Patronsuz Medya

'Hızlı Gazeteci' DUR!

Önünde halkın yarattığı değerler var!

Handan Göksu - Yeni Çözüm, Eylül 1988  


Bir sanat eserinin üzerini yavaş yavaş kazıyıp derinliklerine indiğimiz zaman eser sahibinin kişiliğini yakalamamız mümkündür.

Simgesel gücüyle içeriğini doldurduğu olayları çarpıcı bir ifadeyle anlatma gücüne sahip olan karikatür, bu gücü olumlu ya ya da olumsuza kullanmada çizerinin kafa yapısına göre kendine bir yön bulur. İnsandan, gelişmeden, yani gerçekten yana olan üretken bir beyin; yaşamını bu amaca uygun fedakârlıkların odağına yerleştirenlerin mücadelesini kavrayabilir, kavratabilir.Böylece sanatsal gücünü toplumsal gelişmenin dinamikleriyle bütünleştirip sanatta toplumcu gerçekçiliğin önünü açarak "gerçeğin yürümesini" sağlayabilir. Aksi bir anlayış ise, çizginin gücünü toplumsal gelişmenin şaşmaz rotası önünde güçsüzlüğe dönüştürmekten başka bir işlev görmez. Bu noktada sınıfsal-siyasal-sosyal özünden soyutlanmış bir sanat tartışması kısır döngüler üretmekten, sanatı toplumsal gelişmelerin dışında tutup onu entel salonlarının havasını renklendiren bir öge olmaktan öteye geçirmez.

Son yıllarda yaşadığımız dönemin yarattığı koşulların da etkisiyle pencerelerini subjektivizme, karalamaya, "ucube tipler" e açan bir bant-karikatür modası aldı yürüdü…

12 Eylül sonrası inkârcılığın, yılgınlığın, geçmişi karalamanın "revaçta" olduğu kuşku ve panik ortamında egemen sınıf ideolojilerine dört elle sarılındığı bilinen bir gerçektir. Devrimci demokrat kamuoyunun genişlediği dönemlerde ortalıkta görünmeye cesaret edemeyen böylesi anlayışlar, özellikle açık baskı koşullarının hemen ardından yaşanmaya başlanan yılgınlık ortamlarında "sağdan" ve "soldan" değişik görünümlerde serpilip gelişme cesaretini bulurlar. 12 Eylül sonrası devrimci hareketlere gerek karşı devrim cephesinden, gerekse küçük burjuvazinin sanat kültür cephesinden yapılmaya çalışılan saldırılar bunun örneklerindendir. 12 Eylül'le birlikte devrimci hareketler bazında yaratılmak istenen örgüt bilincini köreltme ve polis fobisini yerleştirme, bir yandan güvensizlik tohumları saçarken, diğer yandan da insan karakterinin oluşmasında örgüt ilkelerinin engel oluşturduğu imajını vermek istiyordu. Bunun sonucunda "bireyin yeniden keşfedilmesinin" teorileri ortaya atıldı. İnsanları biçimleyen ekonomik-siyasal şartlardan soyutlayan bireysel çelişkileri, bunalımları bu soyutlanmışlık içinde ele alan yapıtlar art arda sıralanmaya başlandı. L. Tekin'in, A. Altan'ın, M. Kundera'nın kitapları bir "dönem"in kitaplıklarına "sol" kitaplar olarak girerken, devrimci değerler de bir bir dejenerasyona uğratılmaya çalışıldı.

