Merhaba Necdet, bugün yine çok şaşkınım.
Dün öğlen yemek için İstiklal caddesine çıktım. Amacım eski arkadaşlarımın yerlerini tespit etmekti. Birkaçını yine sağda solda sarhoş buldum.
Senelerdir, Beyoğlu'ndaki tinerci çocuklar, sokaklardan toplanıp mendil satsın diye oluşturulan kartellerdeki bacak kadar çocuklar, fuhuş için yetiştirilen ufacık kızlarla uğraşıp duruyorum. Başarı yüzdem ise yüzde yirmi civarlarında. Dokuz senenin emeği yüzde yirmi. Hedefim yüzde kırkbeşlerdi ama son dört senedir alenen uğraşamıyordum.
Geçenlerde de bahsettiğim gibi… Başarısız olduğum, bir kısım çocuğu, yerlerini tahmin ettiğim için gittim buldum. Üzerimde iş hayatının berbat giyecekleri, çıtkırıldım, hanım hanımcık bir hatun olarak Beyoğlu'nun arka sokaklarında arandım durdum.
Bir onbeş-yirmi dakika içinde neler olmadı ki… Sağımı solumu mıncıklamaya çalışanlar, "bayan otel var" diye teklifte bulunanlar, "alooo, sen kimin mekânındasın gülüm" diyenler… Benim yaşlarımda bir kadının "burası benim pazarım yosma" deyip üzerime çullanması…
Neyse, bunlar hiç önemli değil tabii ki. Ben zamanla bu tip saldırılar konusunda sokaklarda dayak yiye yiye iyi yetiştiğim, tabir-i caiz ise kaşarlandığım için kazasız belâsız atlattım.
Beyoğlu'nun arka sokakları deyince öyle, bir arka sokak değil, bir hayli ilerlemen lâzım. Kasımpaşa'ya, Tophane'ye doğru. Şöyle hafif bir rüzgâr esse yıkılacak sandığım binalar var oralarda. Kimisi yanmış, kimisinin yarısı yıkılmış binalar işte. Merdivenlerin yarısı var yarısı yok, her yer leş gibi. Bu tinerci çocuklar buralarda yaşıyor işte.
Eski tanıdıklarımdan üçünü bulabildim böyle bir binada. Oradaki çöplerin üzerine oturup sohbet etmeye koyulduk. Bir tanesi beni hatırlamadı bile… Çok sarhoştu… Hiç bir şey değişmiyor hayatlarında. Kollarındaki bacaklarındaki kesik izlerini görsen için yanar. Kendileri kesiyorlar kollarını; "faça atmak" dedikleri olay. Kendi çevrelerinde "racon" daki yerlerini belirliyor kollarındaki kesiklerin derinliği ve sayısı.
Aslında ne kadar tehlikeli gözükürlerse o kadar kendilerini savunabilecekleri görüşündeler. Üçünün de endişesi kışın başlamak üzere olduğu. Bu dediğim binaların içinde ateş yakıp ısınırlardı eskiden, hâlâ da öyleymiş… Her tarafları tinerken ve ateşi de tinerle yakıyorlarken, düşün artık, o evlerin zaten harap bir haldeyken, her yer çöpken yanma ihtimalinin ne kadar yüksek olduğunu…
Bu çocukları vazgeçirmek çok zor, hadi vazgeçirdin diyelim, çocuğun dengesini kazanana, uyum sağlayana, para kazınıncaya kadar desteklenmesi gerekiyor. Tekrar meyletmesi o kadar büyük bir ihtimal ki devamlı gözetmen lâzım. Bu arada sen çaba harcarken, çok şarhoş anına gelirsen seni de hırpalıyorlar falan…
Ayrıca tedavi gerekiyor tabii ki.
İrade kullanıp tineri bırakan çocuklarım da var ama ne acılar çektiklerini bilemezsin… Tedavi de bir hayli para… Ben şu anda ancak bir tanesinin tedavisini karşılayabilecek durumdayım ne yazık ki… İçlerinden bir tanesini; adı İdris, onbeş yaşlarında. Bursa'daki evinden kaçıp İstanbul'a gelmiş. Geldiğinde zatürree, uyuz, mantar gibi bir sürü hastalıkla Beyoğlu'unda Selpak falan satmaya başlamış. Sonrası da öncesi de hep aynı yani.
İdris'i kendi rızasını da alarak Alman Hastanesi'ndeki bir doktor arkadaşıma teslim ettim. Asıl zor kısmı bundan sonra başlayacak.
Neyse, o binadan tekrar geleceğime söz vererek ayrıldım. Yanlarına da bir kaç gün yetecek erzak falan bıraktım… Sonra artık çok acıktığım için yiyecek bir şeyler arıyorken; Selpak satan altı yaşlarında daha önce pek görmediğim bir kız çocuğu geldi yanıma. "Abla be n'olur be, ekmek parası alsana bi selpak, bak karnım aç" .
Şimdi nasıl dayanırım ki bu çocuğa? "O zaman gel beraber yemek yiyelim, sonra ben Selpak da alırım" dedim.
Tepkiyi zaten tahmin ettiğim için şaşırmadım. Korktu benimle gelmekten, çünkü bu çocukların sahipleri, onları para almayacakları şeylerle vakit kaybettiklerinde döverler. Ve hep gözleyen izleyen birileri vardır bu çocuklardan yaşça büyük.
Ve nitekim öyle oldu. Onaltı onyedi yaşlarında bir çocuk bitiverdi yanımızda. Onun da elinde Selpak. Satmaya niyeti falan yok tabii. "Abla burdan al, ekmek parası" demeye başladı. Ben de ona bu kız çocuğuna "beraber yemek yiyelim" dediğimi söyledim. İsterse onun da bize katılabileceğini belirttim. Ve gerginlik sona erdi.
Kaldıkları yeri öğrenmeye çalıştım söylemediler, nerede yiyip içtiklerini, kimin onlara baktığını sordum söylemediler. Sadece yemek yediler, yemek yedik. Ama lâf arasında anlattıkları ufacık şeyleri bile duysan kalbin nasıl yanar anlatamam.
Sonra ayrıldık… Ben onları tekrar görmek istediğimi söyledim. "Olur" dediler. Onlar hep oradaymışlar gündüzleri.
İşte böyle Necdet, öğlen tatili dedim, neler oldu… İşe geç kaldım, hiç önemli değil. Ama aklım oralarda hâlâ. Bu çocuklara yardım eden bir kaç küçük sivil organizasyon biliyorum. Ama yeterli olmuyor ne yazık ki.
Ben yine kendimce devam edeceğim sanırım. O organizasyonlara da yardım etmeyi ihmal etmeyerek. Eskiden daha az parayla daha çok yardım edilebiliyordu halbuki. Sana da anlatmak istedim.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.