Oral Çalışlar - 1983
Künye - Oral Çalışlar, Liderler Hapishanesi, Milliyet Yayınları, İkinci Baskı 1989
Sunuş:
Oral Çalışlar, 1946 yılında Tarsus'ta doğdu. Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. Öğrencilik yıllarında SBF (Sosyalist Fikir Kulübü) başkanlığı, Ankara Üniversitesi Öğrenci Birliği Genel Sekreterliği yaptı. 1978-1980 yıllarında yayınlanan Aydınlık gazetesinin genel yayın yönetmeni.
12 Eylül darbesi sonrası Türkiye İşçi Köylü Partisi Başkanlık Kurulu üyesi olduğu gerekçesiyle yargılandı, 4 ay Mamak askeri cezaevinde, 16 ay Ordu Dil ve İstihbarat Okulunda olmak üzere 20 ay tutuklu kaldı.
"Dil Okulu ya da öteki gerçek adıyla İstihbarat Okulu, 12 Eylül 1980 sonrasının bir ilginç askeri hapishanesidir. Bir "politikacılar" hapishanesi… Bu, öyküsü günümüze kadar yazılmamış tutukevinden kimler gelip geçti? Galiba, 1980 öncesi Türk politika arenasının hemen neredeyse tümüne yakın kadrosu…"
İlhami Soysal (Milliyet, 2 Mart 1986)
(Arka Kapak notu)
Günlerden Pazar, tarih 27 Nisan 1982. (…)
Havalandırmaya üç kişi rağbet etmiş. Diğerleri çamura batmamak için içeride kalmayı yeğlemişler. Ecevit, Türkeş ve Çalışlar, yeşil otların üzerinde çamurlardan seke seke yürüyorlar, günün siyasî gelişmelerini konuşuyorlar.
Söz Ermeni teröründen açılır. Ecevit, "Bu iş, Kıbrıs müdahalesinden sonra hızlandı, Rumlar kışkırtıyorlar, Ermenlilerle işbirliği yapıyorlar."
Türkeş, "Evet efendim, meselâ bir zamanlar biz Amerika'ya 3 subay arkadaş staja gitmiştik, bize en büyük yakınlığı Türkiye'den giden Ermeniler gösterdiler. Aldılar evlerine götürdüler. Hatta biz bir parça çekindik, subayız acaba bir şeyler yaparlar mı diye. Öylesine yakın davranıyorlardı ki, memleketlerini soruyorlar, o zaman Türkiye'ye girmelerinin yasaklanmasına son verilmesini istiyorlardı. Bir keresinde de, Paris'te lokantada yemek yiyoruz. Bir garson yanımızdan hiç ayrılmıyor. Kuşkulandık. Kuşkumuzu anlayınca, Türkçe sözlerle Türkiye'den gelme bir Ermeni olduğunu ve Türkçe dinlemeye hasret kaldığı için bizim yanımızda durduğunu söyledi." (…)
Türkeş, Ecevit'e o günlerde yoğunluk kazanan Falkland bunalımını sorar. "Biz arkadaşlarla ikiye bölündük, bir kısmı İngiltere'yi destekliyor, bir kısmı Arjantin'i. Meselâ ben ve Sadi Bey (Somuncuoğlu) İngiltere'den yanayız. Siz ne düşünüyorsunuz?"
Ecevit, "Bilemiyorum ki, bir yanda İngiliz sömürgeci imparatorluğu, öte yanda cuntacı Arjantin faşistleri, insan tercih yapamıyor."
Türkeş, "Arjantin yenilsin efendim, böylece başındaki diktatör de gider, belki bu sayede faşizm de yıkılabilir…"
Ecevit ve Çalışlar, anlamlı anlamlı Türkeş'in yüzüne baktılar. MHP Genel Başkanı başı öne eğik, demokrasi üzerine konuşmasını sürdürdü.