Geçmişine, değerlerine ve inançlarına, ödediği (hâlâ da ödemekte olduğu) diyete rağmen kararlılıkla sahip çıkan devrimci sol güçler özellikle son 8 yıldır böylesi karalama çabalarının ürediği, örümcek ağıyla kaplı beyinlere pek yabancı değiller. Cumhuriyet gazetesinde bir süredir yayınlanan "Bacı" isimli karikatür dizisinde de;" hızlı gazeteci"nin hızını alamayarak devrimcilere oligarşiyle aynı cepheden saldırmaya çalıştığını görüyoruz. "Hızlı Gazeteci" oligarşiyle birlikte saf tutup devrimcilere saldırmaktan vazgeçmelidir. Çizmeye uğraştığı tip, aslında ülkemiz demokrat-aydınlarının "karikatüründen" başka bir şey değildir. Oysa ülkemizde demokratlık olumlu ve olumsuz yönleriyle devrimci mücadelenin karşı-devrime karşı savunulmasından geçer. "Hafıza-ı beşer'in nisyan ile malûl" olduğunu bilenler böylesi karalama çabalarının gördüğü ve göreceği tepkileri önceden tahmin edebilirler. 'Hızlı Gazeteci" 12 Eylül öncesi Milliyet'te çıkan "cüce sol" isimli karikatürü ve "sonuçlarını!" kendisine örnek almalıdır.

Bacı'da "yaratılan" devrimci tipini hayret ve şaşkınlıkla izlemekten kendimizi alamıyoruz. "Çizerinin" içine düştüğü durum ise, gafın da ötesinde büyük bir talihsizlik. "Çizerimiz" ya devrimcileri hiç tanımıyor, ya da devrimciler diye başka tiplere "bakarak kararmış". Demokrat diye tanınan bir yayın organındaki çizerde bulunması gereken, gerçeğin dürüstçe sanatsal planda yeniden üretimi gibi asgarî özelliği bile bu yayında mumla aramak gerekiyor. Hızlı Gazeteci anlaşılan devrimci değerlere saldırı korosuna sonradan katılmanın verdiği gecikmişliğin de telâşıyla devrimci değerlere saldırıyor.

Eğer hızlılık buysa, çok daha hızlıların var olduğunu anımsatmak gerekiyor.

* * *

"Çizerimiz" kendisinde barındırdığı komplekslerinin de etkisiyle olsa gerek, hayalinde oluşturduğu devrimci tipini gerçeklerin yerine koyarak kendi merkezi etrafında dönüp duruyor. "Hızlı Gazeteci" saldırı korosuna büyük bir zevkle katılırken, 12 Eylül'ün ortaya çıkardığı bunalımlı tipleri konu alarak "bireyi" işlemesi özünde kendi karakterini ele veriyor. Evet, aslında kendine konu olarak seçtiğin tip kendinden başkası değil! "Acaba ben cezaevine girip tahliye olsaydım ne yapardım?" diye kendi kendine soruyor; "bireycilik" ve "yozlaşmayla" dolu iç dünyanı yansıtıyorsun. Sanat eserinin üzeri kazındıkça eser sahibinin kişiliği de ortaya çıkar. Kendi kafanızda oluşturduğunuz tiplere gerçek budur diye dört elle sarılıp eleştirmeye başladınız mı her şey tamam sanıyorsunuz. Durun bakalım. Neyi eleştiriyorsunuz? Aramızda olmayan hayali tipleri mi? Değişik nedenlerden dolayı bunalımın göbeğine düşmüş, geldiği olumsuz noktayı kendine bile itiraf etmekten çekinen "arayışlara" girmiş tipleri mi? Yoksa kendi yozlaşmışlığınızı ve bireyciliğinizi mi ele veriyorsunuz? Eğer eleştirileriniz bunlara yönelik olsaydı sorun yoktu; ama "siz" devrimci yaşamı her yönüyle sindirmiş, inançlı, inandığı değerlere bağlı insanları ne yaptığını bilmez bunalımlı tiplermiş gibi göstermek isteyerek boyunuzdan büyük bir işe kalkışıyorsunuz.

