Patronsuz Medya

Entellektüel

Edward W. Said - 1993

Künye - Edward Said, Entellektüel, Özgün Adı: Representations of The Intellectual, Çeviren: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yayınları  


Paranın uysallaştırdığı entellektüeller

Birey grupları kurumlarla ittifak kurar ve bu kurumlar sayesinde güç ve otorite kazanırlar. Kurumların ağırlığı arttıkça ya da azaldıkça, onlara bağlı (Antonio Gramsci'nin yerinde nitlemesiyle) "organik entellektüeller"in önemi de artar ya da azalır.

Debray'ın belirttiği gibi, bir entellektüelin çevresi, kendisine benzer entellektüellerden oluşan bir grubun ötekisine genişlediği zaman -bir diğer deyişle, tartışma ve yargıda bulunma konusunda entellektüellere duyulan bağımlılığın yerini bir izleyici kitlesini ya da bir işvereni memnun etme kaygısı aldığı zaman- entellektüelin yaptığı işte verdiği uğraşta bir şeyler, yürürlükten kalkmasa bile, kesinlikle ketlenmiş olur.

(Sayfa: 69)

* * *

Yirminci yüzyılda entellektüeller ya da entelijansiya -fikirleri karşılığı para alan yöneticiler, profesörler, gazeteciler, bilgisayar ya da hükümet uzmanları, lobiciler, allâmeler, sendikalı köşe yazarları, danışmanlar- adı verilen genel bir gruba ait olan insanların sayısındaki artışla birlikte, insan artık bağımsız bir ses olarak entellektüel birey var olabilir mi diye sormak zorunda kalıyor.

Bütün entellektüelleri sadece hayatlarını bir üniversite ya da gazetede çalışarak kazandıkları için satılmış olmakla suçlamak kaba ve son kertede anlamsız bir ithamdır. "Dünya öylesine yozlaşmış ki eninde sonunda herkes para dene puta teslim oluyor" demek tam bir kinizm örneğidir. Öte yandan entellektüel bireyi ideal, maddî çıkarlarla hiç bir alâkası olmayacak ölçüde saf ve soylu bir tür şövalye olarak görmek de ciddi bit tutum sayılamaz. Böyle bir sınavdan kimse geçemez, Joyce'un Stephen Dedalus'u bile; Dedalus o kadar saf, o kadar hırçın bir idealliktedir ki sonunda hiç bir şey yapamaz hale gelir ve daha beteri susar.

İşin özü, entellektüel ne salt yumuşak yüzlü bir teknisyen olup çıkacak denli tartışma ve huzursuzluk çıkarmaktan kaçınan biri olmalıdır ne de tüm zamanını naletlik yapmakta haklı ama sözüne kimse kulak vermeyen bir Cassandra olmaya çalışarak geçirmelidir. Toplum ne kadar özgür ve açık olursa olsun, birey ne kadar bohem olursa olsun herkes bir toplumun zaptı altındadır. Her halükârda entellektüelin sesini duyurması ve pratikte tartışmalara, hatta mümkünse ihtilâflara yol açması gerekir. Ama yegâne seçenekler topyekûn atalet ya da topyekûn isyan değildir.

(Sayfa: 70-71)

Profesyonalizm

Bu konferansların başından beri belirttiğim gibi, entellektüelin temsil ettiği şey heykelimsi bir put değil, bireysel bir iş, bir enerji, kendi dili ve toplumu içinde bir dizi meseleyi bir taraf alarak, net ve açık bir biçimde kendisine dert edinen inatçı bir güçtür ki bu meselelerin hepsi de son kertede aydınlanma ve özgürleşmeyle, yani özgürlükle bağlantılıdır. İster Batı'da olsun ister Batı dışında, entellektüele yönelik asıl tehdit ne akademiden ne de varoşlardan ne de basının ve yayınevlerinin insanın kanını donduracak ölçüde ticarileşmiş olmasından gelir; ben asıl tehdidi profesyonalizm dediğim bir tutumda görüyorum.

Profesyonalizmle kasttettiğim şey, bir entellektüel olarak yaptığınız işi geçim kaygısıyla, sabah saat dokuz ilâ akşam saat beş arasında (bir gözünüzü saatten ayırmadan, öbür gözünüz devamlı profesyonel davranış standartlarına uygun davranıp davranmadığınız üzerinde) yaptığınız bir şey diye düşünmenizdir -denizi bulandırmamanız, kabul edilmiş paradigmaların ya da sınırların dışına çıkmanız, pazarlanabilir ve öncelikle de "prezentabl" olmak uğruna kendinizi "aman bir tatsızlık çıkmasın da" diye düşünen, apolitik ve "nesnel" biri haline getirmenizdir.

