Eflâtun
Künye - Eflâtun (Platon), Sokrates'in Savunması, Şule yayınları, 224 sayfa
Fakat gerçek şudur ki Ey Atinalılar, tek gerçek bilge vardır, o da tanrıdır. Ve bu bilmecesiyle insanların bilgeliğinin aslında bir hiç olduğunu veya çok az şey ifade ettiğini göstermeyi amaçlıyor. Bu işte benim ismimi sadece bir misal olarak kullanıyor ve şöyle demek istiyor sanki:
"Ey insanlar! Sizin en bilgeniz, Sokrates gibi kendi bilgeliğinin gerçekte bir hiç olduğunu bilendir."
* * *
Belki içinizden birisi şöyle diyecek: "Peki Sokrates, seni ölüm cezasının eşiğine getiren böyle bir hayat yaşamaktan utanç duymuyor musun?" Ona şöyle cevap veririm: Yanılıyorsunuz dostum, hiç bir şeye değmeyen bir adam bile, hayatını ölüm ve yaşam ihtimallerini hesaplayarak geçirmemelidir; düşünmesi gereken tek şey, yaptığı işin iyi mi yoksa kötü mü olduğudur, yani iyi bir adam olarak mı, yoksa kötü adam olarak mı yaşadığıdır.
* * *
Hiç kimse, başa gelebilecek en büyük kötülük zannedilen ölümün, belki de en büyük iyilik olduğunu bilemez. Bu bilgisizlik, yani kişinin bilmediği şeyi bildiğini zannetmesi, onursuz bir cehalet değil midir? İşte sadece bu bakımdan, normal insandan farklı olduğumu düşünüyorum ve belki de bu bakımdan onlardan daha bilgeyim. Çünkü ölümden sonrası hakkında bir şey bilmediğim gibi, bilmediğimin de farkındayım.
* * *
Savaşta olduğu gibi, hukukta da, ne ben ne de başkası ölümden kurtulmak için her yolu kullanmamalıdır. Çarpışma sırasında çoğu zaman görülür; adam silâhlarını bırakır da düşmanının önünde diz çökerse ölümden kurtulacağı kesin gibidir. Ve eğer bir adam her şeyi söyleyecek ve yapacak kadar güçsüzse her tehlike karşısında ölümden kaçmak için sayısız yol bulabilir. Zor olan, dostlarım, ölümden kurtulmak değil, kötülük yapmaktan kaçmaktır, çünkü o, ölümden daha hızlı koşar.
* * *
İnsanları öldürerek, yaşadığınız kötü hayatın kınanmasından kurtulacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu ne çok mümkün, ne de şerefli bir kaçış yoludur. En kolay ve en asil yol başkalarını susturmak değil, kendinizi mümkün olduğunca iyileştirmektir. Beni ölüme mahkûm edenler için söyleyeceğim son söz budur.
* * *
Fakat neden sevgili dostum Krito, sıradan çoğunluğun düşüncesine bu kadar önem veriyorsun? Dikkate alınması gereken, gerçekten düşünceli insanlardır, onlar gerçekleri olduğu gibi kabul edecektir.
* * *
SOKRATES:
Hiç kimsenin hiç bir zaman isteyerek haksızlık yapmaması gerektiğine mi inanıyoruz, yoksa bu şartlara göre değişir mi? Genelde kabul ettiğimiz şekilde, haksızlık yapmak her zaman kötü ve onur kırıcı mıdır? Yoksa önceden kabul ettiğimiz bütün fikirleri, şu bir kaç gün içinde fırlatıp attık mı? Yoksa bu yaşımızda sen ve ben, bütün hayatımızı bir çift çocuktan farksız olduğumuzu anlamadan bütün bu ciddi tartışmaları yaparak mı harcamışız? Yoksa, çoğunluğun görüşüne aykırı da olsa, daha iyi veya kötü sonuçlar doğursa da, söylediğimizin doğruluğunda ısrar mı edeceğiz? Yani; haksızlık, onu yapan için her zaman kötü ve onur kırıcıdır. Böyle diyecek miyiz, demeyecek miyiz?
