Patronsuz Medya

Karılar Koğuşu

Kemal Tahir

Künye - Kemal Tahir, Karılar Koğuşu, Sayfa: 139 - 145, Bilgi Yayınevi, 1974  


- Bey ceketi neden çıkarmadın?

- Çıkarmak daha fena. Kışın nasıl adamın vücuduna elbiseden soğuk geçmezse, yazın da sıcak geçmez. Sizin orada karılar ekin biçerken sıkı giyinmezler mi?

- Sıkı giyerler. Güneş yakmaz. Sıcak başka, güneş başka.

- Güneş nedir?

- Güneş Allahın kullarına bir lütfu. Ya sıcak.

- Sıcak bir belâ beyim. Ben sıcaktan hazzetmiyorum.

Gardiyan Vahap çavuşun üzerinde, bir don bir gömlek vardı. Kuvvetli elektrik ışığının altında göğsündeki kıllar terden gümüş gibi parlıyordu.

- Hele otur Vahap çavuş. Kış geldi mi soğuktan şikâyet ederiz. İnsan oğlu böyledir.

- İlkbaharda hiç yanıp yakıldığımı Rabbim duymuş mu benim?

- Sen Banazılısın çavuş. Banazı üzüm memleketi. Bu sıcak üzümleri yetiştirecek. Gerek ki sen şikâyet etmeyesin.

- Korkuyorum üzümden evvel Vahap'ı yitirmeye. Ben öleceğim. Sıcaktan korkuma eve de gitmiyorum beyim. Bu havada karıyla yatılmaz. Karı milleti de zaten rezil.

- Onunda canı var. Haftada bir uğruyorsun.

- Ben haftada bir uğrarım. Bakalım biz, ne sebebe uğrarız. Bizim niyetimiz çamaşır değiştirmek. Koyun gibi suratıma bakar. Etimi büker. "Otur oturduğun yerde, "diye suratımı asarım. "Ocağa su koyayım mı, hamam yapar mısın?" Şu karı milleti.

- Eskiden böyle söylemezdin. "Aman tenhada yakalasam şunu." derdin.

- Eskiden başka oluyor sahi. Biz bunu kaçırdık Bey. Banazılılar iyi bilir. Dünya güzeli idi. Babası bize vermez. Sebebi: Vahap kopuktur. Çok içiyoruz. Nerde saz teli zıngırdasa, bağı bırakıp seğirtiyorum. Taşı havaya atıp başımı altına tuttuğum sıralar. Yanıyorum ben. "Bu da nasıl gâvur köyü / Beni yardan ayırdılar." diyemara vurduğum zaman Banazı cami gibi inliyor. Gayrı biz bu kızı güdüyoruz. "Tavuk güdülmez" derler. Kulak verme. Erbabı tavuğu da güder, kekliği de. Yirmi seneden fazla. Karı o zaman oniki yaşında var, yok. Kız kısmı şeytan olur beyim. Hele erkek meselesine dokuz yaşında aklı erer.

- İnanırım. Peygamberimiz, Ayşe anamızı öptüğü zaman kız yedi yaşındaymış.

- Vay canına. Desene ki bizde bu hovardalık mübarekten kalma. Tevekkeli diyorum, bu Türk milleti neden uçkur derdine müptelâdır. Ben bunu her yerde böyle gördüm beyim. Ben çok gurbet gezdim, çok adam tanıdım. Senin gibi beylere, kaymakamlara hizmet ettim. Her tarafta uçkur peşrevi. Tevekkeli.

- Sen ötekini anlat. Öteki. Kızın arkasındayım. Gördüğüm yerde "Ulan eşek." diye mahsustan çıkışıyorum. Korkuyor. Meğersem, sonra öğrendim, o da bize eşek cilvesi yaparmış. Koşmak iyi değil beyim, adam hitamında yorulur. Bu takibin sonundaki yorgunluk da tutulmak. Bir gün baktım ki el kadar çocuğa tutulmuşuz. Bir çare. Yavrum bir çare. Bizim Banazı cenabet bir yerdir. Bu Malatya'da Kürt olsun, Türk olsun, Alevî olsun, karıyı bizim köyden başka yerde hiç çalıştırmazlar. O sebeple bizim köye hariç köyler kız vermez. Suyu, havası, üzümü sağlam olduğundan bizim köylüler de durmadan karılara oğlan doğurturlar. Al sana bir belâ. Hiç böyle memleket görülmüş mü, katısı kıt bir memleket. Falancanın karısı doğuracak. Aman kız doğursa da, oğluma alıversem diyenler kıyamet gibi. Anla artık, bizde dut karı bulamazsın. Karının gözü kurumadan, birisine varıverir. Hem de dul karı ergen delikanlıya düşer de keyifle yaşar.

- Fena değil.

