Patronsuz Medya

Senin Aydınlanman faşizmdir İlhan Selçuk!

Hasan Cemal - 2005

Künye - Hasan Cemal, Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim, Doğan Kitap, 2005, sayfa 503-507  


İlhan Selçuk'un en sevdiği yazı konularından biri de 'döneklik 'üzerineydi.

"'İlhan Selçuk' kafası nedir?" sorusunu sergileyenleri kendince yıldırmak için öteden beri bu temaya sarılırdı. Bu yazılarıyla onun hakkında benim gibi düşünenleri kızdırdığına inandığı bu yazılarını arada bir tekrarlamayı ihmal etmezdi.

Dönek! Ben dönek miyim?

Bu soru, bundan otuzaltı yıl öncesini anlatan ve Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım adını taşıyan kitabımın bir yerinde geçer:

Dönek ne demek? Çok partili rejimi, demokrasiyi yıkıp yerine tek parti diktasını geçirme fikrinden dönmek mi? Dönek ne demek? Çoğulcu demokrasi yerine "işçi sınıfı" adına totaliter bir ideolojinin diktasını savunma fikrtinden vazgeçmek mi? Dönek ne demek? Her şeyin, malların da, hizmetlerin de, fikirlerin de, ideolojilerin de serbestçe yarışabildiği, rekabetçi bir ekonomik ve siyasal düzen yerine, torna tezgâhından çıkmışçasına her şeyin tek tip olduğu, birbirine benzediği otoriter bir kışla düzeni anlayışından vazgeçmek mi? Dönek ne demek? Askerin süngüsüyle kendine iktidar yolu açmaya heveslenip, bu kafaya devrimcilik, devrimci demokratlık vehmetmekten vazgeçmek mi? Döneklik bütün bunlardan vazgeçmekse, ne denir, evet ben de döneğim!

Kitabımda böyle demiştim.

Evet öyle, ben döneğim. Demokrasiye döndüm!

Ya siz?

Bugün hâlâ askerle iş tutanlar, askeri darbeye kışkırtanlar…

Ya siz?

Bugün hâlâ seçim sandığına inanmayanlar, demokrasiyi karşı devrim olarak görenler…

Ya siz?

Bugün hâlâ Türkiye'yi Avrupa'dan kopartmak için, Orta Asyalara sürüklemek için, "Kızıl Elma Koalisyonları" ya da"Milli Demokratik Devrim Cepheleri" oluşturup hâlâ darbe peşinde koşanlar…

Ya siz?

Bugün hâlâ 1960'ların, 1970'lerin komünizm tacirleri gibi irtica bezirgânlığına soyunup askeri kışkışlayanalar, askeri kışlasında rahat bırakmayanalar…

Ya siz?

Bu yaşta hâlâ cuntalaşma peşinde olanlar…

Ya siz?

Bu yaşta hâlâ "Elinizi çabuk tutun!" diye askere çağrı yapanlar.

Ya siz?

Bu yaşta hâlâ -kaçıncı yenilgiye rağmen- askerle aynı fotograf karesinin içine girebilmek, askerle birlikte gözükebilmek için Ankara yollarına düşünler…

Ya siz?

Bu yaşta hâlâ bir zamanlar Deniz Gezmiş'leri darağacına götüren yollarda yürüyenler…

Ya siz?

Hâlâ postal kokusu sevenler…

Ne duruyorsunuz hâlâ? Siz hâlâ değişmediğinize göre, davadan dönmediğinize göre, bin yıldır aynı yolun yolcusu olduğunuza göre, ne düşündüğünüzü ne yapmak istediğinizi açıkça söyleyin.

Takiye yapmayın!

Dürüst davranın. Artık demokrasi var. Fikir suç olmaktan çıktı Avrupa yolunda. Sizler de gidin meydanlarda konuşun, gazetelerdeki köşelerinizde açıkça yazın.

Hadi bakalım.