KRİTO:
Evet, diyebiliriz.
SOKRATES:
O halde, hangi şartlarda olursa olsun hiç kimse haksızlık yapmamalıdır.
* * *
"Ve gerçek filozoflar bunları dikkate alınca, düşündüklerini şu sözlerle ifade etmeyecekler mi: Bizi ve argümanımızı, biz bedendeyken ve ruh bedenin kötülükleriyle karışmışken, bizim arzumuz yerine gelmeyecek sonucuna vardıran bir düşünce yolu bulamadık mı? Bizim arzumuz, hakikattir. Çünkü bedenimiz sadece yemek gereksinimi nedeniyle sayısız karışıkılığın kaynağıdır, bizi yakalayan ve gerçek peşinde koşmaktan alıkoyan hastalıklara maruz bırakır: Bizi aşklarla, hırslarla, korkularla, her çeşit hayalle ve sınırsız budalalıkla, insanların çok doğru söylediği gibi, düşünce gücünü bizden alır.
Savaşlar, çarpışmalar, ayrılıklar nereden ileri gelir? Beden ve onun hırslarından değil mi? Bütün savaşlar para sevgisinden ortaya çıkar ve para beden için ve ona köle gibi hizmet için elde edilir ve bütün bu engellemeler nedeniyle felsefeye verecek zamanımız kalmaz, sonuncu ve en kötüsü, vücut bize boş zaman verse, biz de kendimizi düşünmeye versek bile, her zaman onu kırar ve içimize girer, sorgulamalarımızda kargaşaya ve kafamızın karışmasına sebep olur ve bizi öyle şaşırtır ki, gerçeği görmemizi engeller.
Bu, bize şu tecrübeyle ispatlanmıştır ki, bir şeyin saf bilgisine sahip olacaksak, vücuttan dışarı çıkmalıyız -ruh, şeyleri kendi kendine görmeli, ancak ondan sonra istediğimiz ve sevdiğimizi söylediğimiz şeylere ulaşabiliriz. Bilgelik yaşarken değil, fakat tartışmanın gösterdiği gibi, ancak ölümden sonra elde edilir, çünkü bedenle arkadaşlık içindeyken ruh saf bilgiye sahip olamaz ve şu iki şeyden birisi takip eder: Bilgi ya hiç elde edilemez, ya da elde edilirse, ölümden sonra, çünkü ancak ondan sonra (o zamana kadar değil), ruh bedenden ayrılır ve kendi başına var olur. Şu anki hayatta, bedenle en az ilişkimiz ve birlikteliğimiz olduğu zaman bilgiye en yakın olduğumuzu düşünüyoruz ve tanrının kendisi bizi serbest bırakmaya lutfedene kadar kendimizi saf tutuyoruz.
Ve böylece vücudun aptallıkların kurtulmuş olarak saf olmayı ve safla görüşmeyi sürdürmeyi ve bence hakikaten başkası olmayan safi mükemmellikte var olanları kendi başımıza bilmeyi bekleyebiliriz. Çünkü karışık olan saf olanı elinde bulunduramaz. İşte bunlar Simmias, bilginin gerçek aşıklarının düşünmeden ve birbirlerine söylemeden edemedikleri çeşitten sözlerdir.
* * *
Ve ölümün yaklaşmasından yakınan bir adam görürsen, onun bu isteksizliği, onun bilgeliğe aşık değil, vücuduna ve muhtemelen aynı zamanda para veya her ikisine aşık birisi olduğuna yeter bir delil değil midir?
* * *
Ancak belki de bir korku, zevk veya acının başka bir korku, zevk veya acıyla, sanki bunlar madeni paraymış gibi değişilmesi, büyüğü küçükle değişmek erdem ölçeğine göre doğru bir değişim değildir. Sevgili dostum Simmias, bütün bunların değiştirilmesi için sadece bir tek doğru para yok mudur? İşte bu, bilgeliktir.Ve sadece bununla birlikte gerçek cesarete, ölçülülüğe veya adalete ulaşırız. Gerçek erdem, korkuların, zevklerin veya benzeri diğer iyilikler ya da kötülüklerin ona katılıp katılmamasının hiç bir önemi olmadığı, kendisine bilgeliğin eşlik ettiği şey değil midir? Fakat bilgelikten ayrılmış ve birbirleriyle karışmış bu tip şeylerden oluşmuş erdem, sağlık ve gerçeklik de yoktur. Gerçek çok uzaklardadır: Ölçüsüzlük, adalet ve cesaret gerçekte bütün bunlardan arınmaktır ve bilgeliğin kendisi belki bu saflığı sağlayan vaftizdir.
