Mehmet Sağıroğlu - 14 Mart 2002
Beyaz Türk, sahte demokratlar, yazar-okur mektuplaşmaları derken kara budunun derdinden birazcık söz ediliyor. Bu platformda ben de sanki söyleyeceklerim varmış gibi hissettim. Kafamdan geçenleri belki de pek kuralına uygun olmadan döktürmeye çalıştım. Here we go. Ya bismillâh.
Önce şeyden başlayalım. Şu "genellikle tembel olan benim milletim" genel yargısından. Bu milletin tembel olduğu nasıl bilimsel bir veriymiş gibi ortaya sürülüyor anlamak mümkün değil. Herhalde bir yalan yeterince tekrarlanırsa doğru olur prensibiyle tekrarlanan yalanlardan olsa gerek bu da.
İki milyon okuma yazma bilmeyeni, köylüsü Almanyaya gitti, 30 sene önce, bugün Alman bankalarındaki 100 milyarlarından bahsediliyor ve içlerinden 100 bin girişimcinin çıktığından söz ediliyor bu tembel milletin.
Kendi üniversitelerinde yer bulamayan bu tembel milletin mensuplarının, İngiliz-Amerikan üniversitelerindeki başarılarından bahsediyorlar hep. Nedense hep yurt dışına çıktığında canavar kesiliyor bu tembel millet. Bu durum acaba bizim sınırlarımız içindekisistemden kaynaklanmasın.Yani şu dürüst ve çalışkan olanın anasından emdiğini burnundan getirip, tüm ödül mekanizmalarını düzenbaz olana, aile, akraba ve politik bağlarla yakın olana aktarmaya yönelik olan sistemden?
Almanya'da trafik kurallarına uyan, hemen hiç bir problemi olmayan gariban memet/memo, Kapıkule'den girdiği andan itibaren trafik canavarı kesiliyor. Bu size biraz garip gelmiyor mu?
Alt yapısı trafiğe uygun bir ülkede araba kullanmayı öğrendikten sonra geldiği altyapısız trafikte kim olsa trafik canavarı kesilir. Her yaz yüz binlerce Alman'ı veya İngiliz'i arabalarıyla, çoluk-çocuklarıyla Kapıkule'den sokun, TEM kara yolu Alman-İngiliz ölüsünden geçilmez. Çok şükür ki yabanci turistler arabalarıyla gelmiyorlar. Bizim memo da, sanki Allah'ın emriymiş gibi, her yaz çoluk-çocuk cümbür-cemaat Türkiye'ye geliyor. Gümrük memurundan başlıyor azar işitmeye tokat yemeye alamancı.
Git oğlum İspanya'ya, İtalya'ya. Yüzbinlerceniz her yıl Türkiye'ye döktüğü dövizi oralara döksün, bak nasıl el üstünde tutuluyorsunuz. İtalyanlar, İspanyollar sizin için çiğ köfte salonları açar yol kenarlarına, otellerine. Hem de Türkçe ilânlarla.
Bu trafik meselesi bizde hep güme giden bir konu. Güme gittiğinden değil güme götürüldüğünden. Beyaz Türk'ün kara budunu aşağılama mekanizmalarından birisi. Dövme araçlarından birisi, sopa, kırbaç.
"Aslında bu kara kıçların arabaya binmesi de suç ya, neyse. Yaya yürüsün zevzek. Köyde eşeğe biniyordu. Geldi şehire araba gördü kıçı. Ne anlar trafikten, kuraldan?"
Yollarda her yıl ölen 10 bine yakın insanın suçunu niye trafik altyapısının olmamasına, ya da15 milyonluk şehirlerin etrafına 6 şeritli highway (otoban) yapma görevini nedense unutup paraları Beyaz Türk'ün batık bankalarına pompalayan devlete bulmak aklımıza gelmiyor da, gece gündüz, arabada yatıp uyuyuyan, evini çocuğunu üç ayda bir gören, bütün varını yoğunu yatırıp satın aldığı MAN kamyonu ile birlikte yine Vanilya Türk tarafından reklamlarda "trafik canavarı' olarak sunulan Niğde'li TIRcıya yükleniyoruz. Niğdeli TIRcı özel girişimciliğin, kendi yağında kavrulmanın eşsiz bir timsalidir bana göre. Bunu entel-danteller kabul etse de bu böyledir, etmese de. Bu onun iyiliğinden, bilgisinden, tecrübesinden falan kaynaklanmaz. O öyle görmüştür. Öyle inanmıştır.
Trafik alyapısı dendiğinde belki çoğumuz konuyu kafamızda canlandıramıyoruz. Şekilsiz bir kavram gibi geliyor hepimize. Yetmiş milyon nüfusu, bilmem kaç milyon arabası trafikte olan bir ülkede, sen devlet olarak yol yapmazsan, arabalar ya birbirine toslar ya dayoldan dışarı uçar. Çünkü gidecek yeri yoktur. O 'evropa farklı azizim' özdeyişindeki frenkler gelsin de İstanbul denen trafik hengâmesinde 100 metre araba kullansın. İstanbul sürücüsüne madalya takar frenkler.