Sayfa 45-46
Tutuklular özellikle gazetelerin gelişini her gün merakla beklerler. Bu konuda en şanssızı, kendilerine göre belki en şanslısı MSP grubudur. Onların gazetelerini önce Asiltürk alır, enine boyuna bütün sayfaları çevirir. Tesettür kurallarına aykırı gördüğü kadın fotograflarını önce işaretler. Daha sonra elindeki siyah flomasterle bu kadınların kendince mahrem yerlerini karalamaya girişir. Kadınların yüzleri ve ayak bilekleri dışındaki tarafları görünmeyecek şekilde boyanır. Ancak bu sansür faaliyeti bittikten sonra gazeteler dağıtılacak hale gelir. Günahtan azade kılınan MSP Bakan ve Milletvekilleri gazetelerini huzuru kalp ile okurlar.
Eski İçişleri Bakanı, Bakanlığından öğrendiği bu güvenlik faaliyetine içeride kaldığı süre boyunca devam etti.
Oğuzhan Asiltürk, Dil Okulu'nda Necmettin Erbakan'ın en yakınlarındandı. Genel Başkanı ile aynı odayı paylaşırdı. İkisi de yataklarını hiç düzeltmezler, battaniye üzerinde yemek yemeye bayılırlardı. (…)
MSP'li eski bakanın sansüründen kurtulan tek MSP'li, partinin Genel Saymanı Abdürrahim Bezci'dir. Tuncay Mataracı, Bezci'yi günaha sokmak için odasına çağrır ve ona Erkekçe gibi dergilerle, sansürsüz gazeteleri verirdi. CHP'liler muziplik olsun diye bir gün Bezci, Mataracı'nın odasında iken Asiltürk'e haber verip baskın düzenlediler. Karalanmamış kadın fotograflarının bulunduğu gazetelerle yakalanan Bezci, gayet soğukkanlı "Kardeşim önemli olan niyettir. Ben fotograflara iyi niyetle bakıyorum." diyerek kendini savunur.
Sayfa 47-48-49
"Atatürk hazırladığı Büyük Nutku, yakın arkadaşı İsmet İnönü'ye okuması ve fikirlerini söylemesi için verir. İsmet Paşa uzun konuşmayı okuyup bitirdikten sonra Atatürk'e iade eder. Atatürk'ün nasıl buldun sorusuna, 'Paşam çok güzel, ancak, sonunu gençliğe hitap ederek bitirmek sanırım faydalı olur' cevabını verir. Atatürk bunun üzerine 'O zaman sen yaz böyle bir bölüm, bakalım, iyi olursa dediğin gibi yaparız' deyince İsmet İnönü Nutuk'un sonundaki ünlü 'Gençliğe Hitabe' bölümünü kaleme almış."
Ecevit yanındaki Çalışlar'a İnönü ile ilgili anılarını anlatırken şunları söyler: "Kendisi bana bir keresinde böyle anlatmıştı. Aynı anısını Necdet Uğur'a da anlatmış, o da bu olayı biliyormuş."
Bülent Ecevit yanında siyaset dersi aldığı ve daha sonra karşı karşıya gelip, bir seçim zaferiyle yerine geçtiği İsmet İnönü'den hep saygı ve sevgiyle söz eder. Onun örnek nitelikleri olduğunu belirtmeye özen gösterir.
Sayfa 50-51
Ecevit gülerek anlatmaya başlar. "Önemli değil, gözaltına alınmama neden olan Hollanda TV'sinin haberiyle ilgili sorgu verdim. Pazartesi mahkemeye çıkacağım. Gizli celseyle yapılan mahkemeye. (Sorgu hakimi önüne çıkmayı kastediyor). Onun bir önemi yok."
Ecevit burada biraz duralar, sonra gülerek Yaşar Okuyan'a döner, "Sizin suç duyurunuzda öyle iddialar var ki, nasıl cevaplayacağım diye düşünüp duruyorum."
Okuyan kocaman boyu, üstünde tüylü parkasıyla biraz mahçup, biraz vurdumduymaz, "Efendim biz suç duyurusunda bulunmadık avukatların işi."
Ecevit, "Hayır efendim sizler bulunmuşsunuz, altında imzalarınız var, gördüm."
Ecevit yeniden gülümseyerek, "Suç duyurunuzun bir maddesi de benim gençliğimde Sanskritçe öğrenme çabam. Bu çabamı bölücülüğümün bir kanıtı olarak belirtmişsiniz, nasıl cevap vereceğim bilemiyorum, beni fena sıkıştırmışsınız."