(Sayfa: 74)

* * *

Günümüzdeki ortamı eleştirenler, entellektüelin toplumun ahlâkî ve zihinsel hayatı üzerinde bir egemenliğe ya da bir tür sınırsız otoriteye sahip olması gerektiğini var sayarlarken, son dönemlerde entellektüellerin kendi kendilerini temsil ediş tarzlarında meydana gelen köklü değişikliklerle birlikte, söz konusu otorite konumuna karşı koymak, hatta saldırmak yolunda ne kadar çok enerji sarf edildiğini görmezden geliyorlar.

Entellektüelin en çok şöyle ya da böyle olması için toplum tarafından dört bir yandan kuşatıldığı, tatlı sözlerle kandırılmaya çalışıldığı, gözdağı verildiği zaman entellektüel olduğu, çünkü entellektüel çalışmaların ancak o zaman ve bu temel üzerinde inşa edilebileceğini söyler Sartre.

(Sayfa: 75)

* * *

Bilirkişi olabilmek için uygun otoritelerden tasdikname almak zorundasınızdır; bunlar size doğru dili konuşmayı, doğru otoriteleri zikretmeyi, doğru sahada bulunmayı öğretirler.

(Sayfa: 77)

* * *

Her entellektüelin bir dinleyicisi ve bir muhatabı vardır. Mesele o dinleyicinin orada memnun edilmesi gereken bir müşteri konumunda mı durduğu yoksa entellektüelin meydan okuyup doğrudan muhalefete ve topluma daha demokratik bir biçimde daha fazla katılmaya teşvik edebileceği biri mi olduğudur. Ama her iki durumda da otorite ve iktidarı, entellektüelin bu otorite ve iktidarla ilişkisini es geçmenin yolu yoktur. Entellektüel otoriteye nasıl hitap eder: Profesyonel bir ricacı olarak mı yoksa onun itibar görmeyen amatör vicdanı olarak mı?

(Sayfa: 81)

* * *

İktidara hakikati söylemek

Entellektüelin tek dayanağı ödünsüz düşünce ve ifade özgürlüğüdür: Bu özgürlüğü savunma hattını gevşetmek veya dayandığı temellerden herhangi birinin kurcalanmasına göz yummak entellektüelin işine ihanet etmesi demektir.

(Sayfa: 85)

* * *

Yani artık herkes dünya hakkında yeni ve genellikle birbirleriyle çelişen görüşlerle ortaya çıkmaktadır: Her biri diğerlerini dışlayan tamamlanmış bir program sunan Yahudi-Hıristiyan değerleri, Afrika-merkezli değerler, Müslüman hakikatleri, Doğu hakikatleri, Batı hakikatleri hakkında bitmez tükenmez lâflar ediliyor. Bugün her yerde, tek bir sistemin başa çıkabileceğinden daha fazla tahammülsüzlük ve kulak tırmalayıcı bir iddiacılık var.

(Sayfa: 87)

* * *

Burada göstermeye çalıştığım gibi, entellektüellerin temsil eylemlerini gerçekleştirdikleri kamusal alan aşırı karmaşık bir niteliktedir ve rahatsız edici özellikler içerir; fakat, ancak entellektüelin, milletler ve bireyler arasında farklar olmasına izin verirken aynı zamanda bu farkları gizli hiyerarşilere, tercihlere ve değerlendirmelere tâbi tutmayan bir adalet ve hakkaniyet kavrayışına sarsılmaz bir inanç duyması halinde, bu alana etkili bir müdahalede bulunmanın bir anlamı olabilir. Bugün herkes için eşitlikten ve uyumdan dem vuran liberal dili kullanmayan yok. Entellektüelin sorunu ise bu kavramları, eşitlik ve adalet lâfları ile o kadar da hoş olmayan gerçeklik arasındaki uçurumun son derece büyük olduğu fiili durumlarla ilişkilendirmektir.

(Sayfa: 89)

* * *

Eskiden nesnel ahlâkî normlar ve makul otorite diye bilinen şeylerin ortadan kalkmasıyla kafası zaten karışmış olan bir dönemde yaşayan çağdaş entellektüelin kendi ülkesinin davranışlarını körü körüne desteklemesi ve işlediği suçları görmezden gelmesi ya da lâkayt bir tavırla "Bütün ülkeler böyle yapıyor her halde, dünyanın kanunu bu" demesi kabul edilebilir şeyler midir? Oysa burada söylememiz, söyleyebilmemiz gereken şey, entellektüellerin aşırı hatalar yapan iktidara yaltaklanarak hizmet ettikleri için entellektüel vasıflarını yitirmiş profesyoneller değil, -yinelersek- sonuç olarak iktidara hakikati söylemelerini sağlayan alternatif ve daha ilkeli bir duruşu olan entellektüeller olduklarıdır.

