Patronsuz Medya

Sivil Hükümdarlık Üzerine

Niccolò Machiavelli - 1532

Künye - Niccolò Machiavelli, Hükümdar (İl Principe)
9. Bölüm, Sayfa:50-53, Çeviren: Selâhattin Bağdatlı, Sosyal Yayınlar, Mayıs 1984  


Bir yurttaş cinayet işleyerek ya da başka bir şiddet kullanarak değil de yurttaşlarının yardımı ile hükümdarlığa gelirse, bu hükümdarlığa Sivil Hükümdarlık denir.

Bunun için çok değerli bir insan olmaya gerek olmadığı gibi çok şanslı olmak da gerekmez. Kurnaz olmak yeter.

Bu tür hükümdarlığa ya halkın ya da seçkinlerin yardımıyla ulaşılır. Çünkü bütün sitelerde birbirine zıt iki eğilim vardır. Halk, seçkinlerden baskı ve zulüm görmek istemez. Diğer yandan, seçkinler de halkı baskı ve zulüm altında tutmak isterler. Birbirine zıt bu iki eğilimden şu sonuçlar doğabilir: Ya hükümdarlık, ya özgürlük ya da düzensizlik.

Hükümdarlığa ya halkın ya da seçkinlerin yardımı ile ulaşılır. Bu, iki taraftan birinin yakalayacağı fırsata bağlıdır. Zenginler, halka karşı koyamayacaklarını gördükleri zaman, kendi aralarından birini hükümdar yaparak onun gölgesi altında hırslarını doyururlar. Buna karşı halk da seçkinlere karşı koyamayacağını görünce, bir kişiye sığınır, onu hükümdar yapar ve kendini korur.

Seçkinlerin yardımı ile hükümdar olanlar, halkın yardımı ile bu yere gelenlere göre daha güç durumdadırlar. Çünkü çevresindeki kişiler onu kendilerine eşitmiş gibi görürler. Bu yüzden hükümdar onlara gerektiği gibi emir veremez.

Fakat halkın yardımı ile hükümdar olanlar tek başınadırlar. Ve kendilerine boyun eğmeyecek hiç kimse yoktur ya da pek azdır. Ayrıca, seçkinleri namuslu bir biçimde ve başkalarına haksızlık etmeden memnun etmeye imkân yoktur. Oysa halkı memnun etmek mümkündür. Halk zenginlerde daha anlayışlıdır. Zenginler zulmetmek isterler. Halkın istediği sadece ezilmemektir.

Şunu da ekleyelim, halkın düşman kesilmesi hükümdarın güvenliğini bozar; halk kalabalıktır. Oysa, seçkinlerin düşmanlıklarına karşı hükümdar kendini koruyabilir. Çünkü onların sayısı çok fazla değildir.

Halkın düşman olmasından bir hükümdarın bekleyebileceği en kötü şey, halkın onu terk etmesidir. Oysa seçkinlerin düşmanlığı sadece onlar tarafından terk edilme korkusu yaratmaz. Korkulacak başka şeyler de vardır. Çünkü bunlar daha ileri görüşlü ve hilekârdırlar. Kendi güvenleri için hükümdarın aleyhine dönerler ve başka birini ararlar.

Hükümdar, her zaman aynı halkla birlikte yaşamak zorundadır. Oysa seçkinler için durum böyle değildir. Hükümdar isterse, bunları her gün değiştirebilir, yerlerinden edebilir ya da onlara yeni olanaklar sağlayabilir.

Bu konuyu daha iyi açıklamak için seçkinlere iki açıdan bakmak gerekir. Bunlar ya bütünüyle hükümdarın yanında olurlar ve ona bağlanırlar ya da bağlanmazlar. Bağlı olanları –fazla açgözlü olmamaları şartı ile- sevmek ve onlara saygı göstermek gerekir. Bağlı olmayanlara da iki türlü bakmak gerekir. Bunlar ya korkak ve gevşektirler. Sebep bu ise, bu insanlardan yararlanılabilir. Özellikle iyi düşüncede olanlar, iyi günlerde size şeref katarlar. Kötü günlerde de size pek zararları dokunmaz.