Bir insanın değeri başkaları için yaptığı fedakârlıklarla ölçülür. Bu fedakârlığı çizgisinde bile gösteremeyenlerin devrimci değerlere dil uzatabilmesini bir kenara bırakalım, ancak önlerinde eğilmek düşer. Herkes yerini bilmek ve ona uygun davranmak zorundadır. Halka, devrimcilere yönelik hiç bir karalama, saldırı demagoji, çarpıtma bedelsiz olamaz. Hiç kimsenin de bunun rahatlığı içinde olmaması gerekir.

Hiç kimse "çizerimizin" anlatmak istediği gibi "halka vekâleten" hapiste yatmaya, işkenceler görmeye, baskılara karşı direnmeye bayılmıyor. Karşı çıkılması gereken bir şey varsa o da, halkına ve insanlığa olan sevgisini hapislere, işkencelere, baskılara rağmen satmayanlar, direnenler değil; işkence ve baskıların sorumlularıdır. Sormak gerekiyor, bunalımda olanlar, bunalımda yaşayanlar, işkenceciler midir; yoksa inançlarını yaşamlarının yitip gittiği işkence tezgâhlarında yitirmeyenler mi, hırsızlığı, bireyciliği halkı iliğine kadar sömürmeyi kendine meslek seçenler mi; yoksa bunlara karşı duranlar mı, bastıkları yerde sevgiyi buruşturup yozluğu sahtekârlığı namussuzluğu, fuhuşu körükleyenler mi; yoksa kendileri için hiç bir şey istemeden güzeli, insanı, ölümü gülerek kucaklama pahasına savunanlar mıdır… Asıl mahkOm edilmesi gerekenler bunlarken devrimcileri karalamanın, onları olduğundan farklı göstermeye çabalamanın mantığı nedir? Evet, bunun tek mantığı var. Faşizme saldırı cesaretini gösteremeyen küçük burjuvazinin statükoculuğunu koruma özelliği. Bu statükoculuğu 12 Eylül öncesi yürütülen silâhlı anti- faşist mücadele bozmuştur, Asıl saldırılması gereken bu "musibet"in kendisidir. HıZlı Gazeteci de bugün, çöreklendiği köşeden devrimci düşüncelere, değerlere saldırabilecek rahatlığı buluyorsa bunu her şeyden önce o "musibet" e borçlu olduğunu unutmamalıdır…

Traji-komik yayınına son vermelisin…

Devrimci mücadele çizgilerinle anlattığın gibi, "Halkın Yerine" değildir. Mantığın durduğu böylesi bir yaklaşım ne Galileo'yi, ne İsrail vahşetine direnen Filistinli savaşçıyı, ne de Vietnamlı çocukları anlayabilir.

Dünyanın hiç bir yerinde, tarihin hiç bir döneminde haklar, kazanımlar, daha ileri toplum yapıları mücadelesiz, kendiliğinden o1mamıştır. Her zaman sorunları, nedenleri önceden kavrayıp görebilen insanlar ortaya çıkmış, bunları anlatmaya çalışmış, halklara öncülük etmişlerdir. Sorumluluğun bir gereği de görebildiklerini gösterebilmek, anlatabilmek ve öncülük edebilmektir. Çalakalem yazıp çizmeyi marifet sayan "çizerimiz" acaba karalamaya çalıştığı devrimcilerin kendisine de güzel bir dünya bırakmak için yola çıktıklarını hiç düşündü mü?

"Kapitalizmi yıkarken feodalizme yaslandık" derken devrimcilerin feodal değerler yarattığını söylüyorsun. Aklınca devrimcilerin yarattığı insanı insan yapan değerleri küçümsüyorsun. Bu, yüzlerce insanın kanıyla sulanarak yeşermiş devrimci değerlere açıktan açığa bir saldırıdır. Çizgilerinde kullandığın sözlerde devrimcileri, insanları şekle-biçime göre yargılayan şekilci kişiler olarak tanıtıyorsun. Sana şu kadarını söyleyelim: Devrimciler insanların saçıyla, giydiği etekle, yani dış görünüşleriyle ilgilenmekten çok onların kafalarının içiyle ilgilenirler. Gün gibi aşikâr olan bu gerçeği bilmiyor musun?