* * *
Fakat şimdi, ruhun ölümsüzlüğü açıkça ortaya konulduğuna göre, onun için en yüksek erdemi ve bilgeliği elde etmek dışında bir serbest kalış veya kurtuluş yoktur. Çünkü ruhun öteki dünyaya olan yolculuğu sırasında yanında götürebileceği tek şey eğitim ve terbiyedir ve bunlar oraya olan yolculuğunun en başında karşılaşabileceği en büyük fayda veya engeldir.
* * *
Son olarak, hayatlarını daima dindarlık ve iyilik içinde geçirmiş olanlar, bu dünyevî hapishaneden kurtulurlar ve yukarıdaki saf ve temiz evlerine giderler ve gerçek dünyada ikamet ederler.
* * *
Sağduyulu bir adam, ruh ve onun oturacağı yerler hakkında anlattığım şeylerin tamamen doğru olduğunu iddia etmemelidir. Ancak, ben şunu söyleyebilirim ki, ruhun ölümsüz olduğu gösterildiğine göre, bir insanın bu çeşit bir şeyin doğru olduğunu düşünmesi yanlış ve değersiz değildir. Bu, alınmaya değer bir risktir ve kişi buna benzer kuvvetli sözlerle kendini teskin etmelidir, hikâyeyi uzatmamın nedeni de buydu.
Bu baş yapıtı 17 yaşımda (şimdi 47 Yaşımdayım) okudum. Küçük bir el kitabı idi. Daha sonra Stalin'in Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm kitabını okudum. Ne kadar da birbirini tamamlayan kitaplardı. Biri birey olmanın onuru digeri de toplumsal olmanın gerekliliğini verdi bana. Bu kitabı lütfen diyalektiği okumadan bitirmeyin. İlk okumakla da bildiğinizi sanmayın. Defalarca okuma gereği duyuyorsanız kitabı anlamaya başlamışsınız demektir. Ama anlamak için insan ömrü yetmeyecek bunu olasılıklarınıza yerleştirin.
Muammer Güneş - 5 Kasım 2007 (4:00)
"İki gemi yanyana, haydayabilir misin?"
Böyle bir roman türküsü eşliğinde felsefik bir konuya giriş yapmak, daha kafadan olayı hiç kavrayamamış olduğuma belirgin bir işaret midir bilemem. Ama eğlencesi de yok değil bu işin. (Bkz: Modern eğitimde yeni açılımlar)
İdealizm ruh öncedir, madde sonra gelir; materyalizm, önce madde, ruh sonra gelir diyor. Bu ikisini aynı yorgan altında yanyana yatırmak, bayağı heyecanlı olmalı.
Hangisinin hangisine ihtiyacı yok, var olmak için: Ruhsuz beden mi, bedensiz ruh mu? Sokrates, bilgeliğe erişmek için ruhun bedenden ayrılmasını tek koşul olarak sunarken, şahsen hangisiyle birlikteliği tercih ediyor?
Bu konunun felsefi oluşu, tabii ki insanın nereden gelip, nerede durduğu ile çok ilgili cevaplara gebedir. Bir ömür boyu aldığınız bilgiler, önder olarak seçtiğiniz kişilerin görüşleri, veya sizin ondan anladıklarınız çok önemlidir.
Bana göre Sokrates'in materyalizmin değil, idealizmin kaynağı olma ihtimali daha yüksek.
Yanılma payım bakidir.
Ha bana sorarsanız, iki dünya savaşının da tek sorumlusu olan batıya ait bu felsefeleri hiç içselleştiremedim. Ancak yabancı dil kadar ihtiyacım var onlara.