"Seçim sandığı yaramaz bu ülkeye, zira karşı devrim çıkıyor, irtica çıkıyor seçim sandığından" deyin açık açık. Askerle darbeyi sözcük oyunları yapmadan yüksek sesle, bağıra bağıra savunun. Dilinizi dolandırmadan Avrupa Birliği'ne karşı olduğunuzu da haykırın.

Hadi ne duruyorsunuz?

Niye daha çok kapalı kapılar arkasında tezgâh peşindesiniz? Kuytuluklarda kuruyorsunuz hayallerinizi?

Çıkın açığa! Takiye yapmayın!

Bu kafadan kurtulun!

Ne mi o kafa? İlhan Selçuk kafası!

Örneğin, Trabzon'da bir güruh, bildiri dağıtmak isteyen gençlerin üstüne yürüyecek, saldıracak, dövecek, yere düşenlerin kafasını tekmeleyecek kadar kendinden geçecek. Sen kalkıp bu linç girişimini, "Halkın koyduğu millî tepki" diye arka çıkacaksın.

Örneğin, Isparta'da devletin bir kaymakamı, Orhan Pamuk kitaplarının imha edilmesi için resmî talimat yayımlayacak. Sen kalkıp Nazi dönemini çağrıştıran bu rezillik konusunda "Milli hassasiyet" ten dem vuracak, sessiz kalabileceksin.

Örneğin, Mersin'deki bayrak yakma girişimini protesto eylemleri yer yer ırkçılığa varan tehdit ve saldırılara dönüşecek. Sen kalkıp bu saldırganlığı, "Halkın kendiliğinden eylemleri" ve "yükselen yurtseverlik" eyilimleri diye yorumlayacaksın. "Vatandaş, ABD ve AB'nin dayatmalarına karşı bayrağına sarılıyor" diyebileceksin.

Ama yutturamazsın!

Sen kalkıp "dincilik" tehlikesinden dem vurarak, her zamanki gibi üstü örtülü biçimde demokrasi düşmanlığı yapacaksın. Dincilik diyerek, her zamanki gibi dinle ilgili neredeyde her şeyi "lâiklik düşmanlığı" olarak yorumlayacaksın. "Lâiklik elden gidiyor!" yaveleriyle her zamanki gibi asker kışkırtıcılığı yapacaksın demokrasiye karşı.

Ama yutturamazsın!

Sen kalkıp "etnikçilik" diyerek insan hakları konusunu es geçeceksin; Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt kökenli vatandaşlarının, Kürtlerin kimliklerine, kültürel haklarına gözünü kapatacaksın.

Sen kalkıp "etnikçilik" diyerek, ırkçı tehdit ve saldırıları "ulusalcılığın yükselişi" diye niteleyip demokrasiye karşı ince ince askeri kışkırttığını sanacaksın.

Ama yutturamazsın!

Kışlaya dönüp bakma alışkanlığın genlerine işlemiş. İlle askerle iş tutacaksın. Halka, halkın oyuna ve tercihlerine güvenmiyorsun çünkü… Ufkun bu kadar!

Dincilik diyeceksin. Etnikçilik diyeceksin. Türkiyeyi yeniden çatışma ve gerginlik ortamına sürüklemeyi amaçlayan ırkçı-milliyetçi saldırı ve tehditleri görmezlikten geleceksin, hatta bu çevreleri mazur göstereceksin.

Senin tek bir derdin var: Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunu kesmek! Çünkü Avrupa yolu demek, demokrasi demek! Sen bunu istemiyorsun. Bunu istemediğin için de askeri kışkırtıyorsun!

Ama yutturamazsın!

Türkiye'nin Avrupa yolunu kemek için ne zamandır her türlü tezgâhın içinde olacaksın. "Kızıl Elma Koalisyonları" na soyunacaksın. "Soğuk savaş" yıllarının "düşman kardeşleri" ni şimdi demokrasi karşıtı, Avrupa Birliği karşıtı olan bu cephenin içinde birleştirmeye çalışacaksın.

1960'ların, 1970'lerin Türkiye'yi cephelere bölme siyasetinin bu topraklarda ne büyük acılara yol açtığı, insanlarımıza ne kadar kan ve göz yaşı döktürdüğü ve bu ülkeye neler kaybettirdiği daha belleklerde tazeyken, sen hâlâ neyin peşindesin?

