine girmektedir. Uzman klinik olgusu bu kliniklerle doğrudan bağlantılı dergi faaliyetiyle desteklenir. Belirlenmiş merkezlerin çalışmaları yine belirlenmiş dergilerde yayınlanarak bir tür resmiyet kazanır.
Ve bu döngüye ancak bu dergilere değişik şekillerde abone olarak girilir, kuşkusuz gerçek aboneliğin en önemli koşulu bu dergilerde yayınlanan araştırmalara yerel denemelerle katkı sunmaktır. Çoğu kez ilâç firmalarının finansıyla ayakta duran ve onların ilâçlarının "iyiliği" konusunda çalışmalar yapmak ve yayınlamak bu uzman kliniklerin ve dergilerin başlıca fonksiyonları arasında yer almaktadır.
Benzeri merkezlerde yapılan çalışmalar çok kısa bir sürede dünyadaki diğer klinik ve hastanelerde denenme olanağını bulmakta ve bu ikincil deneylerle de bu üst düzey bilimsel merkezler bir kez daha yüceltilme fırsatını yakalamaktadırlar Yapılan "az gelişmiş" çalışmalarda da bu dergilerden yapılan alıntı-kaynakça bolluğu çalışmaya ayrı bir değer katar! Böylece sermayenin beklediği döngü de tamamlanmış olmaktadır.)
Kapitalist tıp, yarattığı bilim merkezleri ile yarattığı ve ünvanlandırdığı bilim adamları ile bu ilâçların ne kadar iyi olduğunu aracı kurumlara=diğer hekimlere anlatır.
Gizlenen yan etkiler ve zararlar piyasa şartları göz önüne alındığında tabii ki önemsizdir. Oldukça kârlı bir ilişki!
Kapitalist tıp her zaman "en kârlı hastalıklarla" ilgilidir ve bunların en sık görülen hastalıklar olarak pazarlaması için çaba gösterir; hastalıkların nedenlerinin ortadan kaldırılması ya dakoruyucu hekimlik uygulamaları, kârlı bir alan olmadığı, sermayeye hizmet etmediği için önemsizdir ve bu olgunun piyasaya yansımasına şöyle bir örnek verilebilir: Bir sağlık kontrolünün (check-up) maliyeti ile yüzlerce çocuk aşılanabilir. Ancak aşılamanın ileride piyasaya hizmet etmeyeceği çok iyi bilinmektedir.
Devam edelim; birçok hastalığın erken tanı ile önlenebilmesi, ilkel diyebileceğimiz yöntemlerle olanaklı iken, bu hastalıkların yüksek maliyetli tedavilerine yönelik baş döndürücü gelişme yukarıda sözünü ettiğimiz bire bir ilişkiyi tanımlar. "Globalleşme" yıllarında koruyucu hekimliğin tümüyle göz ardı edilmesi, aynı zamanda bu şekliyle de kaynak aktarımını gündeme getirmektedir. Para hastalığın önlenmesi için değil, tedavisi için harcanmalı ki sermaye kendini geliştirebilsin! Sonuçta kapitalist ülkelerde zaman zaman görülen sağlık bütçelerindeki artışlar bu bağlamda yanıltıcı olabilmektedir. Önemli olan bütçeden ayrılan payın hangi alanlarda harcanacağıdır. Ancak konumuz açısından asıl önemli olan şey, kapitalizmle tıp arasındaki karşılıklı simbiyotik / asalak ilişkinin yaşama yaptığı müdahaledir.
Kapitalizm, gelişen sanayiye bağlılıktan ekolojik yıkımın etkilerine kadar yeni ve sayılamayacak kadar çok -ve bir kısmı bilinmeyen- sağlık sorunlarını gündeme getirmiştir. Kuşkusuz en güncel ve yakıcı örnek AIDS'tir. Hastalığın 70'li yıllarda Dünya Sağlık Örgütü (WHO)'nün Afrika'da uyguladığı çiçek aşısı kampanyası sırasında teknik sebeplerle aktive olduğu tartışılmaktadır. Diğer taraftan HIV virüsünün Pentagon'un biyolojik savaş laboratuarlarında üretildiği şeklinde bir görüşü spekülasyon olarak değerlendirilebilir ama tümüyle yanlış olduğunu da iddia edemeyiz.
Ve bugün, AIDS çalışmalarına aktarılan para birçok ülkenin bütçesinden daha fazladır. Bir hastalık, bir salgın, ilâç sanayinin ya dailâç tekellerinin borsadaki durumunu düzeltmeye yetmektedir. Tıp tarihine yönelik çalışmalar, birçok bulaşıcı hastalığın antibiyotik tedavisindeki gelişmelerden çok önce yaygınlığını yitirdiğini göstermektedir. Bununla beraber yeni -ve pahalı- birçok antibiyotik üretilmekte ve kullanım alanları alabildiğine geniş tutularak (Örneğin; kinolon türevleri, kloramfenikol) kullanımı, neredeyse hekimler üzerinde bir baskı aracına dönüşmüş ilâç firmaları aracılığıyla zorlanmaktadır.
