Steven Harrison - 2001
Künye - Steven Harrison, Olduğun Yere Varmak, Dharma yayınları, 2001, Sayfa 229-242
"İnsan, bir yanıt bulamadığı yerde korkuyu bulur." Norman Cousins
"Güneş…
Tutulmanın loşluğunda,
Çöker bazı ulusların üzerine,
felâketlerle dolu alacakaranlık.
Ve değişimin korkusu,
Hükümdarları sarsar."
John Milton
Yaşamlarımızda korku tarafından yönlendiriliriz, çünkü içinde bulunduğumuz koşulları değerlendirmek ve önceden kestirmek ve bu bilgiye dayanarak sağ kalmak gereksinimi tarafından yönlendiriliriz. Biyolojimiz, kendi yaşamını sürdürme planını, en temel işlevlerinden biri olarak kabul eder ve olası tehlikelere karşı bizi sürekli uyarır. Bu değerlendirme için en uygun olan aracı, beynimizi kullanırız.
Bir tehlikeyle karşılaştığımızda, onu inceleriz ve başarılı olmak için hangi planın daha uygun olduğuna bakarak onun karşısına çıkarız veya ondan kaçınırız. Savaşırız veya kaçarız.
İnsan biyolojisi, düşünce tarafından başkalaştırılarak, psikolojiye dönüştürülmüştür. Artık, kendi kavramsal çerçevemizin zorlamasıyla, dünyamızdaki psikolojik tehlikeleri değerlendirmek zorunda olduğumuza ikna edilmiş durumdayız. Yaşamı sürdürme psikolojisine dayanarak, dövüşmeye veya kaçmaya, egemen olmaya veya teslim olmaya karar vermek zorundayız.
Korku, psikolojik rahatlığımızın denetleyicisi durumuna gelmiştir. Deneyimimizin bu yanının tümüyle kavramsal olduğu gerçeğine rağmen korku, biyolojimizle, koşullandırılmamızla, gerçekliğimizle o kadar iç içe geçmiştir ki, sanki gerçekmiş gibi varlığını sürdürür.
Yeni ilişkilere yaklaşırken, sanki fiziksel bir saldırı olabilirmiş gibi, canımızın yanmasından korkarız. Bizi sevmezlerse ne olacak? Yeni bir çevrenin niteliklerini değerlendirmeye çalıştığımızda, utanır veya fazlasıyla saldırgan oluruz. Korkarız.
Kalplerimizin atışları hızlanır. Avuçlarımız terler. Ağzımız kurur. Bizi ormanda izleyen yırtıcı bir hayvan mı var? Hayır, tanımadığımız biriyle tanıştırılıyoruz.
Heyecanlanırız. Bütün sistemimize adrenalin salgılanır. Düşüncelerimiz çatışır. Bizimle yiyecek için yarışan başka bir hayvanla, ölümüne bir savaşta mıyız? Hayır, yeni bir pazarlama planını patronumuza tanıtmaktayız.
Korku, ormanı terk etmiş ve zihnimizin dünyasına girmiştir. Yaptığımız hemen hemen her şey, psikolojik korkunun süzgecinden geçer. Korku tarafından harekete geçiriliriz. Korku tarafından engelleniriz. Korku içinde yaşarız.
* * *
Gelin, korkunun çoğunlukla yersiz olduğunu anlayalım.
Korku, caddenin karşısına geçerken bir kamyon geldiğini gördüğümüzde, bizim için işlevseldir. Elektrikli aletler kullanırken, araba sürerken korku yararlıdır, yoksa yaşamlarımızı veya kolumuzu, bacağımızı tehlikeye atarız.
Geri kalan zamanlarda, korku anlamsızdır. Korku, fiziksel bedenimizi korumak için vardır. Psikolojik bedenin korunmaya ihtiyacı yoktur. O yok edilemez. Var olmayan bir şeyi incitemezsiniz.
Korku, onun yardımı olmadan büyük bir zarara uğrayacakmışız durumu yaratır. Gelin, var sayımları gözden geçirelim. Somut korkumuzu elden bırakmayacağız -caddenin karşısına geçerken yolda sağımıza solumuza bakacağız- ancak, gelin birkaç gün psikolojik korku olmadan yaşamaya çalışalım ve yaşamımızı sürdürüp sürdüremediğimizi görelim.
"Hayır, hayır, hayır, bu mümkün değil, çok tehlikeli, canın yanar" der Korku.
"Ama yalnızca birkaç gün için denemek istiyorum" deriz biz.
"Kesinlikle olmaz. Dehşete düşeceksin. Zarar göreceksin. Bensiz başına neler geleceği konusunda hiç bir fikrin yok!"