Yanlarında bulunan Çalışlar dahil üçü birden gülerler.
Yaşar Okuyan durumu düzeltmek için elini ağzına götürür, biraz düşünür, "Efendim" diyerek yutkunur, bir şeyler söylemek ister. Ecevit, "Önemi yok, ben geçmişin sorunlarını ve çekişmesini yeniden gündeme getirmek istemiyorum. Canım ona sıkılıyor."
Okuyan, birkaç defa yutkunduktan sonra devam eder, "Bir yıldır neredeymişler, bizler bu dilekçeleri yazalı bir sene oldu. Durdular, durdular yeni mi akıllarına geldi. Ayrıca bizim suç duyurusunda bulunmamız sizin için önemli bir savunma gerekçesi olur. Bizim davada da böyle bir durum yaşadık. MHP İddianamesi, büyük ölçüde Oral beylerin…" Çalışlar'a dönüyor, "Aydınlık gazetesine dayanılarak yazılmıştı. Hatta cümle cümle aynen alıntılar vardı. Biz bunu lehimize bir delil olarak kullandık. Siz de kullanırsınız. Değil mi Oral Bey?"
Çalışlar, "Önemli olan iddiaların doğru olup olmamasıdır, karşı tarafın söylemesi değil."
Sayfa 67-68
Dalgın ve düşünceli Çalışlar'ın yüzüne bakar ve devam eder, "Ama dışarıdakiler bizim gibi değil. Hâlâ kafaları 11 Eylül'de. Bu sol için de, bizimkiler için de böyle."
Tam bu sırada arkasına döner ve subayların sorguladığı binayı işaret ederek, konuşmasını sürdürür, "Bakın sorgucular bizi seyrediyor. Şimdi bize bakıp, 'İşte komünistlerle faşistler yan yana sohbet ediyorlar. Vay namussuzlar' diyorlardır." (…)
"Haa… Bir şey daha aklıma geldi. Hani sizin gazeteye, Aydınlık'a iki kişi göndermiştik. Sizinkiler sorguya çekmişler. O iki kişiyi ben tanıyorum. Garip insanlardır. Hatta birisi, sizinkiler sorguya çekerken ezan sesi duyunca, 'Allahû Ekber'deyip namaza durmuş."
Çalışlar, "Yaşar Bey, istihbaratınızda iş yoktu. Onlar Aydınlık'a geldiğinde ben tatildeydim. Sizin Hergün gazetesi o iki kişiyi benim sorguya çektiğimi ve tehdit ettiğimi yazmıştı. Başka bir arkadaşı ben sanmışsınız. Gazetedekiler durumlarından şüphelenince sormuşlar ve MHP'li oldukları anlaşılmış…"
Yaşar Okuyan, 12 Mart'a atlar "Oral Bey siz 12 Mart'ı bizim yaptığımızı söylüyordunuz."
Çalışlar, "Yok, öyle söylemedik, öyle de düşünmüyoruz. Siz 12 Mart'çılara yardımcı oldunuz."
Okuyan, "Evet. Şahitlik falan…"
Çalışlar, "Yalnızca şahitlik değil, savcılık, hakimlik vs…"
Okuyan tasdik eder, "Doğru, doğru."
Sayfa 86-87
TV'de film oynadığı için, herkes içeridedir. Çalışlar, Ecevit'in savunmasına yardım amacıyla getirdiği Yankı dergileriyle kapıda görünür.
Ecevit, Çalışlar'ı görünce, "Ben müzikal filmi sevmem. Sanırım herkes film izliyor. Elma çiçeklerinin bu kadar güzel olduğunu burada fark ettim. Tolstoy'un Harp ve Sulh romanında bir sahne vardır, hatırlar mısınız? Adam tam ölürken gökyüzüne bakar, 'gökyüzü ne kadar güzelmiş, ilk kez fark ediyorum 'der, benimki de o hesap…" (…)
Ecevit, bahçenin güzelliğinden söz ederken daha önce yattığı Ankara Merkez Kapalı Cezaevini anlatmaya başlar, "Cezaevine Başbakan olmadan önce girmeliymişim. Kapalı cezaevinde neler oluyor, neler… Ben revire bitişik bir odada kalıyordum. Sırf hasteneye gitmemek yüzünden ölenler oluyordu. İnsanlar çok ızdırap çekiyorlar. Cezaevi Müdürü ve Savcı çok iyi insanlar ama o kadar kalabalık ve harap bir bina ki. Ben pek sıkıntı çekmedim. Rahat ettim diyebilirim."
