Patronsuz Medya

İstanbul'dan az öte

Hacer Günebakan - 4 Ekim 2003  


Tokuşturulan çay bardaklarının şıngırtısında, göbek atan amcalar ve teyzeleri seyrederken, başını omzuma koyup, ağlamaya başladı, yanımdaki kadın.

Ağustos sonuydu; yapış yapış sıcağı arkamızda bırakıp, balkanlardan gelen soğuk hava dalgalarının yurdumuza ilk girdiği yerlere doğru gittiğimizde. İstanbul'dan az öteye. Cümbür cemaat toplanıp bir çocuğun 'ucundan, azıcık' kestirmesini, alkışlayıp, göbek atarak kutlayacaktık.

Yol boylarını tutup küme küme bulutlara yükselen mor dikenli tepecikler aştık. Daha gündüzdü köye vardığımızda. Dut ağaçlarına tırmanan yeşil görmemiş çekirge sürüleriydi çocuklar. Bahçeye kurulmuş mutfaktan yayılarak, kuru ot kokularına karışan yemek kokuları. Çay bardaklarında kibar kibar rakılar.

Seyyar bir kabloyla sokaktaki direkten çekildi elektrik. Çocukların talan ettiği dut ağaçlarından ampuller sarkıtıldı. Işıklarla panayır yerine döndü ortalık. Davul, dümbelek geldi. Cümbüş geldi. Bir de gırnata. Sümüklünün tekiydim; çiğ bulutları üşüşür gözlerime sesini duyunca.

İşte oracıkta, hafif meyilli bir bahçede, dut ağaçlarının altına kurulmuş sünnet düğününde, şakır şakır göbek atan amcalar ve onlara para yapıştıran oğulları, kızlarını görünce…

Döne döne yere düşen paralara yanaklarını şişiren gırnatacı, nağmelerini havaya diktiği sırada, başını omzuma koydu, yanıbaşımdaki kadın. İçini çeke çeke ağlamaya başladı. Kollarından tutup bahçenin kuytu bir tarafına götürdüm. Durulur mu, ben de onunla koyuverdim gitti. Ağlaştık bir zaman.

"Babam bu havaları çok güzel oynar" dedi, sonra. "Tütün ve rakı kokan babam" .

İstanbul'dan az ötede, yol boylarınca akan dikenli tepecikler içimize bata bata, uzaktaki 'tütün ve rakı' kokan babalarımıza ağladık. Ne yaz ne de kış günleri hatırlayacaktı artık bizi. Birbirini tanımayan omuz omuza iki kadın. Tokuşan çay bardaklarının şıngırtısında yalnızdık.

diYorum

 

61
Derkenar'da     Google'da   ARA