Korku, gittikçe daha ısrarcı olmaya başlar. Geçmişte bizi hep korumuştur. Bu koruyucu olmadan ne yaparız? Zaten, korku olmadan biz neyiz?
* * *
"Korku ve sevgi asla bir arada olamadıkları için, eğer aralarında bir seçim yapmak zorunda kalırsak, korkuyor olmak, seviyor olmaktan çok daha güvenlidir." (Niccolo Machiavelli)
"Yüreklerinde bir huzur vardı. Şu, her şeyini kaybetmiş olanların korkusuzluğu ile doluydular. Elde etmesi kolay olmayan, ancak elde ettikten sonra hep süren korkusuzlukla." (Aleksandr Soljenitsin)
Korkuyla kavga etmeyin. Korku her zaman kazanır. Korku her zaman haklıdır. Korkulacak sayısız durum var. Korku bizi hep korur. Tamam, belki birazcık boğucu, ama güvendeyiz.
Korku, yaşamda gerek duyduğumuz hemen her şeyi bize verebilir. Korku, bizi incitebilecek herhangi bir şeyin bize asla dokunmayacağından emin olmaktır. Dokunulabilir olmak çok risklidir. Korku riski sevmez.
Korku, bir şey dışında bize her şeyi verebilir; korku bize asla sevgi veremez. Sevgi, korkunun susmasını bekler. Korku, sevgi hakkında bir şey bilmez ve sevginin beklediğini bilemez. Sevgi, Korku'nun alabileceği en büyük armağandır.
Korkuyla tartışmayın.
Korkuyu sevin.
Korku, gerçek bir varlığı olmadığını bilir ve bu onu dehşete düşürmektedir. Korkuyu sevin, çünkü o -hiç bir şey kendinden kaçamaz- bir yanılsamadır.
Korku bizim, ayakta kalmaya, var olmaya, varlık kazanmaya çalışan psikolojik merkezimizdir.
Sevginin bir merkezi yoktur, korkusu yoktur, yalnızca saf varlıkta bulunur.
Cennetten gelme bir eştir.
Sevgi, korkuyu sarar.
* * *
"Yürürken bir yol ayrımına ulaştığında, onu kabul et." (Yogi Berra)
Kaygı çağında yaşıyoruz.
Çok kalabalığız, çok çalışıyoruz, çok uyarılıyoruz. Yeterince uyuyamıyoruz, yeterince dinlenemiyoruz ve yeterli zamanımız yok.
Sürekli olarak tehlike haberleri alıyoruz. Nüfusumuz, dünyanın her yerinde mantar gibi çoğalıyor ve bütün dünya, komşusunun evine taşınmak istiyor. Teröristler, kamu binalarını, uçakları, trenleri vs havaya uçurmaya çalışıyor. Seks tüccarları çocuklarımızın peşinde. Akşam üzeri 5'te televizyonda film: Silâhlı adam yedi kişiyi öldürür ve sonra kendisini öldürür.
Daima artan mali talepler ve kıyamet kehanetleri ile, daha uzun sürelerle ve daha çok çalışmak için kandırılırız; sosyal güvenlik, büyümekte olan çocuklara yardım etmeyecektir, okul paraları enflasyondan daha hızlı artmaktadır, zengin ve fakir arasındaki uçurum daha da derinleşmektedir, para piyasalarının çöküşü yaklaşmaktadır. Kredi limitleri, bazı Üçüncü Dünya ülkelerinin yurt içi üretimlerinin toplamından daha yüksek olan, önceden onaylanmış kredi kartları sürekli olarak piyasaya çıkıyor. Bu kartları bir an için inceleyelim, bunlar Gold Kart veya epeyce özelsek, Platin Kart. Onların, gerçekte Plastik Kart olduklarını bilmiyormuş gibi yaparız ve "yaşam boyu harcama" anlaşmasını imzalarız.
Kalkma zamanı, işe gitme zamanı, çocukları alma zamanı, toplantıya gitme zamanı, olaylar, oyunlar, sinemalar, alışveriş, arayanları yanıtlama, daha çok, daha çok şey zamanı. Gittikçe daha az zaman. Gittikçe artan zaman baskısı.
Az zaman, yapılacak daha çok iş, kazanılacak daha çok para, harcanacak daha çok para ve biz, sıradan şiddetin akıl dışı bir eylemi yüzünden, kapalı alışveriş merkezlerindeki hava kontrol sistemlerinden bulaşan çok öldürücü bir hastalık yüzünden, her an ölebiliriz.
* * *
Mutsuz olun, endişelenin.