Çalışlar, "Bizim Muhittin Usta'nın bir teorisi var. Ona göre, bütün savcı ve hakimler staj için belli süreler hapishanede yatmalılar. Tutukluluğun ne demek olduğunu anlasınlar ve ceza verirken ona göre düşünsünler diyor. Benim çok hoşuma gitti."
Ecevit, "Evet, ben de bu yüzden yatmalıymışım diye düşünüyorum."
Sayfa 108-109
Çalışlar, "Sanat alanında da bir keşmekeş ve suskunluk var. Geçenlerde bir sanat dergisinde Necati Cumalı'nın bir yazısını okudum, Türk edebiyatının gelişmemesinin nedeni, kavga yok, mücadele yok, sanat böyle ortamda gelişmez diyordu."
Ecevit, "Hiçbirini izlemiyorum, boş boş şeyler. Cumalı'nın kendisi kavga ediyor mu peki? Türk Dil Kurumu'nun kimliğini savunmasına bile yan çiziyormuş."
Ecevit açılmıştır, "CHP Genel Merkezindeki tarihi belgeler hamur ediliyor. Tam vandallık. Orada ne kıymetli belgeler vardı. İnönü'nün, Atatürk'ün el yazıları, kongre tutanakları vs Hiç olmazsa Türk Tarih Kurumu'na ver. İnsanın yüreği paralanıyor. Türk Tarih Kurumu'nun da sesi çıkmıyor. İstesene. Arada bir bizim böyle vandallığımız kabarır…"
Sayfa 124-125
Türkeş, yanında oturmakta olan Çalışlar'ın koluna girdi, "İşte böyle, Almanlarla kol kola girdi ve birahanede çocuklar gibi dans etti…" Türkeş'in sözünü ettiği kişi 27 Mayıs'ın lideri Cemal Gürsel'dir.
Güneşli bir Mayıs sabahı. Bankta oturan Çalışlar'ın yanına Türkeş selâm vererek oturur. Üzerinde koyu renkli kareli gömlek, gri hırka var.
Türkeş, "Oral Bey 27 Mayıs'ta inşallah tahliye olursunuz."
Çalışlar, "Teşekkür ederim. Nasılsınız?"
Türkeş, elini açar, sıkıntılı, "İşte… Geceleri kalbim sıkışıyor. Ayağımda da varis var." Pantolonunun paçasını yukarıya çeker, altından uzun yün donunu da çeker ve varislerini Çalışlar'a gösterir.
Üzgün bir sesle, "Daha önce flibit olmuştum, ondan kaldı. Kalp ameliyatı olmam gerekiyor. Bir çıkayım da. Ameliyatı yurt dışında yaptırmak istiyorum. Amerika'da Michigan'da bir kalp merkezi varmış, oraya gitmeyi düşünüyorum."
Sayfa 150-151
Tarih 3 Nisan 1982. Devlet Başkanı Evren Bursa'da konuşuyor. Eski siyasîleri hedef alan sert bir konuşma. Özellikle Ecevit ve Demirel'e çatıyor. Evren "Onların bir daha iktidara geleceklerini sanmaları bir hayal. hayal görmeye devam etsinler." diyor. Nurettin Ersin'le aralarında ayrılık çıktığı iddiasının da hayal mahsulü olduğunu belirten Evren tehditkâr bir hava içinde konuşmasını bitirir. Bu konuşmadan birkaç gün sonra, beklendiği gibi Ecevit tutuklanır ve Dil Okulu'na gelir.
Bütün tutuklular TV başındadır. Evren'in sertleşme eğilimini ifade eden ve sivillere iktidarın devri konusunda olumsuz görüşler içeren konuşması Dil Okulu'nda da soğuk duş etkisi yapar.