Hükümdara bağlı olmamalarının sebebi kişisel ihtiraslarından ve hesaplarından kaynaklanıyorsa, bu, hükümdardan çok kendilerini düşündüklerini gösterir. Bu durumda hükümdarın onlardan, bir düşmandan çekinir gibi çekinmesi gerekir. Çünkü bunlar kötü bir zamanda hükümdarın yıkılmasına yardımcı olurlar.

Halkın yardımı ile hükümdar olan birinin her zaman onun sevgisini korumaya çalışması gerekir. Bu kolay bir şeydir. Çünkü halk zulüm görmemekten başka bir şey istemez. Halka karşı olarak seçkinlerin yardımı ile hükümdar olanlar, her şeyden önce halkı kazanmaya çalışmalıdırlar. Halkı koruyup gözetirlerse, bu kolaylıkla gerçekleşir. Çünkü insanlar kötülük bekledikleri yerden iyilik gördükleri zaman daha fazla minnettarlık duyarlar.

Halkın sevgisini kazanmanın değişik yolları vardır. Bu konuda kesin bir kural gösterilemez, hal ve zamana göre bu yollar değişik olabilir. Ancak, şu kadarını söylemek gerekir ki, hükümdarın her zaman halkın sevgisine ihtiyacı vardır. Aksi halde kötü günlerde çaresiz kalır. (…)

Söylediklerime karşı, şu ünlü atasözü ile karşı konulmasın: "Halka dayanan, balçık üzerinde bina kurmuşa benzer." Bu söz, halktan birinin, düşmanlarından ve yüksek memurların baskısından korunmak için halka dayanması ve ondan yardım beklemesi halinde doğrudur. (…) Fakat halka dayanan kişi hükümdarsa, emretmesini biliyorsa, yürekli bir kişiyse, talihsizliklerden ve tehlikelerden çekinmeyip başkalarına cesaret verebiliyorsa, hiç bir zaman halk tarafından aldatılmayacak, tam tersine, kendisini sağlam temeller üzerinde bulacaktır.

Bu hükümdarlar sivil yönetimden mutlakiyetçiliğe doğru kaydıkları zaman tehlikeye düşerler. Çünkü bu hükümdarlar ya bizzat ya da yüksek memurları ile yönetimi sağlar. Yüksek memurlar aracılığıyla yönetimin sağlanması halinde durum daha tehlikelidir. Çünkü devlet bu insanların istek ve iradelerine bağlıdır. Ve bunlar, özellikle bir kargaşa anında hükümdarı devletinden yoksun bırakabilirler; hükümdara itaat etmek istemezler ya da halkı ona karşı kışkırtabilirler. Bu durumda hükümdar mutlak yönetimi ele geçirmekte geç kalmış olur. Çünkü halk, yüksek memurlara itaat etmeye alışmıştır, hükümdara itaat etmek istemez. Zor dönemlerde hükümdar, güvenilir insan bulmakta güçlük çeker. Barışta, ölümün uzak olduğu dönemde, herkes onun yanındadır. Fakat tehlike anında, devletin vatandaşlara ihtiyacı olduğu zaman, o kadar insan bulunmaz. Ve böyle bir deney ancak bir kez yaşanabildiği için, çok tehlikelidir.

Akıllı hükümdar, vatandaşlarını her zaman ve her durumda kendisine muhtaç bırakmalıdır. Onların sürekli olarak bağlılığını sağlayacak tek yol budur.

Yorumlar

Alıntıdaki şu paragraf özellikle dikkatimi çekti:

"Hükümdar, her zaman aynı halkla birlikte yaşamak zorundadır. Oysa seçkinler için durum böyle değildir. Hükümdar isterse, bunları her gün değiştirebilir, yerlerinden edebilir ya da onlara yeni olanaklar sağlayabilir."

Bu cümleler bana bir şeyler hatırlatıyor ama… Acaba nedir nedir?

Adil Cevaz - 3 Nisan 2013 (19:38)

Halk, hükümdar ve seçkinler…

Bu üç kategori, insanları nasıl tasnif ettiğimizi gösteriyor, bir yanda halk var, diğer yanda seçkinler, aydınlar, elitler, kaliteliler var, bir yanda da egemenler, yönetenler, hükümdarlar var.

