Patronsuz Medya

Kimse beni sevmiyor!

O'ya - 6 Ağustos 2001  


Alman yönetmen Doris Dörrie'nin "Kimse Beni Sevmiyor" diye bir filmini seyretmiştim. Bir kez seyretmeme rağmen her karesini aklımda tuttuğum, benim depresif hallerime çok iyi gelen bölümleri vardı.

Hayattan, sevilmekten umudunu kesen, üstelik ölüm korkusu da çeken, filmin otuzlu yaşlardaki ince ruhlu kızı, ölümle arasını hoş tutmaya, ondan korkmamaya, alışmaya çalışıyor, ölümle yaşarken kucaklaşmak için kendi cenaze törenini izleyip canlı canlı mezara giriyor, yaptırdığı tabutta uyuyor, bedeninin kurtlar tarafından kemirildiğini, çürüdüğünü düşünüp (ben ise zaman zaman ölmeyi düşündüğümde beni yıkayacak imamları gözümün önüne getirir vazgeçerim) biraz olsun huzur buluyordu.

Aslında ay sonundaki vergi iadesini, buzdolabındaki yoğurdun son kullanma tarihini düşünerek sevişmeye başladığından beri yarı ölü yaşadığının farkında olan kızımız, kendine olan güvenini yitirmiş, son treni kaçırdığını düşünen, yaşama pamuk ipliği ile bağlı, yeniden doğmak için ölüme sığınan insanları temsil ediyordu bir bakıma.

Film beklenmedik biçimde mutlu sona eriyordu!

Sahi her tür ilişkide asıl belirleyici sevmek iken, sevilme ihtiyacı neden böyle öne çıkıyor. Şairin dediği gibi siz elmayı seviyorsunuz diye elma da sizi sevmek zorunda mı?

diYorum

 

311
Derkenar'da     Google'da   ARA