Konuşmayı ayakta izleyen Yaşar Okuyan konuşma bitince, "Bu konuşmanın üstüne ancak ciklet gider. Üstelik markası da Örümcek Adam." Herkese birer ciklet dağıtır.
Okuyan içerideki en hararetli yumuşamacılardan. Çalışlar'a hastane anılarını anlatıyor; "Hastanede TKP'nin en önde gelen adamlarından birisiyle yattım. Adı Aydan Bulutgil. Her şeyden polis diye şüpheleniyor. İçten pazarlıklı. Yalnız karşısındakini konuşturup kendisi konuşmuyor. İlk başta benden bile şüphelendi. Barış Derneği Yöneticileri tutuklanınca tepki gösterdim, çok yanlış olduğunu söyledim, inanmadı. Ben Barış Derneği davasında onlara sevgimden değil, bizim davayı olumsuz yönde etkilediği için karşı çıkıyorum." (…)
MHP'lilerin en sofusu Mehmet Doğan ilginç bir tiptir. En fanatik yorumları yapanlardan biridir. TİKP'lilerle otobüsle mahkemeye giderken yanında oturan Çalışlar'la aralarında ilginç bir konuşma geçer.
Doğan, "Hakkımızda hiç bir iddia olmadığı halde aylardır yatıyoruz. ÜGD'li bile olmayanları bizim davaya dahil ettiler. Çok haksızlık var."
Mehmet Doğan masum olduklarına çok inanmaktadır. Konuşmasını şöyle sürdürür, "Esas sorumlu CHP ve de Ecevit'tir. Yargılayacaklarsa onu yargılasınlar. Teröristleri koltuğu altına alan, partisine dolduran O. Şimdi kalkmışlar bizi içeride tutuyorlar."
Çalışlar, "CHP'yi toptan hedef alan bir çizginin Türkiye'ye hakim olması mümkün değil."
Doğan, "Tabii, bütün savcılar solcu. Nurettin Soyer CHP aleyhine soruşturma açsa ne olur?"
Çalışlar, "Bugünkü koşullarda Demirel'in, Ecevit'in hedef alınması yumuşamayı olumsuz yönde etkiler. Dengeci politika, bir tarafı hedef alınca, diğer tarafı da hedef alarak ortada bir görünüm vermeye çalışıyor. Böylece iş sertleşme yönünde gelişiyor. O zaman siz hiç çıkamazsınız."
Çalışlar'ın bu tahlili Doğan'ı korkutmuştur. Tutuk bir şekilde konuşmasını tamamlar ve bir daha CHP'lilerin yargılanmasından söz etmez, "Evet işin bu yanı da var."
Sayfa 159-160-161
Tutuklandıkları zaman Doğu Perinçek, içlerinde idamdan yargılanan sağcı ve solcu tutukluların bulunduğu hücrelere konur. İbrahim Çiftçi, idam edilen Erdal Eren bu hücrelerde kalıyorlardı. Oral Çalışlar ve Mehmet Cengiz ise Mısır elçiliğini basan Filistinlilerin bulunduğu hücrelerdedirler. Hücreler ikişer kişiliktir. Mehmet Cengiz'le Oral Çalışlar aynı hücreye konurlar ve geldiklerinin akşamı, sürekli yerinde saymaktan hamlayan Cengiz, iki katlı somyanın ikinci katına zorlukla çıkabilir.
Tabii nazarî ve ameli eğitim sırasında dizlerini karınlarına kadar çekemedikleri için, yırtınırcasına bağırmadıkları için coplanırlar.
Havalandırmaya çıkmak ise ayrı bir eziyettir. Başlar yerde volta atmak zorunludur. Kimse kimsenin yüzüne bakamaz, konuşamaz. Yere eğilmiş başların gökyüzünü görmesi imkânsızdır. Bu arada havalandırma talimleri başlar ve tutuklular çeşitli bahanelerle tekar tekrar dövülürler.
