Kemal Tahir - 1956
Künye - Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları, Sander Yayınları,
446 sayfa
Kâmil Bey, birkaç gündür hatırlayıp haricîyecilere sormak istediği soruyu, ağzından kaçırdı.
- Önleyemez miydi İngiltere Yunanların İzmir'e çıkmasını. O zaman uzlaşılırdı kolayca. Yeniden davranmaya, belki de kan dökülmesine meydan kalmazdı!
- Sizin bir atasözünüz var. "Akacak kan damarda durmaz" dersiniz. (Şakanın kaba kaçtığını anlayarak hemen toplandı) Ben askerim ama kan dökmekten yana değilim. İsbatı da Kutul-Amare'de size teslim olmam. Sör Tavnshend de ben de, kan dökülmemesi için kolayca teslim olduk. Yiyeceğimiz, cephanemiz boldu. Yardım da umulabilirdi. Daha doğrusunu isterseniz Halil Paşa'nın birlikleri de bizi bunaltacak güçte değildi.
Size bir gerçeği daha açıklayayım. Gizlidir ama siz bizim dostumuzsunuz! (Kâmil Bey irkilince gülümsedi) Oxford İngilizcesini bu kadar güzel konuşan bir insan İngiltere'ye düşman olamaz. İstese de olamaz! Açıklayacağım gizli şudur: Yunanistan'ın İzmir'e asker çıkarmasından önce, kan dökülmemesi için Kralımızın hükûmeti, bilhassa biz askerler, bütün tedbirleri aldık. Birinciye dövüşmesi umulan Nurettin Paşa'yı değiştirttik. Türk birliklerinin silâhlarını topladık, toplarının kamalarını söktük!
- Saldırıyı önleseydiniz, Yunanların silâhlarını alsaydınız da, işgal hiç olmasaydı.
- Dedim ya, her zaman akıl idare etmiyor memleketleri.
- Loyit Corc bu kadar akılsız mı? Akılsızsa nasıl oluyor da İngiltere gibi büyük bir memleketin başına getirilebiliyor?
- Bunu size anlatmak güç. İngiliz demokrasisinin oyunudur bu. Çoğu zaman akıllı İngilizler de, demokrasi denilen bu maskaralıktan memnun değil ama, çaresiz katlanılıyor. (Biraz daldı) Hayır! Loyit Corc'a aptal denilemez. Memleketimin yetiştirdiği ender devlet adamlarındandır, bunların da en büyüklerindendir. (Küçük bir çocuğu avutur gibi sesini yumuşattı) Düzelecek hepsi.
Göreceksiniz en umulmaz sırada düzelecek. Elverir ki bizler, yâni siz, biz, hepimiz, tarihin yüklediği ödevleri duraklamadan yerine getirelim! (Köşedekilere bakıp sesini biraz alçalttı) İlgilendiniz mi 'İngiliz Dostları Derneği'yle?
- İngiliz Dostları Derneği mi? (Enişte Beyden böyle bir şey duyduğunu hatırladı. Galiba Enişte Bey de kurucularından olmalıydı) Yok hayır! Kim kurmuş? Nerede?
- Burada. Türkler kurdu. Başında büyük din adamlarınızdan biri var: Sait Molla. Din bilginlerinizin büyüklerinden.
- İngilizler de kurdular mı bunun karşılığını? Onun başına din bilginlerinizin büyüklerinden biri geçti mi?
- Lâtife etmek istediniz ama yarısı gerçektir söylediklerinizin. İngiltere'de böyle bir dernek kurulmadı henüz. Buna karşılık buradaki derneğin güçlenip gelişmesi için memleketimizin ünlü rahiplerinden biri çalışıyor. Adı: Fruw'dur. Bu adı aklınızda tutun! Sık sık duyacağınıza eminim! Hattâ ilgilenirseniz tanışmanız bile mümkündür.
- Çok mu bizdeki İngiliz dostları. Ne kadar?
- Geçen ay derneğe kaydolanlar elli bini aşmıştı. O zamandan bu yana belki de altmış bini bulmuştur.
