Ayşen Sivrikaya - 25 Kasım 2002
Bir gün daha bitti. Bilgisayarın karşısında, üstünü birçok yastıkla konforlu hale getirdiğim koltuğuma yapışkan ile yapıştırılmış gibi oturmaya 12 saat önce başlamıştım. Bu bilgisayar hele de internet tehlikeli bir şey gerçekten.
Bugün mail listemdeki bir forward oturup şu "Beyaz Türk" meselesi üzerine tekrar düşünmemi sağladı… Arkadaşım, kendilerini "Türk" olarak gören bir millet mensubu. Kahkahasına ortak olmamı istemiş olacak ki bana "Bir Türk'ü nasıl tanırsınız?" konulu bu maili forward etmiş.
İlk bakışta insanı eğlendiren bir mail, fakat tekrar incelendiğinde, yazının, halkı beğenmeyen, küçük gören bir anlayışın ürünü olduğu fark ediliyor. Bu mailin yaratıcısının yurt dışından önemli bir üniversitede öğretim görevlisi ya da üyesi olan bir Türk olması da beni rahatsız etmiş olabilir.
Halkı, halktan farklı, kendilerine ayrılmış olduğunu düşündükleri bir loncadan görüp, pervasızca eleştirebilme lüksünü kimlerden aldıklarını bilemiyorum. Ki bunlara eleştiri diyerek biraz iyimser yaklaşıyorum. Bu resmen küçük görme, aşağılama. Kim görevlendirmişse onları, halkın göremediği ama yaşadığı yanlışlıkları gün yüzüne çıkarmak, iyiyi, daha yaşanılası olanı göstermek ve halka yön vermek adına bu şekilde "eleştiri" yaptıklarını iddia edebilirler. Onlar halka göre yükseklerde oldukları için tüm açıklarıyla yanlışları görebiliyor olmalılar! Biz kendi beğenmedikleri "boyumuzun" elverdiği ölçüde ancak görebiliyoruz ya hayatı onlara göre! Kimden aldılarsa dizginlerimizi ellerine…Vur babam vur kırbacı üzerimize…
Tabi nasıl ki bireylerin kendileriyle dalga geçmeleri ruhsal durumları açısından rahatlık verici ise, toplumlar da kendileriyle dalga geçebilmelidir. Fakat bunun, umarım yanılıyorumdur, toplumdan kendini soyutlamayı bir başarı olarak gören zihniyette olduğunu düşündüğüm bir üniversite akademik çalışanı tarafından yapılması bence halkın kendisiyle dalga geçme mevzusuna uzak kalıyor.
Ben de bir üniversitenin akademik çalışanıyım. Fakat, annemin Karadeniz ağzıyla konuşmasından keyif duyan biriyim . Hâlâ Karadenizliler'e özgü "da" 'yı konuşmalarımdan silemem.
Okulda akademik personel "makamı" bana "bahşedildiğinde", hocalarımdan biri beni şu şekilde uyarmıştı: "Ayşen, artık yüksek bir sınıfa atlıyorsun. Kendini öncelikle buna ayarlaman gerekiyor. Önüne muhteşem bir dünya açılıyor. Halktan biri olmayı artık gerilerde bırak."
Artık yüksek rütbeden insanlar muhatabım olacaktı, halkı beğenmemek, ortak düşüncemiz. Tabi, bunun bana getirdiği külfetler(!) de vardı. Öyle her yerde görünmemem gerekiyordu. "Klâs" yerlere takılmalıydım. Öğrencilerle aynı yerde yemek yemek bile avamlaşmak olabiliyordu. Ya da taşkınlık yapmayı unutacaktım. Sevinçten bölüm koridorlarında koşmak bir taşkınlıktı meselâ.
Halktan insanlara "iyi" davranmak gerekiyordu. Çünkü, bu sayede mühim işlerin onların tamamladıkları ayrıntılarıyla daha iyi yürüyordu. Tabi ki bu akademisyenler üstün ırka dahil olduklarından, geçmiş evrim basamaklarını hakir görebiliyorlardı.
Bütün Türkler çalışkandır, Arnavutlar haindir, Lâzlar aptaldır gibi saçma şeylerle insanları sınıflandırmaya da sinir olurum. Zaten işin içine milliyetçilik ya da herhangi bir şovenizm girerse mümkünse benden çok uzakta kalsın. Bu nedenle, tüm akademisyenler böyledir demiyorum. Kendini halktan gören akademisyenleri hariç bırakarak şöyle diyebilirim: Beyaz Türk diye bir sınıflandırma varsa akademisyenlerin bir çoğunu dahil eder.
Ve ben "sınıf" ımla çatışmak pahasına, araştırma görevlisi kendi arkadaşlarımın bile tepkisini çeksem de bu sınıflandırmaya girmeyeceğim. Sevindiğimde koridorlarda koşmaya, hatta seksek oynamaya, öğrencilerle aynı yerde yemek yemeye, en rahat kıyafetlerimle okula gitmeye, serviste öğrencileri küçük gören akademisyenlerle tartışmaya devam edeceğim. Bu doçent olduğumda da profesör olduğumda da böyle olacak.
Yıllar bize şunu ıspatlamıştır ki, farksız ortamlarda farklı düşünüyorsanız ve iyiyseniz dezavanlajlısınız(dır) ve istediğiniz kadar mücadele edin eğer taviz vermesseniz bu tip (sahibi olmadığımız) kollektif müesseselerde yükselme (kariyer, ünvan vs.) bir arpa boyu kadar yol alamıyorsunuz.
Haa! "Attım denize balık bilmesse halık bilsin" derseniz ve bizler yerimiz de saydırılırken yıllar sonra öğrencilerimiz bizlerin hocaları olursa ve bu durumu bilgelikle karşılıyabilirsek ne alaa! Yok ben bu durumu kaldıramam derseniz önceden empati yapmalı ve o durumlara düşmeden, "Alır Başmı Giderim Efeler Gibi" diyebilmeli.
Yine de çok zor durumlar olduğunu da söylemeliyim. Çünkü Gayri Safi Milli Hasıla istatistiği içinde biriysek işimiz daha da zor. Sanırım bilgelikle durumu geçiştirmeye çalışacağımız daha yüksek bir ihtimal gibi gözüküyor, ne dersiniz arkadaşlar haksız mıyım?
Henet - 3 Ocak 2008 (16:42)
Gayri Safi Milli Hasıla istatistiği içinde biriysek işimiz daha da zor. Sonuna kadar haklısınız. Yazınızı okudum, kendi yaşam biçimimde kendimi sorguladım. Diyorum ki, EVET ÇOOK HAKLISINIZ.
Gülnaz Paşaoğlu - 4 Ocak 2008 (15:31)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.