Ali Sedat Çetinkoz - 31 Ocak 2008 (12:05)
Sokratesin savunması adlı romanını okumaktayım. İlk okumada saçma olduğunu düşündüm, ama defalarca okudukça okuma gereksinimi hissettim. Çok etkileyici ve tam anlamıyla bir bilgin düşünür olduğunu saptadım ve insanlığın, yaşamanın, insanın hakkını yalanlarla değil de tamamı ile realist anlamda savunulması gerektiğini öğrendim. Okudukça da daha çok şey öğreneceğimi şu an için anlamış oldum. Okunması gereken bir kitap olduğu düşüncesindeyim.
Fatma Sertkaya - 17 Şubat 2008 (22:23)
A. Sedat Çetinkoz; konu hakkındaki tespitlerinize katılıyorum. Sokrates dönemimizde yaşasaydı sizin gibi sıkı bir felsefe öğrencisiyle cebelleşmesi gerekecekti diye düşünüyorum (iltifat kabul ediniz!) Gerçi; Sokrates'i dinlemeye giderdik gitmesine fakat sanırım, sizin loca favori locamız olurdu…
Henet - 19 Şubat 2008 (09:25)
Henet kardeşim, ne olur beni baştan affedin, ama bilin ki ben sizin anlattığınız veya sandığınız kişi değilim. Bu kadar güzel sözlerle anılmaya layık olduğumu hiç sanmıyorum. Tamam uzatmayacağım, fazla alçakgönüllülük de gurura dahildir. Birbirimizi görmeden, bilmeden, sadece yorumlara sinmiş tanıdık bir kokuyu alıp sevebilmek de çok hoş bir şeymiş. Bunu yaşamaktan memnunum, teşekkür ederim.
Ali Sedat Çetinkoz - 19 Şubat 2008 (00:03)
A. Sedat Çetinkoz, sizi affetmiyorum! Hadi bakalım ne yapacaksınız şimdi?
Günün Duası;
Allahım, felsefik bakışı güzel olan Ali Sedat kuluna yaptığı güzel yorumundan ötürü iltifat ettim, ama o kuru iltifatımı kabul etmiyor, onun ruh alemine bi selam vereyim dedim ruhumu kaptı geri vermiyor, bu canımı sen verdin benden almak istiyor (A! Sonunu getirince durumu çaktım valla sizde çaktınız sanırım bu o!, evet benliğimizi saran melankoli Ara-besk duası, neyse hemen atlamalı burayı, yerçekimi kuvvetinden çıkmalı, hemen şimdi…
Evet duam bitti Çetinkoz; Yapamam, bu karışık kafayla bu ruhla adam olamam biliyorum, olamam işte! Zaten vakit de hayli geç! Gerçi babamın ev kirası ve bakkal borcunu veremediği yaştayım, hah! Aslında bilgelik ve peygamberlik için uygun yaştayım! Yine de banane! Zaten bilge de olamam beygamber de kadınım ben kadın, erkek bilgeler dahi tırsıtılmış bir ülkede Ali'lerin kalbine vura vura öldürüldüğü bir yerde, kralın çıplaklığına yüzyıllardır ses çıkarmayan, her daim parmağını baldan çıkarmayan, çaktırmadan yalayan insanlar için değer mi? Bilge olup, peygamber olup sürünmeye?
Her tarafı zula bir ülkede neyime gerek felsefe yapmak bire on bahse girerim ki ülke'min top yekün sloganı' şu;
"Vur patlasın çal oynasın, altta kalanın canı çıksın!"
Henet - 22 Şubat 2008 (09:57)
Henet kardeşimden bir defa daha af dileyerek; samimi duygularınızı küçümsemeye hakkımın ve asla böyle bir niyetimin olmadığını; yanlış anlaşılmaktan üzgün olduğumu belirtirim.
Sinmişlik, sindirilmişlik duygusu hangimizde yok ki? Biz zorbalıklar tarihinin içinden gelmiyor muyuz? "Ortada düşünülecek bir şey varsa, onu da biz düşünürüz, hele bi açılın!" diyen büyüklerimiz sayesinde, ayrı ayrı bildiklerini bir araya getiremeyen, yorum yapamayan dimağlara sahip olduk bedavadan. Ben yine de pısmış, sinmiş biri değil de, cirmi kadar yer yakmaya niyetli bir kıvılcım olmaya çalışıyorum.