Çizgilerinde tahliye olan bir devrimcinin cinsel sorunlar içerisinde olduğunu söylemeye çalışıyorsun. Devrimcilerin bu konuda yarattığı değerlere, bu tip ilişkilere bakış açısını bugün "yedi kat el" biliyorken, sen, kafanda oluşturduğun cinsel bunalımlarını çözümleyememişsen bunun suçu devrimcilerde değildir. Biraz objektif olsan yaşamı belden aşağı düşünen, yoz, dejenere, bireyci anlayışlarla bütünleşen egemen sınıf kültürünü gözler önüne sererdin.

"Sen işkencelerde direnmiş, cezaevlerinde babayiğitlik göstermiş bir bacımızsın…" diyerek direnişi babayiğitlikle özdeşleştirip, onu sınıfsal içeriğinden sıyırıyorsun. Devrimcileri kaba-saba, insanı içinde bulunduğu toplumsal ilişkilerin dışında tutan kişiler olarak tanımlıyorsun. Eğer sende bir nebze babayiğitlik olsa devrimcilere değil, faşizme saldırırdın. Faşizme saldırmanın "zor" devrimcilere saldırmanın "kolay" olduğunu düşünmek, yenilgi yıllarının tipik küçük burjuva sanatçı tavrıdır. Bugün sen bunu yapıyorsun.

Sorunu kavramamış, kendi bunalımlarını devrimcilerin yaşadığı bunalımlarmış gibi göstermeye çalışan tiplemelere "mal bulmuş magribi" gibi sarılmak kimseye bir şey kazandırmaz. Bunalımlı çizgilerine verilecek örnekleri çoğaltmak olanaklı ama tüm bunlardan ortaya şu sonuç çıkacaktır: Sinmiş, bunalımlı, bireyi "keşfetmiş" insanların çizgisi de sinik, bunalımlı olmak zorundadır.

Geçmişten bugüne sömürüye ve insanî değerlerin yozlaştırılmasına karşı çıkan devrimcilerin halkla bütünleşmelerini önlemek için gerçeklerin kıyısına bile yanaşmayan abartılı tipler yaratılıp, devrimcilerin böyle tanıtılmasına çalışılmıştır. Egemen ideoloji, devrimcilerin böyle tanıtılması için radyosundan okulundaki eğitime değin, her türlü kültürel olanaklarını kullanmaktan geri durmaz.

Devrimcilik, bir yaşam biçimidir, yaşamın her alanında, her anında inançların, değer ve düşüncelerin yılmadan savunulmasıdır. Devrimciler, ne Freud'un her şeyi cinsel egolara bağlayan bunalımlı felsefesini kılavuz olarak alırlar ne de kendi egoları için halk sevgisine ihanet ederler…

Yanıtını yine "Bacı" larımızdan alacaksın…

Bu gerçekler, mücadele ve onun ödenmiş bedelleriyle gün gibi ortadayken, gerçekleri ve devrimcileri ters yüz etme çabaları akıntıya kürek çekmenin ötesinde bir anlam taşımayacaktır.

Siz ve sizin gibiler oligarşinin sirkinde ancak elden ayaktan düşmüş üç-
beş kuruş için çeşitli kılıklara giren palyaçolar olabilirsiniz.

"Hızlı Gazeteci" şunu iyi bilmelidir ki, halka ve insanlığa bağlılığını onurlu ve fedakâr yaşamlarıyla ispatlayanlar kendilerine yönelik karalamalara kayıtsız - sessiz kalmazlar. Halkın belleği o kadar güçlüdür ki; hiç bir yalanı, hiç bir karalamayı bir kenara atmaz… Asla unutmaz!

"Hızlı Gazeteci" en güzel yanıtı "bacı" larımızdan alacaktır…

diYorum

 

356
Derkenar'da     Google'da   ARA