Fazlası ile canımızı sıkan, bu berbat gerçeklik karşısında başka ne yapabiliriz? Gerginiz ve öyle olmak zorundayız. Gün boyunca yaşadıklarımıza bakın. Kaygılıyız, çünkü mükemmel bir şekilde normaliz. Kaygı normaldir. Biz böyleyiz, öyleyse niye kaygılanalım ki!
Bu konuda yapılacak bir şey var mı?
Ne yapacağımızı bildiğimizi düşünürüz ki, bu da bildiğimizi düşünmektir. Eğer daha çok düşünürsek, durmadan artan miktarlarda bilgi toplarsak ve bunları düşünürsek, bir şekilde yaşamlarımızı sürdürebiliriz diye düşünürüz. Yaşamımızı sürdüremeyeceksek, rahatlamak ne işe yarar zaten?
Beyinlerimiz, bizi sıkıntıya sokan şeyler hakkında daha fazla bilgi bulma isteğiyle yanar tutuşur. Daha fazla bilgi bulursak, daha az şaşkınlığa düşmemiz, yapacağımızı daha çok bilebilmemiz mümkün olabilir. Savaşacak mıyız, kaçacak mıyız, bilebiliriz.
Savaşmıyoruz ve kaçmıyoruz. Durum hakkında bir sürü bilgi topluyoruz. Savaşmayı düşünüyoruz. Kaçmayı düşünüyoruz. Ancak gerçekte, yoğun trafiğin ortasında, arabamızda oturuyoruz, kanepeye yayılmış haberleri izliyoruz, yöneticimizin bürosunun dışında oturmuş, toplantıyı bekliyoruz.
Gerginlik, yapabileceğimiz veya yapamayacağımız eylemlerin ve onları kuşatan, özellikle de kendi yaralanmamızı, yenilgimizi ve yıkımımızı içeren bütün koşulların zihinsel olarak tasarlanmasının sonucudur.
* * *
Düşünmek, sorunun çözümüne yardımcı olduğunu düşünür, ancak sorun, soruna yardım etmektir. Sorun, hiç durmadan sorunu çözecek bilgileri toplamaktır.
Sorun, bizi koruyacak olan bilgiyi sürekli olarak incelemektir. Kendimizi yaşamdan koruyamayız, meydan okuyuş anında, tam olarak karşılık verebiliriz ancak. Karşılık vermek için hazırlanmak verilecek karşılığı karmakarışık eder. Biz, hazırlandığımız şeye karşılık veririz, o anda olana değil. Hiç bir neden olmaksızın kendimizi sıkıntıya sokarız.
Meydan okunuş anında, gerginlik, harekete geçme işaretidir. Eylem, durumun gerçekliğine karşılık olarak kendiliğinden ortaya çıkar.
Öte yandan meydan okunmasını beklerken, gerilim, gerçekliğin değil, bir meydan okuma fikrini düşündüğümüzün, biçim verdiğimizin, çözümlediğimizin işaretidir. Kavramsal bir meydan okumaya karşılık vermek için yapılacak bir şey yoktur. Bir eylem kendiliğinden meydana gelmez.
Kavramsallaştırma bunalımı ve olasılık planları yaratmak, köprülerin inşa edildiği, kalp kapakçıklarının tamir edildiği, savaşların açıldığı somut dünyada yararlıdır. Ancak psikolojik dünyada, kavramsal meydan okumalarla kurduğumuz ilişkilerimizde "benliğin" yaşamını sürdürüşünü biçimlendiririz. Olasılık hesaplarını ve yaşamı sürdürme planlarını ne kadar derinleştirirsek, kafamız o kadar karışır.
Bu psikolojik merkezin yaşamını sürdürmesini garantilemek için, boşuna bir girişimle sonsuza dek bilgi toplar ve çözümlemeler yaparız. Korunma sağlama girişimlerimizle, gerilimin daha da yüksek düzeylerini yüklenebiliriz.
Ancak, vazgeçebiliriz de. Gerçekliği olmayan bir merkezi koruyamayız.
Tehlike habercisi gazeteleri bırakın, insanı şoke eden televizyonu ve savaş haberleri radyosunu kapatın. Korunacak biri yok; kaçacak biri yok; gerilim içinde olacak biri yok.
* * *
Bilgi orucu tutmaya çalışın.
Havuç suyundan veya bağırsakların temizlenmesinden söz etmiyoruz.
Bu daha da kötü.
Televizyon, gazete, kitap, dergi, radyo, konferans veya tartışma toplantıları yok. Bir hafta boyunca hepsinden uzak durun. Hatta, telefondaki veya internet sohbet odalarınızdaki uzun, dedikodu dolu konuşmalardan kaçının. Okumaktan kaçının, bu kitabı da bir süreliğine bırakmalısınız. Yarım kalmış romanınızı da bir kenara kaldırın.
Hepsine bir ara verin.