- Fena değil. Fena olur mu? O sebepten bizim karılar hiç kocamaz. Omidi var besbelli. Hani herif ölür de, inşallah bir körpe oğlana düşerim diyerek. İstersen gül beyim. Doğrusu bu. Derken biz yavrunun arkasındayız. Sağa büküldüm, sola büküldüm, başka çare yok. Kardeşi karısına yalvaracağız. Tabii akrabası. Gelin uzaktan bize de akraba sayılıyor. Her vakit evlerine gidiyor. Ev itine hoş hoş olmaz. Eline iki mecidiye sıkıştırdım. Gitti ağzını aradı. Koca lâfını açınca saçından sakalından başlıyormuş. Hiç iman yok. Bir kere tenhada yolunu çevirdim. "Kardeşim" diyerek bize kurt kıraatı okumaya girişti. Hiç niyetli görünmüyor." Kız, çıkar şu kardeş lâfını aradan. Töbeler töbesi. Ben senin neden kardeşin olurmuşum? Seni anam mı doğurdu?" dedimse de faydasız.

Uzatmayalım, biz ekmekten, aştan kesildik. Karı kısmı, mal gibi bir şey. Peşinde çok dolaştın mı, sonunda razı olur. Ben bunu böyle gördüm. Artık Allahsız yerlerde insansız yerlerde konuşuyoruz. Yavaş yavaş adama alıştı. "Benimle evlenir misin?" derdim de başını şu yana çevirip gülüverirdi. Bir seferinde "Allahın yazdığına ne diyelim. İki aydır ne gecem gece, ne gündüzüm gündüz. Kulağım çınlasa 'Hacı Vahap beni konuşuyor 'desem çınlama kesiliyor" demez mi? Vay senin dillerine Hacı Vahap kurban ola.

Ben de artık başladım. Atıp üfürüyorum. "Kız, ben sana eller gibi çıkrık mı eğirteceğim. Ben sana hizmet mi gördürürüm. Seni karşıma erkek gibi oturtacağım da seyrine bakacağım rezil."

İşte böyle beyim, bizim kunduramıza kum tanesi girdi. İt gibi evinin etrafını geziyorum. Nihayet anamı yolladım. "El bir verirse ben on vereceğim. Hem de kızı başkası almaya kalkarsa şart olsun öldürürüm, "dedim. Babası, kuru lâfa kulak asar bir herif değil. Seferberlik artığı, harp görmüş, eşkıyalık etmiş. Arkasını da bir parça Hacı Emir'e dayamış. Hacı Emir bizim köyün padişahıdır beyim. Kâğıtları ufak ufak kesse de üstüne mührünü bassa, "Para" diyerek Banazılı harcar gezer, tarla alıp satar. İşte bu kadar hükümlü bir herif.

Bizim peder de Balkan harbinde ölmüş. Kabilemiz çok ama tutkunluk yok. Kıza yalvarmaktan başka çare kalmadı. "Kağıt yaptır, yedireyim de gönülleriyle versinler" dedi. Otuz kırk mecidiye saydık. Şeyh Osman'a bir kâğıt yaptırdık. Dünyayı dize getiren Şeyh Osman bizim kaynata olacağı mümkünü yok, yola yatıramadı. Kız, bir tencereye yoğurt kurdu, içine iki topak yağ attı, kâğıdı da koydu. Babasına anasına yedirdi. Ayran çalkadı içirdi. Anamı bir daha yolladım. Metelik etmez. Faydasız. Gerdek gecesi dilekler kabul olur diye evlenenlere yalvardık. Ben erkeğe, kız, karıya. Dua ettiler. Allah kulak asmadı. O sıra, Hacı Emir Ağa bir katil meselesinden hapse girmez mi? Tamam. Banazı horozsuz kümese döndü. Herkes oldu bir Hacı Emir Ağa. O kıyamette kızı yallah sırtladım. Bir gecede Malatya'ya getirdim. Babası esti, gürledi. Lâkin tozdan dumandan Vahap ferman dinliyor mu? Çaresiz bir bağ verdik. O zaman para pahalı sekizyüz mecidiye, bir saat, iki inek verdik. Karının tümseğini üstümüze yıktılar.

- Aklın başına gelmiştir Vahap çavuş.

- Hem de iki taraflı geldi beyim. Bir ay sonra, "Vay eyvah. Sen ne halt ettin oğlum" demeye başladık. "Ulan bir karıya kan değerindeki bağ verilir mi? Canın cehenneme gide Şeyh Osman. Yahu sen kâğıdı bana mı yaptın, kızın babasına mı yaptın? Bu ne iş?" Beyim karı milleti bahtsız bir millet. Bizim yanıklığımız o çeşit devam etse, erkek kısmı, evden, yataktan çıkmaz. Bir ayda verem olur, geberir. Demek ki Hak taalâ, her illete bir derman halk etmiş. Sevdanın dermanı da bıkkınlık. Bir iki ay sonra biz tok eşeğe döndük. Gayrı yüreğim oynamaz oldu. Bereket askersin dediler, Pusula çıkmış emsalimize. Bizi jandarmaya ayırmışlar. Jandarmalık iyidir beyim. Adamı adam eder. Ben eskiden eşek gibiydim. Jandarmalıkta okuma belledik, kanun belledik. Bizi Zile'ye verdiler. Zile Kaymakamı beni emirber aldı. Açıkgöz diyerek. Kaymakam da senin gibi İstanbullu. Siz İstanbullular adamcıl olursunuz. Diliniz tatlıdır. Kaymakam Bey. Belki tanırsın beyim. Tam onsekiz sene evvel Zile Kaymakamı Mahmut Bey. O zaman böyle soyadı falan yoktu.