Ne yaparsan yap, yutturamazsın.

Senin derdin demokrasiyle. Senin derdin Avrupayla. Yoksa dinciliğe de, etnikçiliğe de demokrasi içinde çare var. Asıl demokrasi dışı yollardır, bölücülük ve irtica akımlarını azdıracak olan, demokrasi değil.

Ama bunu senin anlaman güç.

Senin Aydınlanmacı kafan demokratik değil, totaliter kafadır! Siyaseti dinleştiren kafadır! Senin kafan yıllar geçtikçe siyah beyazlaştı! Başka renkler uçup gitti senin kafandan. Senin Aydınlanmacı kafan, yalnızca aklı yücelterek eleştirel düşünceye kapanan, dogmalara açık hale gelen kafadır. Senin Aydınlanmacı kafan demokrasiye değil, Stalinizme açıktır. Nazizme açıktır. Senin Aydınlanmacı kafan "aklın cinayetleri" ne açıktır. Stalin'in Gulag'larına, Hitler'in toplama kamplarına, Pol Pot'un ölüm tarlalarına açıktır. Saddam cılık ya daBaas çılığa açıktır.

Diline pelesenk ettiğin o senin Aydınlanmacılığın demokrasiye götürmez insanı. Senin Aydınlanmacı kafan, asıl Aydınlanma fikrini çarpıtan kafadır. Akılla mutlak gerçeğe ulaşılacağını sanaların kafasıdır. Bu kafadır, Aydınlanmayı yolundan saptıran, aklın cinayetlerine yol açan.

Oysa Aydınlanmanın asıl özünde yatan akıl, araştıran, sorgulayan, eleştiren, insan beynini sloganlara tutsak etmeyen klişelere esir düşmeyen akıldır. Kendi başına fikir üretmeye çalışan akıldır. Kendisine verilmek istenenle yetinemeyen akıldır. Sürekli sorgulayan, kuşku besleyen akıldır.

Ama artık senin bunları anlaman, gerçek Aydınlanma'nın ne olduğunu öğrenmen, eleştirel düşünceye akıl erdirmen, kavraman, bu saatten sonra çok güçtür.

Senin işin artık demokratlarla değil, "Türk Miloşeviçleri" yle…

Senin Aydınlanman faşizmidir!

Senin Kemalizmin faşizmdir!

Senin milliyetçiliğin faşizmdir!

Evet öyle, İlhan Selçuk…

Yorumlar

Yıllardır takipçiniz oldum. Demokrasi ve doğruluktan yana olan tutumunuzu takdirle karşılıyorum. Birçok "aydının!" yaptığı takiyeyi siz gerçeği yaşayarak gösterdiniz. Bu sağ duyulu yaklaşımlarızla özde cumhuriyetçi olduğunuzu gösterdiniz. Sonsuz teşekkürler

Arif - 9 Mayıs 2007

Yazılarınızla ülkemiz insanlarının aydınlamasına yaptığınız katkılar için teşekkür ederim.

Habib Malhatun - 17 Eylül 2007 (19:49)

Demokrasi tarihimizin bu sancılı geçiş dönemini müthiş bir tespitle ifade etmişsiniz. Muhteşem yazınızı ancak okuyabildim, Türk demokrasisi doğum yapmıştır, ve bu çocuk "hak ve özgürlükler" annesinin sütüyle beslenmektedir. İşte sizin işaret ettiğiniz kafalar ne pahasına olursa olsun, bu sütü kesmeye ve küçüğü sağlıksız bırakmaya hatta yok etmeye çalışmaktıdır. Ancak, yok etmeye çalışanlar kadar, sahip çıkmaya çalışanların varlığı demokrasinin sağlıklı yaşamı açısından umut vericidir. Saygılarımla…

İhsan Doğan - 21 Eylül 2007 (17:50)

Uzun zamandır kendini Solcu, Sosyalist, Devrimci vs diye tanımlayan insanların nasıl olup bir faşiste dönüştüklerini düşünüp duruyorum. Bu insanların bir kısmı kendini halen Solcu olarak tanımlıyor. Faşizm ile Sol (özellikle Sosyalist Sol ile) arasındaki çizgi bu kadar kalın, idiolojik farklılık düşmanlık oluşturacak kadar belirginken, aradaki çizgi bazı insanlar için nasıl bu kadar inceliveriyor ve bir taraftan diğer tarafa sıçrayıveriyorlar?