(Sayfa: 91)

* * *

Kimse hayatının her anında her konu hakkında söz alamaz. Ama insanın kendi toplumunun, yurttaşlarına hesap vermek zorunda olan yerleşik ve yetkili güç odaklarına seslenme konusunda özel bir görevi olduğuna inanıyorum ben; özellikle de bu güçler apaçık ahlâk dışı ve kendisinden çok daha güçsüz bir tarafa karşı yürütülen bir savaşta ya da kasten ayrımcılığı, baskı yapmayı ve toplu zulümü hedefleyen programlar için kullanıldığında.

(Sayfa: 92)

* * *

Bütün bu örneklerde bir durumun entellektüel anlamına eldeki bilinen olguları, yine eldeki bilinen bir normla kıyaslayarak ulaşılır. Bu kolay bir iş değildir, zira bilginin genellikle bölük pörçük, paramparça ve zorunlu olarak kusurlu bir biçimde sunulduğu göz önünde bulundurulursa bunun ötesine geçmek için belgeler, araştırmalar, sondajlar gerekir.

(Sayfa: 93)

* * *

Bence hiç bir şey entellektüeli sakınganlığa, doğru bildiği ama benimsememeye karar verdiği güç ve ilkeli bir konuma tipik bir biçimde sırt çevirmeye iten zihinsel alışkanlıklar kadar takdire lâyık değildir. Fazla politik görünmek istemezsiniz; adınızın oyunbozana çıkmasından korkarsınız; patronunuzdan ya da bir otoriteden onay almanız gerekir; dengeli, nesnel, ılımlı biri olarak kazandığınız ünü korumak istersiniz; kendisine fikir sorulan, danışılan biri, bir yönetim kurulu ya da prestijli bir komiteye üye olmak, sorumlu vasatlar arasından ayrılmak gibi bir umudunuz vardır; günün birinde bir şeref pâyesi, büyük bir ödül, hatta belki de bir elçilik kapma peşindesinizdir.

Bir entellektüel için bu zihinsel alışkanlıklar par excellence yozlaştırıcıdır. Tutkulu bir entellektüel hayatı biçimsizleştirebilecek, soğurabilecek ve nihayetinde öldürebilecek bir şey varsa o da bu alışkanlıkların içselleştirilmesidir.

(Sayfa: 94)

* * *

Entellektüel bir dağa ya da kürsüye tırmanıp yücelerden atıp tutmaz. Tabii ki söyleyeceklerinizi en iyi nereden duyulacaksa oradan söylemek istersiniz; ayrıca söylediklerinizi süregelen, fiili bir süreci, sözgelimi barış ve adalet davasını etkileyecek bir biçimde temsil etmek istersiniz. Evet, yalnız başına konuşur entellektüel, ama ancak kendisini bir hareketin gerçekliğiyle, bir halkın özlemleriyle, müşterek bir ideanın peşinde ortak olarak koşanlarla birleştirdiğinde yankı bulur sesi.

(Sayfa: 95)

* * *

Tanrılar hep iflâs eder

Bir entellektüel olduğun halde niçin bir tanrıya inandın ki zaten? Hem, eski inancının ve sonra ondan duyduğun hayal kırıklığının bu kadar önemli olduğunu düşünme hakkını kim verdi sana?

(Sayfa: 104)

* * *

İşin komik yanı eski dönekle yeni müminin genellikle aynı ölçüde hoşgörüsüz, aynı ölçüde dogmatik ve saldırgan olmalarıdır. Geçtiğimiz yıllarda aşırı soldan aşırı sağa kayış, sözde bağımsızlığı ve aydınlanmayı savunan ama, özellikle ABD'de, aslında sadece Reagancılığın ve Thatchercılığın yükselişini yansıtan cansıkıcı bir gayretkeşliğe yol açtı maalesef. Kendi kendilerinin reklamını yapan bu güruhun Amerikan kolu kendine İkinci Düşünceler adını takmıştı; o asi 60'larda savundukları ilk düşüncelerin hem radikal hem de yanlış olduğunu belirtiyorlardı akıllarınca.