- Altmış bin. Ben başka türlü sanmıştım. Yalnız aydınlar arasında. Altmış bin sayısında biraz abartma olmasın! Ben İngiltere adasının haritada yerini bilen bu kadar vatandaşımız bulunduğunu sanmıyorum.
- Aydınlardan çok halka gitmeyi uygun gördüler.
- Nasıl anlatabiliyorlar halka bu işi? Zorluk çekmiyorlar mı?
- Hayır! Dernek üyelerine kimlik kartı bastırdılar. Sağında Osmanlı Sancağı, solunda İngiliz Bayrağı var. Aralarına tasdikli fotografı koyuluyor üyelerin. Bir çeşit lesapase. İşgal polisinden kolaylık görüyorlar. Anladınız mı?
- Hayır!
- Esnafın, gezgin satıcıların, hele geceleyin şurada burada gezenlerin. lâf aramızda, Türk polisiyle çatışmaktan çekinenlerin işine geliyor. (Kâmil Bey suratını asmıştı. İngiliz subayı, gene içini çekti) Karışık zamanların yolları da karışık olur. Bunu yadırgamamalı.
- Böyle bir dernekle nasıl bir ilgi kurabilmemi düşündünüz?
- Hiç. Aklıma geldi öyle. Haberiniz oldu mu, üstünde durdunuz mu öğrenmek istedim. Savaş yüzünden iktisadi durumunuzun bozulduğunu söylemişlerdi. Bir yardımımız dokunabilir mi diye araştırdık!
Kâmil Bey, Halanım ailesinin Nermin'i de alarak kendisini niçin İngilizle yalnız bıraktıklarını artık iyice anlamıştı. Kızacağına, ürkeceğine rahatlayıverdi. Gülümseyerek eni konu dostça sordu:
- Bulabildiniz mi bir çıkarını bâri?
- Her şeyin bir çıkarı bulunur hele İngiltere İmparatorluğu bunu isterse.
- Kişilerle de ayrı ayrı uğraşacak zaman bulabileceğine emin misiniz? Hem de dünkü düşman memleketlerden birinin vatandaşıyla.
- İngiliz kültürüyle yetiştiniz. İmparatorluk, kültürünü taşıyan herhangi bir kimseyi, sizin gibi soylu bir aileden gelmese bile, gücü yettiğince korumaya çalışır. Büyük Britanya. İşgalimiz altındaki yerlerde topraklarınız, değerli hisseleriniz var. Eğer anlaşabilirsek sadece biz size yardım etmiş olmayacağız, siz de bize büyük yardımlarda bulunacaksınız!
Kâmil Bey bu söze gerçekten şaştı. Şaşması "Böyle bir yardımı dokunabilir mi?" sorusundan geldiği kadar, böyle bir şey söz konusu değilse karşısındakinin kendisini, boş lâflarla aldatacak kadar alık gördüğündendi.
Sör Henri Dikson viski bardağını aldı, sözü değiştiriyor, daha doğrusu çok değersiz bir şeyden lâf ediyormuş gibi sordu:
- Şirketi Hayriye'nin hisse senetleri var mı sizde?
- Şirketi Hayriyenin mi? Hayır. Sanmıyorum! Neden sordunuz?
- Aramızda kalmak şartıyle, söylüyorum. Boğaziçi vapur kumpanyasını Fransız dostlarımız ele geçirmek istiyorlar. Oysa İngiltere bunu uygun görmüyor. Böyle senetleriniz varsa gerçek değerinden çok üstünde satın alabiliriz.
- Hayır! Ben de yok! Aklımda yanlış kalmadıysa, bu şirketin hisse senetleri Türkler'den başkasına satılamaz. Tüzüğü böyledir.
- Tüzükler değişir. Değişmeseler de, hiç bozulmadıkları halde, yasakladıkları şeyler kolayca yapılabilir. Kanuna göre yüzde yüz Türk olduğu halde, aslında Türk-Fransız olanlar hiç mi yok?
