Patronsuz Medya

İki mektup

Funda - 15-23 Mart 2001  


Sevgili necdet, sana bir anımı yazmak istedim, ama kesin tarihleri aklımda yok.

Küçük Hoyrat Kız

Sanıyorum yıl 1962 -1963 olacak.Yani ben ilkokul 4 veya 5'teyim. Kadıköy Moda semtinde Rum kilisesinin olduğu çok şirin bir mahallede oturuyorduk.

Evimiz ahşap bir rum eviydi. Çok büyük bir bahçesi vardı. Mahallenin bütün çocukları, kedileri bu bahçede oynardık. Hemen hemen bütün komşularımız rum ve ermeniydi. Zangoçun kızı Sofya en iyi kız arkadaşımdı. Veresiye alış-veriş yaptığımız bakkal Atanaş Prodromidis beni ve kardeşlerimi çok severdi. Kasabımız Agop'un köpeği benim ilk aşkımdı diyebilirim. (Ama aldığım etle onu oynatırken de burnumu kaptı ve de ayıp etti).

Mahallemizde halen hiç hiç unutamadığım bir dostluk vardı. O tarihlerde bir Kıbrıs krizi patladı. (Malum bizde krizler boldur!) Ben okulumdan dönüyordum. Tam kilisenin yanından geçerken aniden yanımda komşumuzun oğlu selâmi Abi belirdi (sanıyorum 17-18 yaşlarında Selâmi abimiz) ve bana kilisenin duvarına "KAHROLSUN RUMLAR" diye yazmamı söyledi, ben de çantamdan çıkarttığım tebeşirle yazdım (grafiker olacağım ta o günden belliymiş!).

Bakkalımız tam kilisenin karşısında idi. Atanaş beni görüyor ve hemen babama telefon ediyor, (tabii ben bunları sonradan öğreniyorum), babam da Karaköy'deki işyerinden hemen atlayıp eve geliyor.

Babamın eve erken gelmesinden ters bir şeyler olduğunu anlamıştım. Bana "bir kova su ve süpürge al ve benimle gel" dedi. Bana bir güzel yazdığım yazıyı temizlettirdi.

Çok utanmıştım… Mahçup bir şekilde Sofya'dan da özür diledim.

O gün bu gün… şimdiye kadar hiç ama hiç bir şeye Kahrolsun demedim.

Babam otoriter ve sert bir insandı. Ama onu çok severdik. Bize maddi olarak hiç birşey bırakmadı, bırakamadı. Ama koskoca bir SEVGİ bıraktı. Ben onunla büyüdüm. İyi ki öyle de oldu. Yoksa şimdi bu koskocaman acıyla nasıl başa çıkabilirdim ki?

Sevgisizlikle kirletilmemiş yeni defterine yazmak umuduyla… Sevgiler…

Montaigne

Sevgili necdet…

Siteni hemen hemen hergün takip ediyorum.

Kitap okumak benim için zaman zaman lüks oluyor. Eskisi gibi olmasa da ne yalan söyleyeyim iki ayda bir ancak bir kitap bitiriyorum. Hızlı okuyamıyorum. Gazete mazete de okumuyorum ama alışkanlık yine de eve Cumhuriyet ve Hürriyet giriyor. Yakında onlarda girmeyecek. (Çok kızıyorum, ancak almayarak bir tepki koyabilirim bu ne olduğu belli olmayan medyaya. Bilmem işe yarar mı? Sen söyle!)

Başucu kitaplarının paragraflarını ancak okudum; 2 tane de benden…

1) Baştakiler ve Biz

Bizi yöneten, dünyayı ellerinde tutan kimselerin bizim kadar akıllı olması, bizim yapabileceğimiz kadarını yapması yetmez. Bizden çok üstün değillerse bizden çok aşağı sayılırlar. Çok şeyler vadettikleri için çok şeyler yapmak zorundadırlar.

Montaigne - Denemeler

2) Kitaplar ve İnsanlar

Ne yapacağız bu insanlarla? Yalnız kitaba girmiş tanıklara önem veriyor. Budalalıklarımızı harflere dökünce saygınlaştırmış oluyoruz. Örneklerimizi hep yabancılardan ve okul kitaplarınızdan vermeniz ahmaklıktır düpedüz. Örnekler, Homeros'un, Platon'un zamanında olduğu kadar boldur bu gün de. Ama biz düşüncenin doğruluğundan çok örneklerin gösterişi peşindeyiz; kanıtlarımızı Vascasan ya da Platin dükkanından alıp kullanmak kendi köyümüzde gördüklerimizden çıkarmaktan daha üstün bir doğruluk sağlarmış gibi. Ya da belki gözümüzün önündekileri ayıklayıp değerlendirmeye, onları sıcağı sıcağına eleştirip örnek haline getirmeye yatkın degil kafamız. Çünkü, kendi tanıklığımıza güvenecek kadar bilgin ve yeterli değiliz dersek, yersiz söz etmiş oluruz. O kadar ki, bence, en orta malı, en çok bilinen, en gösterişsiz şeyleri kendi ışıklı yanlarından görebilirsek, örneklerin en zenginleri çıkarılabilir, özellikle insan eylemleri konusunda.

Montaigne - Denemeler

diYorum

 

551
Derkenar'da     Google'da   ARA