- Tanımıyorum. Ben o zaman mektepteydim.

- Öyledir, tanımazsın. O da benim sesime vurgundu. Sizin İstanbullular Anadolu havalarına müptelâ olurlar beyim. Hiç unutmam, bir gün Kaymakam beyin misafirleri geldi. İstanbul'dan, dört beş tane Hanım. Akrabaları imişler. Yemekten sonra beyler içiyor, ben hizmet ediyorum. Böyle sıcak bir gece. Tere batmışım. "Şuraya otur da, dinlen" dediler. Oturdum. Konuşup gülüşüyorlar, içiyorlar. Derken Kaymakam beni methetmeye başladı. Şöyle arslandır, şöyle kurttur. Namusludur, hırsızlık bilmez. Hele bir marifeti var. Hele bir marifeti. Baktım türkü söylememizi methedecek. Sonunda da "Haydi, al bakalım sizin havalardan Vahap" diyecek. Kaymakam Bey söylemeden, terbiye iktizası, biz başlayalım dedik. Elimi kulağıma yerleştirdim. "Yeşil kurbağalar" diye var kuvvetimle çıktım. Tabii arkalarında oturuyorum. Sesimin kuvvetine bir kere "Allah" diyerek sıçradılar. Ben kesmedim. Bağırıyorum. Karıları bir gülme tuttu. Karınları yırtılacak. Sizin İstanbul karıları beyim, haşa huzurundan, çok güler. Neden bilmem.

- Zahir oynaktırlar da gülü gülüverirler.

- Evet. Umum İstanbul karısı oynaktır. O gece onları güldürdüm. İkinci türküden sonra Kaymakam, "Artık sen git yat oğlum" dedi.

- İyi demiş.

- Hatırlı adam. Ben usulü, erkânı onun yanında öğrendim Bey. Sonunda tezkereyi alınca Banazı bana dar geldi. Şehre alışmışım. Ulan, boğulacağım. Bağ depemiyorum. Üzüm kıramıyorum. Kütükleri budayamıyorum. Karı da bir çocuk doğurmuş, öteki de karnında. Baktım olmayacak. Evi Malatya'ya taşıdım, itfaiyeye girdim. Belediye memuru olduk. Derken muhasebecinin gözüne girmeyelim mi? Köpoğlu bir kaynı var, serhoş ve de şoför. Yangın otomobilini sürüyor. Biz vurduk onunla kopukluğa. Artık eniştesine mi söyledi ne haltetti, iki sene sonra bizi itfaiye çavuşu yaptılar. Karı, bir Malatya'nın ateşini söndüren herifin karısı oldum diyerek başladı kurulmaya. Şehirde bir ev tuttuk. Oldu şehirli karısı. Şimdi köye bir türlü alışamıyor. Alışmasa da artık gönlümüz geçmiş.

- Bunlar ne demek? Yoksa niyeti bozdun mu çavuş?

- Âhır ömrümüzde Bey. Malum ya, biz şehir kaldırımı çiğnemişiz. Cilveli karıyı bir kere tattın mı.

- Ne olacak?

- Bir bağ var. Sapa yerde. "Şunu satayım da karı sen beni elinle ever" diyorum, sırtımı yumrukluyor. Dur bakalım o ne? Aşağıda bir iş oldu?

Kulak kabarttılar. Başgardiyan dik dik bağırıyordu. Vahap çavuş vazifesini hatırlamış olacak ki. Zayıf vücudunu gerdi, doğruldu. "Geldim, koyuverme." diye bağırarak kapıya atıldı.

İstanbullu bugünkü şartlar içinde, kadınların erkeklerden iki kere bedbaht olduğunu düşüne düşüne, bir cigara yaktı. Vahap'ın kaymakam beye peşinen yeşil kurbağalar şarkısını var kuvvetiyle okuyuşu gözünün önüne geldiğinde kesik kesik gülüyordu. Beş tane çocuğu vardı. Kızını geçen sene evlendirmiş. Şimdi bağı satıp kendisi de evlenecek. Alacağı kıza da, evdeki yıpranmış karıya da yazık.

Bu zavallıyı bir de evinde görmeli. Hele itfaiye çavuşu üniformasıyle. Milletin neden yılgın, korkak, kurnaz ve haysiyetsiz olduğu anlaşılıyor. "Eşşeoğlueşşek" sözüne ve tokata neden kızmadığı. Vahap çavuşun oğlu fabrikada çalışan, çok güzel ve çok aptal bir çocuk, kendisini müdafaa edecek kabiliyeti bu kadınla bu erkek arasında nasıl bulsun? Bir mucize ister. Hem de parmağından su akıtmak, ayı ikiye bölmek elvermez. Ölüyü diriltecek kudrette bir mucize.

diYorum

 

387
Derkenar'da     Google'da   ARA