(Sayfa:48-51)
Bilmem hiç başınıza geldi mi? Yaşamaktan usanıverdim bir gün apansız. Neden mi? Uygun bir sırada, nedenlerden bir kaçını söylerim. Saçma bulacaksınız. Evet saçmadır! Ama bilirsiniz, bazı dönemlerde, insana en saçma şey en ciddi olaydan daha dramatik gelir. Kendimi öldürmeyi düşündüm bütün ciddiliğiyle. Şakası yok elde tabanca ölümün yanına gittim geldim iki defa.
Hani çar subayları sarhoşken bir oyun oynarlarmış. Beş mermi atan bir toplu tabancaya bir mermi koyarlar, topu avuçlarına sürerek bir zaman çevirirler, sonra namluyu şakaklarına dayayıp tetiği çekerlermiş. Bir garip ölüm oyunu. Beşte dört boş. Biri dolu. Ölümle beşte bir alay. İki defa yaptım bunu. İkisinde de boş çıktı.
- Yok canım, inanılır şey değil!
- Evet, şimdi ben de "Budalalık" diyorum. Ama yaptım. Sonra herhangi bir ad altında sömürge alaylarına yazılıp kaybolmayı tasarladım. Bunun için Cezayir'e kadar da gittim. Hoş gelmedi bana havası. Batının ipten kazıktan kurtulmuş sefilleri, pis herifler. İnsan kendisini alçaltmak istese bile, katlanamaz bu kadarına.
Bir gün sokakta bir dervişe rastladım. Dileniyordu. Bir den bu dilenmenin çok başka bir şey olduğunu sezdim. Sadaka bekleyerek duruşu verildikten sonra elini göğsüne götürerek selâmlayışı, şaşılacak kadar gururluydu. Sadakanızı kabul ederken, şâhâne bir bağışta bulunarak, ihya ediyordu sizi sanki.
O zaman tarikatlar üzerinde bildiklerimi hatırlamaya çalıştım. Kendimi öldürmeye karar verdiğim sıralar, bizde, dünyayı boşlayan papaz tarikatları, ıssız dağ başlarına sığınmış tenha manastırlar bulunmadığına esef etmiştim. Tekkelerimiz nasıl olup da aklıma gelmemişti. Gördüğüm tekkeleri tanıştığım dervişleri geçirdim gözümün önünden. İlk vapura atladım. Hiç bir yolculukta varacağım yere hemen ulaşmayı bu kadar hırsla istememişimdir. Gerçek kurtuluşu bulmuşum gibi heyecanlıydım. Yanılmadığımı da buraya gelir gelmez anladım.
- Sahi mi? Aradığınız rahatlığı buldunuz mu kolayca.
- Hiç bir şeyin sahicisi rahatça bulunmuyor. İlk günlerde bocaladım. Hattâ tökezledim. Geçende dediğim gibi, derviş kılığında çıkmayı göze alamıyordum. "Tanıdıklara rastlarsam" diye ödüm kopuyordu. İlk zorluk seçmekten çıktı?
- Neyi?
- Gireceğim tarikatı.
- O kadar çok mudur?
- Bizde tarikatlar 100'e yakındır, bunların ayrıca yüzü aşkın şubeleri vardır. Yalnız bizde böyle değil bu. Hıristiyanlıkta, Musevîlikte yetmişbeşe yakındır tarikatlar. Bunları, gireceğim yolu seçmeye çabalarken okudum biraz. Şunu gördüm, Araplar meshep kurucusudurlar. Biz Türkler, tarikat kurucusuyuz. Arap mezhepleri sufiliğe, Türk tarikatları tasavvufa dayanır. Tasavvufa göre dünyada her şeyden önce güzellik vardı. İbadet bu güzelliğe tutkunluktur. Bu sebeple Türk'ün bağlanacağı inanç, Allah korkusundan değil, Allah sevgisinden gelir.