Nazari, Atatürkçülük eğitimi ise bir başka acıdır. Doğu Perinçek, o günlerde başına gelen bir olayı cezaevi idaresine yazdığı bir dilekçede şöyle anlatır:
En küçük bir abartma yapmadan aktarıyorum. Kısım 1980'de A Blok, Tecrit-3 hücrelerinde tutulduğum sırada, aynı zamanda eğitime de kumanda eden nöbetçi o sırada hücrelerde bulunan yirmiden fazla tutuklunun tanık olduğu üzere beni şu şekilde imtihan etmiştir:
- 42 numara (hücre numaram), söyle bakalım, Atatürk ne zaman padişah oldu?
- Atatürk padişah olmadı, padişahlığı kaldırdı.
- Nasıl padişah olmadı!
- Atatürk padişah olmadı, mareşal oldu.
- Canım ne fark eder, ha padişah, ha mareşal!
Sayfa 169-170-171
Görüş günüydü, herkes heyecanlı ve neşeli. Ecevit bu neşe içinde "durun size bir bürokrasi hikâyesi anlatayım" diye söze başladı.
- "Bakanlıklar cıvarında bir çöpçü ortalığı süpürüyor. Derken bir rüzgâr çıkar ve süpürülen kâğıtların bir kısmı havada uçuşmaya başlar. Bakanın penceresi açıktır, uçuşan kâğıtların bir kısmı masasının üzerine konarlar. Çöpçüde bir telâş. Ne yapsın, koşup bakanlığın kapısına gelir. Kendisini Özel Kalem Müdürü karşılar. Durumu anlatır. Özel Kalem Müdürü de Bakanın kapısını tıklatır ve kendisine olanları duyurmak ister. 'Efendim pencereden kâğıtlar' demeye kalmadan, Bakan 'ben onları çoktan imzaladım' yanıtını verir. İşte bürokrasi bu. Öyle kararnameleri imzalıyoruz ki. Örneğin bilmem ne okulunun makarna ihalesi bile Bakanların imzasını gerektiriyor. Biz son zamanlarda bu işleyişi değiştirmek için esaslı bir hazırlık yapmıştık, ama kaldı işte. Sonra da devam ettiren olmadı."
Sayfa 234
Oral Çalışlar'ın kitabını 20 yıl sonra bir kez daha ve aynı zevkle okuyorum. Yukarıdaki alıntılar Co-Büdütör'ün tercihleri. Bana kalsa (ve utanmasam) kitabın tamamını buraya koyardım.
Kitapta neler yok? Ecevit'in kibarlığı zaten bilinen bir şey -de- Türkeş'in de gayet kibar, şefkatli, hem de sık sık demokrasiye vurgu yapan bir yanını görmek, şaşırtıyor.
Kitaptan ayrıca Ertuğrul Günay'ın hapishane koşullarında bile pozitif ve şakacı olduğunu, Erbakan'ın, bilinenin aksine, gayet mesafeli ve ciddi olduğunu, Yaşar Okuyan'ın -kıvrak vücut çalımlarıyla- bir mizahçı için bulunmaz bir hazine olduğunu, MSP'lilerin sahiden de çok sofu olduklarını, Türkeş'in televizyonda sadece Şeker Kız Candy'yi seyrettiğini ve sorulunca "çok insancıl" cevabını verdiğini…
Ve bilmediğimiz daha birçok şeyi öğreniyoruz.
Bence nefis bir TV dizisi olurdu. Ufuk açardı.
Ki, bazılarının buna çok ihtiyacı var.
Büdütör - 26 Mart 2011 (18:10)
Burada adı geçenler içinde Yaşar Okuyan'ı çok ayrı bir yere koyarım. O kadar pratik, o kadar elastik, öylesi pragmatik birisidir ki anlatması zor. Ülkücüsolumsudevletçidindaraydın gibi bir alâmettir.
Bir konferansına gitmiştim, 1999 olmalı. O zamanların en gözde STK'larından birinin düzenlediği bir toplantıydı. O kocaman boyu, gözünüzü alamadığınız vücut dili ve ekstra iyi hitabeti ile büyülemişti. 1. 5 saatin dolmasına az zaman kala hemen hemen hiç bir şey anlatmadığını fark etmiş ve kazıklandığımı anlamıştım. Yıllar içinde her gördüğüm ve dinlediğimde aynı hisle doldum. Böyle de bir yetenek ve böylesi siyasî roller de var demek ki…
Ahmet Faruk Yağcı - 27 Mart 2011 (17:13)
Kitabı okuyunca, insan asıl Alpaslan Türkeş'in zihninin içine girmek ve en alttaki (sahih) metni okumak ihtiyacı duyuyor.