İstanbul'da yol yok anlamında bir şey söylemek istemiyorum. Ancak, New York, Chicago, Los Angeles gibi şehirlerin etraflarında TEM e benzer en az 5-6 highway kompleksini gördükten sonra, bu konudaki eksiğin ne kadar büyük olduğu kafama dank etti. TEM benzeri kara yolları, genellikle 300-400 bin nüfuslu şehirlere yetiyor. Ancak 13 milyonluk bir şehir için bu devede kulak. Ve çevremdeki tanıdığım yabancıların istisnasız hemen hepsinin araba kullanmada Türklerden daha beceriksiz olduğunu gözlemlediğim için döktürüyorum bunları.
Size, bir kaç yıl önceki bir gözlemimi anlatayım. Eminin yüzlerce benzeri her gün yaşanıyordur.
Istanbul'da, Kazasker-Üsküdar minibüsündeyim. Şu yarı otobüs gibi olanlarda. Şöför yüz metrede bir duruyor ve yolcu alıyor. Binen yolcu çoğunlukla birkaç durak sonra veya son durağa yakın bir yerde ineceğini söyleyerek parayı uzatıyor. Adam her durağı ayrı fiyat olan yol parasını hesaplayıp, üstünü veriyor ve bu sırada yolcu indirip bindirmeye devam ediyor. Arada bir de nereye nasıl gidileceğini soran müşteriler çıkıyor, onlara da yol tarif ediyor. Bilgi veriyor. Bu arada, yanında oturmuş ahbabına dün akşam nasıl muhabbet ettiklerini yetiştiriyor.
Bütün bunlar dünyanın hemen hemen en sıkışık trafiğine sahip yerlerinden birinde, İstanbul'da gerçekleşiyor. Bu adamı Amerika'da olsa, uzay mekiğine pilot yaparlar ve 10-15 bin USD maaş verirler efendi. Bu adam Türkiye'de ekmeğini zor kazanıyor ve bütün entel-danteller de ensesinde boza pişiriyor.
Dinlediği müzik suç, araba kullanma şekli suç, konuştuğu aksan suç.
Garibana yüklenirken biraz insaf sahibi olmalısınız. Ama Beyaz Türk'te insaf yoktur. Ayrıca birisinin beyaz olması için kan bakımından Türk olması da gerekmez. Etrafınızda nice çerkezler, lazlar, kürtler vs vardır. Bazıları beyaz Türkten daha kaymaktır.
Kimse "benim dedem kürttü, nenem arnavuttu, ben beyaz Türk değilim" diye bu işten kaçmaya çalışmamalı. Bu işin teşhisinde yüreğini dinlemen gerekir.
O minibüsün sübekvari oturağında akşama kadar direksiyon sallayıp akşam evine anca bir ekmek götürene gıcığın var mı yok mu? Hayatındaki bütün suçu 'şöyle kendimin diyebilecegim bir TIR ım olsun, ben gece gündüz çalışır parasını öderim" diye rüya görmek olan Niğde'li şoför mideni bulandırıyor mu? Kalbinde o heriflere sempati duyabiliyor musun başı boş sokak itlerine duyduğun sempatinin bir bölümü kadar?
Bu garibanların kurdukları evler de suç. Gecekondular. Eciş bücüş. Beyaz Türk'ün göz zevkini bozuyor. Boğazın o mavi-yeşil görüntüsünü bozuyor. Sanki o eşsiz görüntünün bedelini kanıyla ödeyen mehmed/memo değilmiş gibi, o turkuvaz güzellik beyaz kaymağa dedesinin taşağından damlamış gibi.
Kara budun da son yıllarda o harika insiyakî hareketiyle doluştu İstanbul'a. Sanki "istersem bozarim o güzelliği. Çünkü bedelini ben ödedim. Sen bin bir numarayla seferberlik yoklamalarından kaçarken veya bedelli askerlik yaparken, ben yüz binlerle, mitralyözlenerek ödedim o turkuvaz yeşilin bedelini kızıl kanımla. Şimdi de keyfim istiyor ve senin o çok hoşlandığın yeşili bozmak istiyorum; yersen" der gibi.
Aslında böyle keyfilikten ya damarazilikten doğan ve bilinçli bir doğa katliamı yok. Sadece şartların zorladığı veya savrulmaların getirdigi tahribat söz konusu. Başka şansı kalmamış köylü, kendini şehre atmak zorunda kaldı, şehrin de neresini bulursa.