Okudukça tasavvufun yalnız Türk'e mahsus bir yol olduğunu anladım. Türk illerinde doğmuş, Anadolu'da gelişmiştir. Türk tasavvufu Şamanlıkla İslâmlığın karışımıdır. Buna biraz da yeni Platonculuk katılmış Roma Anadolusundan kalıntı. Daha doğrusu Stoisizim. Anadolu'ya Şeyh Ahmet Yesevî adına halifeleri yaymıştır tasavvufu.
Bunların hepsi dünyadan el çeken basit köylülerdir, bence. Pir Dede, Keyifli Baba, Horoz Dede, Aptal Musa, Avşar Dede, Akyazılı Baba, Kudümlü Baba Sultan, Sarı Saltık. Bunlar köylü halkı etkilemişler, Anadolu'nun islâmlaşmasını, bir anlamda Türkleşmesini sağlamışlardır. Anadolu bu tohuma o kadar uymuş ki, Yunus Emre gibi kocaman bir dâhi san'atçı yetiştirmiş.
- Aradığınız rahatlığı.
- Buldum evet. (Kederle gülümsedi) Dünyada insanoğlu ne kadar rahatlayabilirse. Çünkü kendimizi acılara gene kendimiz sürüyoruz! Akıl her zaman doğru çalışmıyor, çeşitli hırslar isteklerde yanılmaları kolaylaştırıyor. En kötüsü kendi kendimizle çoğu zaman çelişmeli yaşadığımız halde, başka bir insanla birlik kurmaya, duygularımızı biribiriyle hiç ayrıntısız eleştirmeye çabalıyoruz!
(Duvardaki levhalardan birine bir zaman baktı. Daha acı gülümsedi) Aslında gerçekten rahatlamaz, avunur ademoğlu. Belki de avunmamız bize kendi sanımızdır. En iyi avuntu da, dünyadan vazgeçtiğimize, hırsları zincirlediğimize kendimizi inandırmak. Yalan da olsa, inandırmak.
(Sayfa:77-79)
Bana göre, bu topraklardan yetişmiş, içinden geldiği toplumu iyi tanıyan ve en saf haliyle anlatan bir yazardır Kemal Tahir. Ülkesindeki en büyük tarihsel kırılma anını bire bir yaşamış, mizahi yanı da olan bir Maksim Gorki'dir bence o…
Zorba yönetimler ve menfaat çevrelerine rağmen yaşamaya çalışan halkın gerçeklerini en acıtıcı bir şekilde göstermiştir. Foyaları kazıyıp, bir ara kendisinin de kandığı sahtelikleri ortaya çıkarınca, sanatı kendi ideolojilerinin uzantısı sananlarca hep yok sayılmaya çalışılmıştır.
Kemal Tahir, çok basit diyaloglarda koca koca gerçekleri ve perde arkasını deşifre edebilir. Onda hem yakın tarihin saklanan gerçeklerini hem de kendinizi bulursunuz. Aynı sayfada hem gülebilir hem kızabilir hem de şaşırabilirsiniz.
Bir kötü yanı vardır, eğer bir kitabını tesadüfen okumuşsanız, zehiri hemen kanınıza bulaşır ve hevesle bir başka kitabını aramaya başlarsınız. Ondan korunmanın en sağlam yolu, cep telefonu mesajı veya e-mail dışında hiç bir şey okumamaktır. Doktor tavsiyesi…
Ali Sedat Çetinkoz - 22 Ocak 2008 (01:15)
Evet ben de Kemal Tahir'in beş altı kitabını okudum (Esir şehir üçlemesi, Körduman, Sağırdere, Devlet Ana). Fikirlerinin bir çoğuna katılmamakla birlikte, yüzde yüz sağlam bir yazar ve özellikle kusursuz bir romancı olmasını kabul ediyorum. Şimdilik onun kitaplarından kendimi kurtardım diyelim. Başka yazarları okuyorum şu an. Ama en kısa zamanda diğer Kemal Tahir kitaplarını okuma isteğim geçerli içimde. Virüs kanda dolaşıyor hâlâ.