Demokrasiye ve parlamentarizme yaptığı vurgu, ermenilere rumlara duyduğu sempati, Ecevit'le "zatıalîniz çok haklısınız efendimli" hapishane sohbetleri, sağcıyla sağcı solcuyla solcu tavrı, sohbet canlısı, çelebi, bal mahmut kıvamında üslubu… Bütün bunlar, kafamızdaki Türkeş ezberini zedeliyor.
İnsan onun 1980 öncesi kriminal sicilini bilmese "bu tonton amca sosyalist galiba" der. Nitekim, kendisi de 60 ihtilâlinden sonra İnönü tarafından CHP'ye davet edildiğini, işçi hakları, sosyal güvenlik, çalışma yasası vd. Konularda çok çaba harcadığını, çevresinin ondan "solcu, hatta marksist" gibi sıfatlarla söz ettiğini anlatıyor.
Birkaç yıl önce bir köşe yazarının -kimbilir hangi internet sitesinden tırtıklayarak yaptığı- tespitindeki gibi, aslında Türk Solunun doğal lideri olacakken, kimbilir neden (belki bizim devlet elitindeki kadim Rusya paranoyasından) aşırı sağın lideri olarak bulduğumuz dramatik bir portre görüyorum onun şahsında.
Kitaptaki Türkeş'i okurken, nedense aklıma geçen hafta Veli Küçük'ün mahkeme yargıcına söylediği şu sözü anımsadım:
- "Ben bugüne kadar 29 tayin gördüm. Burası da (kodes) benim 30. Tayin yerim, ne olacak…"
Veli Küçük, belli ki davasına bağnazca inanmış, kelle koltukta, zoru görünce nedamet getirmeye hiç niyeti olmayan çelikleşmiş bir asker. Oysa Türkeş, hapishanede sızlanıp yakınarak yatan, dört gözle tahliye bekleyen, ununu elemiş bir emekli memur…
Cevap bulamadığım soru şu: Türkeş gerçekten de ırkçı-turancı, kararlı, istim üzerinde, "davadan dönene" merhameti olmayan bir başbuğ muydu, yoksa Devlet tarafından sosyalist solun karşısında o vazifeyle tayin edilmiş gönülsüz bir sınır devriyesi mi?
Durmuş Düşünür - 28 Mart 2011 (00:18)
Sevgili Büdütör, dün bu yazıya bir yorum yazmıştım ama yayınlanmadı. Sizin imla ve nezaket konusundaki hassasiyetinizi bildiğim için, elimden geldiği kadarıyla özen göstererek yazmaya çalışmıştım. Acaba yorumum elinize geçmedi mi? Bu soruyu baskı gibi algılamayacağınızı umuyorum. Saygılar…
Gökçe - 29 Mart 2011 (16:27)
Değerli Gökçe, tabii ki baskı gibi algılamam. Sormak en doğal hakkınız. Hatta iyi ki sordunuz. Böyle bir yorum yazdığınızdan haberim yoktu.
Öyle anlaşılıyor ki, yorumunuz (ve belki başka yorumlar) siteyi barındıran sunucunun azizliğine uğramış.
Bazen olabiliyor. Web sitelerinin ücret ödeyerek barındığı hosting firmaları, altyapılarını artan müşterileri oranında güçlendirip, sunucu kapasitelerini artırmadıklarında -ki bu onlar için ek masraf demek oluyor- veri trafiği zaman zaman kesintiye uğruyor.
Öyle zamanlarda gönderilen mailler, yazılan yorumlar falan, siber boşlukta kaybolup gidiyor.
Bu tür durumlarla karşılaşmamak için en sağlam yol, yazılan mesaj ve yorum gibi şeyleri Notepad'e kaydedip masa üstünde bir gün bekletmek ve yayınlanmazsa bir kez daha kaydetmek.