Tamam, peygamberlik makamı mülgadır. Bu sebeple her iki cinsin de şansı tamamen eşit ve sıfırdır. Ama bilgelik kapısı hep açık. Hayatta kalmasına yetecek olanlar dışındaki bütün bedensel ihtiyaçlarını naftalinleyip sandığa kaldırarak; kafayı sadece "neden varız?" sorusunun cevabına takacak her ruhun erişebileceği bir yerde, öylece duruyor. Bilgelik, karşı cinsten partner veya geçici dostlukların değil, hakikatin peşinde olmaktır. Değilse, bilgelik yanlış anlaşılmıştır.
Son bir şey daha ve bitiriyorum. Biz Ferrari'si varken ve onu satarken de bilge olunabilir sanıyoruz. İsteyerek veya istemeyerek edinilmiş olan yoksulluklarımız, bilgeliğe giden yolun başında, belki gerekli şartlardan biridir. Ama tek başına yeterli şart hiç değildir. Ben öyle anladım.
Ali Sedat Çetinkoz - 23 Şubat 2008 (16:15)
A. Sedat Çetinkoz;
Tüm yazar hocalarımın ve sizin; yazılarınızdaki aktarım ustalığınız azımsanmayacak nitelikte inanın, surçü-lisan eden bizleriz hocam, sizler müsterih olunuz…
Aslında sizin yazı ve yorumlarınızı anlamada ben şahsen sorun yaşamıyorum; derdimiz medeni cesarete gelmiş bizlerin yazdıklarının yanlış anlaşılmamasıdır (ustalar, çırakları anlarlar sanırım:) hocalarla yazışmak kolay iş kanımca, azap çekenler bana benzeyenlerdir sanırım…
Duygusuz ve cansız harflere kâh dans ettiriyorsunuz, kâh çok yabancı kelimeleri biraraya getirerek bizleri tanıdık hallere yalın hallere getiriyorsunuz…
Gelebildiğimiz ölçüde bir kır bahçesinde bazen oksijeni kana kana içimize çekiyoruz bazen Ali'lere ağlıyoruz, bazen kendimize…
Bazen okuduklarımıza ve bazen de kendi kendimize küsüyoruz, bazen de okurken yaralarımızın kabukları zonkluyor canlanıyor bazen çatlıyor kan sızıyor, bazen gece kabus oluyorlar cehennem oluyorlar…
Bazen sevinçle koşarak kır bahçemize geliyoruz, bazen de usul usul gözlerimizde çiğ damlaları dalgın ve öylesine mutsuz…
Ama olsun varsın, şu koca belirsiz alemde bir kır bahçesinde ister tatlı ister acı bulmuşuz iyi veya kötü yerimizi, bizden bizleri…
Not: Yine bilmece bulmaca gibi oldu yazım, çoşku verirseniz böyle olur işte!
Henet - 25 Şubat 2008 (09:49)
Felsefe okumakla değil yaşamla yapılır. Felsefeyle ilgilenip somutluğa değer verip ahlak yerine para kazanma hırsını tercih etmiş biri felsefe sömürgecisidir.
Onur Türkay - 13 Nisan 2008 (01:05)
Henet ve Ali Sedat Çetinkoz, yazdıklarınız ne kadar ilginç, bazen birbirinize bazen de hayata göndermeler yapılmış, beni gülümseten, içinde hicivler olan yazışmalarınızdan ötürü teşekkür ediyorum. Umut dünyası be Henet… Boşverr ekmek çok:)
Bu arada, bu kitabı okumadım, yaşım hayli geçkince ama yüzeysel olduğum için yine yüzeysel olarak biliyordum işte, Galileo gibi yapsaymış ya, "demedim" deyip çıkıverseymiş, insanları sorgulamaya devam etseymiş, karısına mı dayanamadı ne? Miş miş miş işte…
Sevays - 13 Nisan 2010 (14:40)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.