Solcu geçinen ve bilinen adamların birdenbire hidayete erip milliyetçi (Şoven-yani Faşizan) kesildiklerini ve "Vatan tehlikede, memleket kuşatılıyor, AB ve ADB ülkeyi sinsice planlarla bölüyor, İşbirlikçiler-Hainler Memalik-i Osmaniyi emperyalistlere satıyor, ikinci bir Sevr'e izin vermeyeceğiz, Sancak-ı Şerif çıkarma ve küffara karşı cenk eyleme vaktidir, çekeriz kılıçları mahvederiz düşmanları, daha fazla demokrasi istemezük, yaşasın İttihat-Terakki" mealinde martavallar üfürdüklerine tanık oluyoruz.

Bir süredir bu konudaki düşüncelerimi yazıp, toparlamaya çalışıyorum. Özet olarak vardığım sonuç şu: Bu adamlar baştan beri Faşisttiler ama Solcuymuş gibi yaptılar (Cumhuriyet elitine başka türlü davranmak yakışmazdı zaten. Yoksa kim eğitecek ve batılılaştıracak bu cahil kalabalığı). Hiç bir zaman halkı sevmediler, saygı duymadılar. Ne zamanki halk "de hasssettirin oradan, nedir bu 80 senedir bizi aşagılayıp durduğunuz" dedi, adamlar ait oldukları safa geçti.

Kamuran Kızlak - 25 Eylül 2007 (18:22)

Okuduğum yazılarınızda gerçek bir demokrasi yanlısı olduğunuzu görüyorum ve sizi sonuna kadar destekliyorum halkı aydınlattığınız için size teşekkür ediyor ve başarılarınızın devam etmesini diliyorum.

Cemal Aksoy - 13 Ekim 2007 (13:13)

Lenin'in heykellerini en son 1976 da görmüştüm. Marks'ın, Engels'in… Ve hatta Stalin'in. Yıllar sonra tekrar gittim eski" doğu bloku" na. Sokak adları değişmişti, heykellerin yerinde yeller esiyordu. 71 yıllık ütopik rüya -özde bürokratik oligarşi, sözde sosyalist rüya- bitmişti. Ülkemde 80 yıl sürdü saltanat despotluğunun oligarşik despotlukla "takas" edilmiş rejimi. Sözde sol, sözde milliyetçi, sözde laik… Ve de" sözde" falan olmayan apaçık gericilik elele gençliği öğüttüler yıllarca. Aynen dinde olan taktikler ve savlar laikçilik oynaynlarca da benimsenmiş, ortadaydı. "Çocuk mazbut ama alem… Şt". Ve halk kayıp yıllarda suyu sıkılmış bir yaşama mahkümdu ülkemde. Düzen şairleri; "sen öl ki o yaşasın" diye canımızı üç otuz paraya harcayıveriyordu edebi olarak. Atatürkçü rektör sallıyordu; "gerekirse 150 bin şehit daha verir, Yunanistanı 24 saatte alırız". Canımızı al, paramızı al, emeğimizi al, dünümüzü-günümüzü-yarınımızı al… Ve de "Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?" Bilmem? Ama, seni sevdim be Hasan Cemal. Riyadan uzak, mert, yalın, komplekssiz bir aydın olduğunu hissettiğim için belki de.

Taylan Demirkol - 26 Kasım 2007 (19:26)

Fevkaladeninde fevkinde. Böyle bir yazıya yazılabilecek bir şey bulamıyorum. Saygılarımla ellerinizden öperim.

Hayrettin Erdogan - 26 Mart 2008 (11:34)

diYorum

 

269
Derkenar'da     Google'da   ARA