Altmışların radikalleri, Vietnam savaşı ve Amerika karşıtı polemikleriyle kendilerine ne kadar fazla güveniyor ve inançlarını ne kadar fazla dramatikleştiriyor idiyseler İkinci Düşünceciler de kendilerine o kadar güveniyor, o kadar patırtı koparıyorlardı. Tabii tek sorun artık ortada komünist dünya, şer imparatorluğu diye bir şey kalmamış olmasıydı, ama geçmişte söylediklerini işine geldiği gibi budama ve sofuca pişmanlık duaları okuma faslının sonu gelmeyecek gibiydi. Aslında bir tanrıdan yeni bir tanrıya geçmekten başka bir şeyi kutladıkları yoktu.

(Sayfa: 104-105)

* * *

Şimdi Batı'nın büyük medya kuruluşlarında ABD politikalarını ya da İsrail'i eleştiren bir şey söylemeye çalışmanın son derece güç, öte yandan bir halk ve kültür olarak Araplara ya da bir din olarak İslam'a karşı düşmanca şeyler söylemenin gülünç denecek ölçüde kolay olduğunu herkes biliyor. Zira Batı'nın sözcüleri ile Müslüman ve Arap dünyasının sözcüleri arasında kültürel bir savaş var esasında. Böylesine alevli bir ortamda, bir entellektüel olarak yapılacak en güç şey eleştirel olmak, belli bir noktaya bomba yağdırmanın dildeki karşılığı olan belâgatli bir üslûp takınmaktan kaçınıp bunun yerine ABD'nin haklarını ezen kukla rejimlere verdiği destek gibi konular üzerinde odaklanmaktır ki ABD'de yazan biri için bunu yapmak eleştirilere davetiye çıkarmak demektir.

(Sayfa: 107-108)

* * *

Arap dünyasında entellektüeller

Öte yandan eğer bir Arap entellektüel olarak ABD polikasını ateşli bir biçimde, hatta kör körüne desteklerseniz; bu politikayı eleştirenlere saldırır ve bunlar Arapsa ne kadar alçak olduklarını gösteren kanıtlar icat eder, Amerikalıysa iki yüzlülüklerini kanıtlayan hikâyeler ve durumlar uydurursanız; Araplar ve Müslümanlarlar ilgili, geleneklerine kara çalan, tarihlerini tarif eden, zaaflarını (ki tabii ki bir sürü zaafları vardır) vurgulayan hikâyeler anlatırsanız söylediklerinize kulak verecek bir dinleyici kitlesi bulacağınız kesindir.

Hele bir resmen onaylanmış düşmanlara, yani Saddam Hüseyin'e, Baasçılığa, Arap milliyetçiliğine, Filistin hareketine ve Arapların İsrail hakkındaki görüşlerine saldırırsanız beklediğiniz mükâfatlar mutlaka gelir: cesaretinizden dem vurulur, sözünüzü sakınmıyorsunuzdur, ateşlisinizdir vs vs Yeni tanrı şüphesiz Batı'dır. Araplar, dersiniz, Batı'ya daha çok benzemeye çalışmalıdırlar, Batı'ya bir kaynak ve referans noktası olarak bakmalıdırlar. Batı'nın gerçekte neler yaptığının önemi yoktur, bunlar tarih olmuştur. Körfez savaşının yıkıcı sonuçları da tarih olmuştur. Hasta olanlar biz Araplar ve Müslümanlarız, sorunlarımızın tek kaynağı biziz.

Burada bir dizi şey göze çarpıyor. Bir kere burada evrenselcilik diye bir şey yoktur. Siz bir tanrıya sorgusuz sualsiz taptığınız için bütün iblisler öteki taraftadır: Bu siz bir Troçkist'ken de doğruydu, sabık bir Troçkist olduğunuz şu anda da doğru. Siyaseti karşılıklı ilişkiler düzeyinde ya da örneğin, Arapları ve Müslümanları Batı'ya, Batı'yı da onlara bağlayan uzun süreli ve karmaşık dinamikler gibi ortak tarihler düzeyinde düşünmüyorsunuz.

Oysa gerçek entellektüel analiz bir tarafa masum ötekine kötü demeyi yasaklar. Aslında kültürler söz konusu olduğunda bir taraftan söz etmek bile hayli sorunlu bir şeydir, çünkü kültürlerin çoğu tamamen homojen, ya salt kötü ya da salt iyi, su geçirmez küçük paketler değildirler.

(Sayfa: 108-109)

diYorum

 

155
Derkenar'da     Google'da   ARA