Biz yine de bizden kaynaklanmayan bu teknik aksaklık için özür diliyor, yorumunuzu bekliyoruz.
Büdütör - 29 Mart 2011 (16:39)
Benim yorumlarım da siberuzayın karanlıklarında gaib olup gittiler. Kısmet. Diyesiydim ki: Alpaslan Türkeş'in batınındaki sahih metne ulaşmak çok zor, belki de imkânsızdır. Yakınına girebilen herkesin onca sevdiği, akıllı, sakin ve tonton bir adam. Görüşlerini isteseniz, liberal demokrat bile denebilir. Nasıl oldu da bunca sene nasyonal sosyalist sayılabilecek bir partinin başında kaldı. Ekibinin etkileri de halen devam etmekte. Bu günlerde süregiden davayı bir de bu gözle izleyin. Adına örgüt falan demeden sağda, solda, ortada, dindarlarda dalları veya kökleri olan çok çatallı bir yapı gibi düşünün.
Ahmet Faruk Yağcı - 29 Mart 2011 (19:23)
Kitaptan öğrendiğimize göre, o günlerde Dil Okulu'ndaki MHP'li tutuklulardan Taha Akyol, Agâh Oktay Güner, Namık Kemal Zeybek gibi bazı isimler, Türkeş ve diğer MHP'li tutuklulara mesafeli duruyor, hatta görüşmüyorlar.
Nedeni sorulduğunda da, "biz MHP içinde Türkeş'e terör eylemlerinden uzak durulması yönünde muhalefet eden Gün Sazak ekibindeniz" diyorlar.
Demek ki ta o zamanlarda kamuoyuna pek de yansımayan ideolojik bir yarılma var. MHP içinde bile.
Bugün bunu daha net görüyoruz. Öcalan'dan bahsederken "önder" sıfatını kullanmaktan çekinmeyen Musa Serdar Çelebi, liberal çizgi üzerinde siyaset yapan Mümtazer Türköne, Taha Akyol, Avni Özgürel gibi isimler dikkat çekiyor. Hatta Türköne, "Türkeş'i hiç sevmezdim" diye açıklama yapıyor.
Bizim en keskin "devrimci" örgütümüz DEV-SOL, onca ülkücü katil dururken, silâhlı eylemlere karşı tavır alan Gün Sazak'ı pusuya düşürüp öldürüyor. Sebep? "İntikam". Acaba neyin intikamı?
Türkeş'ten kopup "İslâmî" bir milliyetçilik çizgisinde devam eden Muhsin Yazıcıoğlu gayet kuşkulu bir kazayla ebediyen susuyor. Ne zaman? Tam da Ergenekon örgütünün foyası meydana çıkarılırken.
Bütün bunlar ne kadar enteresan!
Durmuş Düşünür - 29 Mart 2011 (23:11)
19 Aralık 2000 tarihinde, başta Bayrampaşa olmak üzere 20 cezaevinde 30'u aşkın mahkûmun bombalarla, yakılarak, kurşunlanarak öldürüldüğü "Hayata Dönüş" operasyonu ile ilgili haberleri okurken içim burkuldu.
Operasyonun ardından övgüler düzmüş köşe yazarlarını geçiyorum. Meraklısı zaten okumuştur. İlgimi çeken, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in operasyon sonrası ne dediği:
- "Cezaevlerindeki terör karargâhları temizlendi."
Ayrıca, Meclis İnsan Hakları Alt Komisyonu'nun FP'li üyesi Bekaroğlu'nun, "Devlet verdiği sözü tutmadı" iddiaları kendisine hatırlatıldığında ise;
- "Siz aldığımız sonuca bakın" demiş.
İnsan merak ediyor, bu Ecevit ile yukarıdaki "Cezaevine Başbakan olmadan önce girmeliymişim. Kapalı cezaevinde neler oluyor, neler… Ben revire bitişik bir odada kalıyordum. Sırf hasteneye gitmemek yüzünden ölenler oluyordu. İnsanlar çok ızdırap çekiyorlar" diyen Ecevit aynı kişi mi diye.
Fersan Cevriye - 14 Nisan 2011 (19:47)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.