Dünyadaki diğer fakir memleketlerde de var varoşlar, shanty towns, shags vs Ama bunlar bizim mehmed/memo'nunki gibi betonarme degil, evlâdiyelik değil. Tenekeden yapılmış, ne mahremiyeti, ne yaşama koşulları bulunan baraka oralardakiler. Bizde öyle değil. Adam ne kazandıysa ona yatırıyor "çoluk çocuğuma başlarını sokacak bir yer olsun" diye. Öylesine fakir, ancak çalmıyor, sahtekârlık yapmıyor, uyuşturucu yok, ahlâksızlık yok. Gecekonduda köyündeki düzene benzer bir düzen kurmaya çalışıyor. Eline geçeni çoluk çocuğuna bir gelecek kurmak için sarf ediyor. Evine mobilya alıyor, beyaz eşya alıyor, vs
Memleketteki bütün kafası çalışanların, idarecilerin, yazanların, çizenlerin, düşünenlerin, bu durumu takdirle karşılaması gerekirken, herkes ama istisnasiz herkes bizim gecekonduların iğrençliğinden ve burada yaşayanların ne kadar berbat olduğundan bahsediyor. İnsaf beyler! Mexico City'de, Rio'da, Hong Kong'da, Bangkok da, Cape Town'da varoşların en belirgin özelliği kuralsızlık, ahlâksızlık, her türlü yolsuzluk vsdir.
Shantytown'da yaşayan adamın bir tek gayesi vardır, o gece kafayı bulup yarını getirmek. Günlük yaşar o herifler. Günlük içki, uyuşturucu, vs bulundu mu o günün işi tamamdır. O insanlar evine beyaz eşya, mobilya almaz, çocuğunun okuluna para ayırmaz. Çok şükür biz daha o tiplerle tanışmadık.
Güngören'de bu durum yok. Esenler böyle değil (en azından sistem tarafından azdırılıncaya kadar böyle değildi). Güngören'deki adam gelecek nesline bir şeyler hazırlamaya çalışıyor. Eline kalemi geçiren de "benim tembel milletim' diye döktürüyor. Sadece tembel de değil, maganda, kazma, hödük, hırt vs Sen hırt görmemişsin. Toplumun %50'sinin yoksulluk sınırında yaşadığı bu ülkede, dünya bankalarının tarihlerinde olmadığı kadar aktardıkları paralar beyaz kıçları kurtarmak için kullanılıyor. Eğer insanlar hâlâ arabalarını dışarılara park edebiliyorlar veya geceleri yollara çıkabiliyorlarsa, onların hırtlıklarını zabt-ı rapt altında tutan bir şeyler var demektir.
İnin bu milletin sırtından efendiler. İnin sırtımızdan artıik. Yorulduk taşımaktan. İçimizden önemli bir kısmı da düzenin değişmeyeceğine kanaat getirdi ve ters yonde giden katarlara atladı. Sabırlı, metanetli hallerini bırakıp gündelik hay-huya kendilerini kaptırmaya başladı. "Yalvarırım memedali bey yardım edin' ucuzlukları, Beyaz Türk'ün ifsadının ürünüdür. Uzun süreli asker destekli ifsadının.
Hasıl-ı kelâm, kara budun dünyanın en horlanmış vergilenmiş, ensesinde boza pişirilmiş topluluklarından biridir. Bu belki de bir insanlık suçudur. Bu işi yapanlar sadece emperyalist güçler değil, hatta büyük çoğunlukla kendi içinde yaşayan Vanilya Türk'lerdir. Kara budunun, bu işin çok farkında ve idrakinde olduğunu sanmıyorum.
Bana kalırsa, burada sınav verenler bu işin idrakinde olup da resme farklı boya ve fırça vuranlar, devam eden bu suçun façasını değiştirip, 'bunlar böyledir, eğitimsiz, görgüsüz, kuralsız' veya 'bu hödükler bunu zaten hak ediyordu' şeklinde resmedenlerdir. Yüz yıldır iç edilen paralarla ülkenin her tarafının Oxford kampüsüne döndürülebileceğini bilmezmiş gibi. Kulluk sınavı, insanlık sınavı, onur sınavı, nasıl adlandırırsan.
Bu nasıl bi iç döküştür… Böyle dolar mı insan… Tesadüfen rastladım bu yazıya, gecenin 1 inde… Uykumu kaçırdı… Siz yazın böyle, biz okuruz.
Ahmet Eyibil - 21 Nisan 2008 (01:10)
Evet, kimileri de bu kara kalabalığın balık değil de et ızgarası yaptığını, karılarının çarşaflı olduğunu, denize donla girdiklerini ve kısa kalın bacaklı, esmer ve de kıllı olduklarını falan yazmıştı. Bu "beyaz" lar zaten ırk, renk (sosyoekonomik bakımdan) ayrımı yapanlar!
Candan Dinç - 5 Ekim 2010 (00:29)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.