Benim çok merak ettiğim bir soru var kafamda hâlâ cevabını bulabilmiş değilim. Bu konuda bilgisi olan varsa cevap yazarsa makbule geçer. Nasıl oluyor da, ağırlıklı olarak şehir hayatında yaşamış bir insan, köylü yaşamını en ince detaylarına kadar biliyor. Bu muazzam bilgi ve gerçeklik nasıl kazanılıyor?
Metin Baykara - 13 Ocak 2013 (22:54)
Sayın Metin Baykara, Kemal Tahir 1938'den 1950'ye kadar 12 yıl Çankırı, Çorum, Kırşehir ve Malatya'da hapis yattı. Bu hikâyeleri koğuş arkadaşlarından dinlediği söylenir. Tabii herkes dinler ama başkalarının hikâyelerini onun kadar canlı anlatanı biraz zor çıkar. Neredeyse 'oradaydım 'dedirtir okuyana…
Ali Sedat Çetinkoz - 14 Ocak 2013 (10:27)
Cevap için teşekkürler. Cezaevi hayatının olduğunu biliyordum. Ama yine de bu yeteneğin sadece hapishanede dinlenilen hikâyeler sayesinde kazanılacağına tam olarak inandığımı söyleyemiyorum. Daha fazla ince bir çabanın söz konusu olduğuna inanıyorum. Ne olursa olsun, düşünceleri fikriyatı bir yana edebi bakımdan Kemal Tahir üstadın önünde ceketimin düğmelerini hürmetle ilikliyorum.
Metin Baykara - 14 Ocak 2013 (21:34)
Kemal Tahir'in cezaevinde geçen yılları, onun taşra insanını tanımasında ve romancı kişiliğinin oluşmasında büyük rol oynamıştır. Romanlarındaki Anadolu köylüsü, "toplumcu" romanlardaki idealize edilmiş, cilalanmış "halk bilgesi" değil, menfaati için dokuz takla atan, gerektiğinde karısını bile pazarlayabilecek kadar düşmüş bir insan tipidir.
Kemal Tahir'in roman kişileri biraz Tarantino sinemasını hatırlatır; ilâç niyetine dahi olsa dürüst bir köylüye rastlayamazsın; alayı fetbazdır.
Gavat Abuzer - 3 Şubat 2013 (01:14)
Türk köylüsünü fetbaz, üçkağıtçı, ahlâksız gösteren düşünceye karşıyım. Bu düşünce gerçekle yakından uzaktan alâkası yoktur. Benim gördüğüm şu; Türk köylüsü, saftır, hayın değildir, bazıları yokluk yüzünden hayınlaşmak zorunda bırakılmıştır, Türk köylüsü merhametlidir, insandır, adamdır, merttir. Çalışkandır, ekmeğini taştan çıkarır. Kanaatkardır. Onu kanaatkârsız ve açgözlü yapan da şehirlilerdir. Televizyonda şehir hayatını özendirenlerdir. Asıl suçlular onlardır.
Kemal Tahir'in gerçeği aşan derecede köylüyü bazı romanlarında düşük göstermesi esef edilecek durumdur.
Metin Baykara - 3 Ağustos 2013 (14:08)
Amann diyeyim ağam, sen amanı bilir misin? Nedir o seçim konuşması gibi lâkırdılar:
"Türk köylüsü merhametlidiiir! Türk köylüsü insandıır, adamdıır, merttiiir."
Hani, var ya birader, desen ki, "bu Kemal Tahir de hep görmek istemediğimiz, kilimin hasırın altına süpürdüğümüz tozu gübürü bulup bulup gözümüze sokmuş, bize ne mal olduğumuzu göstermiş"; derim ki, eyvallah, insan kendisiyle ilgili uygunsuz gerçeği zaten zor hazmeder, ne kadar kızsan, diş bilesen haklısın…
Ama sen diyorsun ki, "bizim köylerden katiyen orospu pezevenk puşt çıkmaz; alayı silme evliyadır…"
Tamam birader, kızma… İnandık… Kemal Tahir zaten Belçika köylüsünü anlatmış, sen niye gocundun ki bu kadar?
Köyün Kamburu - 4 Ağustos 2013 (01:33)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.