Şimdi de, bilgi, felâket ve çatışma haberleri için duyduğunuz açlığın nasıl katlanılmaz bir dayatma haline geldiğini izleyin. Dayatmayla önemliliği birbirine karıştırmayın. Zihninizin uyaran talebinin azalmasını, sakinleşmesini izleyin. Kaygı düzeyinize ne oldu? Dünya hâlâ korkunç sona mahkûm mu? Hatta, dünya var mı?
CNN, canlı olarak son dakika haberlerini verirken, onları izleyen hiç kimse yoksa, bu hâlâ haber midir?
Bilgiye delice tutkun olmayınca, yaşamınızın doğası nasıl olur?
Şimdi, her defasında bir tek bilgi kaynağıyla yeniden tanışın. Orucunuzdan sonraki ilk gün gazete okuyun. Herhangi bir tepki fark ediyor musunuz? Bütün bu çıldırtıcı yığının tümünü beyninize yükleyinceye kadar, her gün bir haber kaynağını ekleyin. Düşüncelerinizde, duygularınızda, ürünleri tüketme ihtiyacınızda birada, pizzada farklılıklar gözünüze çarpıyor mu?
Yakında öleceğiniz veya yok olacağınıza dair duygunuzda bir artış hissediyor musunuz? Endişeleriniz çoğalıyor mu? Kaygılar iyice boğucu hale geldiyse, televizyondaki depresyon üzerine yapılmış programları veya radyodaki psikoloğu izlemek isteyebilirsiniz. Daha fazla bilgi belki yardımcı olur.
* * *
Karşılıklı etkileşim dünyasında yaşıyoruz. Ne dünyanın, ne de onu algılayan zihnin gerçekliği sabit değil. Görünürdeki algılayanla algılanan arasında sürekli bir konuşma var. Kavranılan şeyin gerçekliği ve niteliği, onu gözlemleyeni değiştirir ve gözlemci, gözlemlediğini değiştirir.
Bu konuşma, gerçekliktir. Karşılıklı konuşan iki kişi yoktur, bir şey vardır.
Geleneksel psikolojik yöntemler, beyinde yer alan, ilişkide olduğu unsurlar tarafından etkilenen, adına zihin denilen bir merkezin, somut bir yerin var olduğunu öne sürerler.
Zihnin bakış açısından, psikolojik yöntem ne olursa olsun, olan yalnızca bir başka deneyimdir.
Zihnin bir temel açmazı daha vardır.
Zihin kendini bulamaz.
Zihin, beyinde olmadığını bilir, çünkü bazen çok uzak yerlerin düşünü görür, yalnızca bellekte canlandırılan geçmişe veya geleceğe şimşek hızıyla gider ve ayağınızın içinde olduğunu, hatta daha da kafa karıştırıcı bir şekilde, sevdiğiniz kimsenin tam yüreğinde olduğunu hissedebilir.
Zihin kendini bulmak ister. Belirsiz, bulanık bir şekilde her şey olduğu bir zamanı anımsar. Belki bu, beden çok gençken veya beden doğmadan önce veya başka bir yaşamdaydı; ama zihin, kendi bildiğinden daha fazla bir şey olduğunu bilir.
Zihin, her zaman aşkın gerçekliğe geri dönmenin, öteye geçmenin yolunu arar. Aralıksız bir şekilde, kendisini oraya götürecek olan büyülü mantarı, somayı arar. Zihin, doğru uyuşturucuyu buluncaya kadar her şeyi dener.
Her şey uyuşturucudur.
Alkol uyuşturucudur. Hazır yiyecekler uyuşturucudur. Şiddet dolu filmler uyuşturucudur. Alışveriş merkezleri uyuşturucudur. Para uyuşturucudur. Her şey uyuşturucudur.
Zihnin kavradığı her şey uyuşturucudur. Zihnin dokunduğu her şey, onu bir yerlere götürür. Yediğimiz her şey onu değiştirir. Zihin, aşkın olanı buluncaya kadar, ilişkide olduğu şey tarafından kendisinden öteye götürülünceye kadar duramaz.
"Her şey uyuşturucudur. Alkol uyuşturucudur. Hazır yiyecekler uyuşturucudur. Şiddet dolu filmler uyuşturucudur. Alışveriş merkezleri uyuşturucudur. Para uyuşturucudur. Her şey uyuşturucudur."
Yukarıdaki cümleler çok hoşuma gitti en kısa zamanda bu kitabı edineceğim. Tavsiye için teşekkürler!
Çağatay Uz - 7 Ekim 2010 (23:20)
Şu "Bilgi orucu" çok mantıklı bir deneye benziyor.
Muamemer Kls - 26 Kasım 2012 (10:50)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.