Kapitalist tıbbın hekimler aracılığıyla sağlanan döngüsü anında yoksulları yok sayma eğilimi içine de girecektir. Kuşkusuz, bu şartlarda adına "bilimsel" denen hiç bir gelişme yoksullara yönelik değildir. Günümüzde sıkça yapılan birçok araştırma da bu savı destekler niteliktedir. Ancak böyle bir yaklaşıma, tıp kastı, örneğin şu şekilde bir başlangıçla yanıt vermeye başlayabilir; "açlığa çare bulmak tıbbın görevi değildir". Doğru. Bugün yüz milyonlarca insan açlık nedeniyle doğrudan bulaşıcı hastalıkların açık tehdidi altında iken, rastlanma olasılığı yüz binlerde bir olan hastalıkların tedavisi için ya dadoğrudan biyolojik silâhlanma amaçlı genetik mühendisliği için milyarlarca doların harcanmasına aracılık yapmak tıbbın görevidir!
Ivan Illich: Sağlığın Gaspı, Çev: Süha Sertabiboğlu, Ayrıntı yayınevi, 1.baskı, s. 262, -Emmanuel de Kandt'dan aktarım-
Illich'in aktardığı gibi
"Tıbbi hizmetin standartlarını korumaya odaklanan meslekî ideolojiler, azınlığın karmaşık ve pahalı sağlık koşullarına konsantre olabilmek için çoğunluğun basit ihtiyaçlarını ihmal eden bir sağlık sistemi içinde kalmakta diretirler."
Ve bunu sonucunda hastalığı ve tedaviyi yaratan sistem sorumluluk kabul etmez ve kimi zaman "hata payı" olarak denen "şeyler" bilimsel gelişme olarak ussallaştırmaya ve revize edilmeye çalışılır.
Örneğin, çok basit yöntemlerle önlenebilecek, eşitsizliğin ve yoksulluğun bire bir göstergesi olarak değerlendirebileceğimiz kolera hastalığının bugün önerilen-dayatılan tedavi maliyeti yaklaşık 25 milyon liradır (ABD'de ilâç firmalarının bir doktor başına yıllık tanıtım harcamasının 10.000 dolar olduğu hatırlanırsa -Türkiye'de verimlilik ilkesine göre daha yüksek olabilir!- bu miktar oldukça küçüktür!) Bu ve benzeri tedavi süreçlerinde mutlaka en son -ve en pahalı- antibiyotiklerin kullanılması önerilmektedir. Bu toplumsal denetimin tümüyle dışlanmasını da gösterir. Birçok ülkede tıp üzerinde toplumsal denetim hemen hemen hiç yoktur birçoğunda ise sağlanan hukuki kolaylıklara rağmen oldukça zayıftır.
Bir örnek daha verelim: Obesite (patolojik şişmanlık) yüz yıllardan beri bilinen ve tedavisi için çeşitli yöntemler önerilen bir konudur. Ancak son kırk elli yıl içinde obesitenin sınırları iyice daraltılarak -kapitalist bir müdahale olarak beden ölçüsü!- normal beden yapısındaki insanların dahi kendinden şüphe eder duruma gelmesi sağlanmış ve şişmanlık sosyal fenomene dönüştürülmüştür. Spor salonları ve kozmetik sanayi ile "şişmanlık ilâçlarının" gelişimi paraleldir, tabii sonuçlarını tartışmamak kaydıyla. Örneğin, İsomerid (Dexfenfluramine chlorhydrate) adlı ilâç şişmanlığa çare olarak piyasaya sürülmüş ve birçok uzman kliniğin heyet raporlarında yıllarca yer bulduktan sonra özellikle kalp üzerindeki tehlikeli yan etkileri nedeniyle geri çekilmiştir. En azından Türkiye için konuşabiliriz ve kapitalizm kârlılık söz konusu olduğunda seçici değildir; hiç bir ilâç kullanan "şişman" bu sorumsuzluğu dava konusu yapmamıştır.
(K.Marx / F.Engels: Kutsal Aile, Çev: Kenan Somer, Sol yay., 2.baskı, 1994, s.175)
"Eğer iyi kavranmış çıkar tüm sağtörenin ilkesi ise, önemli olan şey, insanın özel çıkarının insanal çıkar ile kaynaşmasıdır… Eğer insan materyalist anlamda özgür değilse, yani o eğer şu ya dabu şeyden kaçınma olumsuz gücü ile değil ama kendi gerçek bireyselliğini değerlendirme olumlu gücü ile özgürse, suçu, birey de cezalandırmak değil ama toplum düzenine aykırı suç yuvalarını yıkmak ve herkese kendi varlığının özsel gerekleşmesi için zorunlu toplumsal alana vermek gerekir. Eğer insan, koşullar tarafından biçimlendirilmişse, koşulları insanal olarak biçimlendirmek gerekir."
* * *
Kaynak: http://ozguruniversite.org/
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.