Diğer bir sınıflandırma şekli de Marx'ın sosyal sınıflarıdır, yani burjuvazi ve proleterya olarak iki kategori tanımlanır, herkes bu iki kategoriden birine girmek zorundadır.

Halk kavramının belirsizliği, bulanıklığı, kaypaklığı düşündürücüdür, kim halktır, kim halk değildir?

Halk kavramı iki zıt anlamda kullanılıyor, hem birleştirici, homojenleştirici anlamda kullanılıyor, herkes halktır, yani kimseyi dışlamıyor, herkesi kapsıyor.

Bütün insanları aynı sepete, aynı kefeye koyuyor.

Hem de ayırıcı, farklılaştırıcı, bölücü bir anlamda kullanılıyor. Yani halk ve aydınlar, halk ve seçkinler, halk ve egemenler, halk ve zenginler, halk ve ruhbanlar, halk ve askerler, halk ve asiller, soylular, halk ve ötekiler…

Son romanında Alatlı üç kategori tanımlıyor: Beyaz Türkler, Paçozlar ve yerliler.

Burada Beyaz Türkler, halka yabancılaşan ve küsen bir kategoridir, bunlara "expat" adı da veriliyor, halk ise yerlilerdir ve her zaman kazanan onlar oluyor.

Paçozlar, magandalar, Recep İvedikler, Abuzer Kadayıflar ise halkın çürüyen, yozlaşan kesimini temsil ediyor.

Çürüme, yozlaşma, kalitesizleşme sadece bize özgü bir patoloji değil, her toplumda var, korkunç olan bu çürümenin benimsenmesi, sevimli, hoş bir şey gibi gösterilmesi.

Yıllarca Yeşilçam filimlerinde bu çürümenin nasıl sevimlileştirildiğini gördük, örneğin Hababam Sınıfı, çürümüş bir sınıfın sevimli, sempatik gösterilmesidir, ya da Kemal Sunal'ın birçok filminde çürümüş, yozlaşmış tipler kahramanlaştırılır, Recep İvedik magandasının gişe başarısı da yozlaşmış bir karakteri izlemeye olan talebin büyüklüğünü kanıtlar, bu tür filmlerin Hollywood versiyonları da az değildir.

Hükümdarlara akıl veren Machiavelli, halk denilen kitlenin homojen olmadığının, kolayca saf değiştirebileceğinin farkındaydı.

Pertev Dural - 4 Nisan 2013 (13:16)

Machiavelli bu kitabını 16. yüzyıl başlarında, aralarında didişip duran prensliklerin yönettiği İtalya'da kaleme alıyor. Herhangi bir doktrine, dine, ideolojiye -hatta metodolijiye- bağlılık hissetmeksizin, tamamen pragmatik bir anlayış güdüyor.

"Halk" derken kast ettiği, yönetici elitten olmayan herkes… Yani, hükmedilenler… Esnaf, zanaatkâr, tüccar, çiftçi, çoban, asker, kadın çoluk çocuk… Sermayeden ve kudretten yoksun olanlar.

"Seçkinler" de, her halde, servet sahipleri, ensesi kalın sanayici ve tüccarlar, aristokratlar, kilise ve toprak ağaları, yüksek memurlar, elinin altında ufak da olsa askeri gücü olan beyler paşalar…

O asırda ortada henüz "proletarya" diye adlandırılabilecek bir sınıf olmadığına göre, Machiavelli'den Marxist bir analiz bekleyemeyiz. O sadece ıskartaya çıkarılmış eski bir üst düzey yönetici (seçkin) olarak, "Büyük İtalya" birliğini kurmaya aday gördüğü Medici dükalığından görev (mevki) dileniyor.

İçinden geldiği seçkin zümrenin ciğerini de gayet iyi biliyor haliyle.

Gabriella Farinon - 4 Nisan 2013 (21:15)

Bu okuma parçası "laf olsun torba dolsun" diye alıntılanmadı; sen hâlâ anlamadın mı?

Recep Tayyip Alabora - 18 Haziran 2013 (10:46)

diYorum

 

105
Derkenar'da     Google'da   ARA