Patronsuz Medya

Kime ne?

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 1990  


Ülkemizde uzun yıllar toplumda olması gerekenler, Turhan Selçuk 'un resimli romanı Abdülcanbaz'da gerçekleşti.

Üçkağıtçılık ve köşe dönücülük, gerçek yaşamda sürekli yol alırken, resimli romanda yenik düşüyordu. Osmanlı tokadı ile, dürüstlüğüyle, zekâsıyla, yurtseverliğiyle ilgili Abdülcanbaz'ın gönüllerde bu kadar taht kurmasının bir nedeni de acaba gerçek yaşamda bir türlü hak ettikleri yerleri bulamamış erdemlerin, doğruluğun, dürüstlüğün Turhan'ın fırçasında olması lâzım gelenin içindeki hakedilmiş noktalara varabilmeleri miydi?

Son zamanlarda karşılaştığımız olaylar, toplumumuzun bir kez daha olması gereken konusunda, resimli romandan geride kaldığını gösteriyor.

Nitekim Necdet Şen'in çizgi romanındaki düşsel genç parti lideri Doğan Önder, son günlerde toplumumuzu çok ilgilendiren bir olay ile ilgili olarak nasıl bir yol tutulması gerektiğine ışık tutan ipuçları veriyordu.

Gerçekten Doğan Önder, özel yaşamıyla ilgili olarak gerçekle en ufak bir ilişkisi olmayan çirkin yalanları bile yanıtlamak gereğini duymuyor, "özel yaşamının yalnızca kendisini ilgilendirdiğini", bazı kişilerde kendi zararına yanlış izlenimler uyandırma pahasına da olsa büyük bir rahatlıkla söyleyebiliyordu.

Ne yazık ki son olaylar gerçek yaşamın bir kez daha çizgi romanın gerisinde kaldığını, olması gerekenin toplumsal yaşamımızda gerçekleşmediğini göstermiş bulunuyor.

Gerçek yaşamdaki siyasîlerimiz Doğan Önder'in yürekliliğini gösterebilmiş değillerdir.

Güzel-Hande olayından söz ettiğim anlaşılmıştır sanıyorum. Toplumun çeşitli kesimleri güzel-Hande olayının kendilerini en ilgilendirmeyen yanı üzerinde uzun uzun dururlarken, gelişmenin en dehşet verici yönünü gözden kaçırdılar. Ve ne yazık ki bu arada olayın kahramanlarından Hasan Celal Güzel de son olarak UBA'ya yaptığı açıklama ile tarihsel bir olanağı kaçırmış bulunuyor. Sayın Hasan Celal Güzel, UBA'ya verdiği talihsiz demeçte, "Hande ile hiç bir ilişkim olmadığına yemin ederim" demiş ve bizce doğrusu çok ayıp etmiş.

Yirminci yüzyılın dördüncü çeyreğinin yarıdan çoğunu da geride bıraktığımız bir dönemde, sorumlu bir politikacıya yakışan davranış, olayın Hande ile var olduğu ileri sürülen ilişki ile ilgili yönü hakkında "Size bu konuda hiç bir şey söyleyecek değilim. Hande hanım ile ilişkim yok demek bile kimsenin karışmaya hakkı olmadığı bir konuda açıklama yapmak demektir. Benim ilişkimin olup olmaması kimseyi ilgilendirmez. Olsa olsa eşimi ilgilendirir. Bu, olayın kamuyu ilgilendiren yanı değildir" demek olmalıydı.

Gerçekten de siyasal liderlerin özel yaşamları da kimseyi ilgilendirmez, ilgilendirmemelidir. Bu gerçeği birçok insanın ve kurumun beynine vura vura yerleştirecek yüreklilikte adamlar çıkmadığı takdirde, toplumumuz seksüel röntgenci ve komploculardan bir türlü kurtulamayacak. Demokrasimizin sayrılığına yeni aksaklıklar eklenecektir.

Sorumlu, bilinçli bir politikacı, özel yaşamı ile ilgili sorular konusunda açıklama yapmayı reddedecek kadar yürekli olabilmelidir.

Hande olayının toplumu ilgilendiren yanı; Dışişlerinden bazı belgelerin alınıp alınmadığı, alındılarsa bu belgelerin gizlilik niteliği taşıyıp taşımadıkları ve kimlere verildikleri, bu arada Hande Mumcu ile Hasan Celel Güzel'in bu olayda sorumlulukları olup olmadığıdır.

Hande Mumcu'nun Hasan Celal Güzel ile duygusal ya da cinsel bir ilişkisi olup olmadığı, var ise nereye kadar ulaştığı ya da buluşma frekansı, kimseyi, devletin güvenlik güçlerini de, yargıyı da ilgilendirmez.

Ne yazık ki Güzel-Hande olayında soruşturma bu yönde gelişmemiş. Hande Mumcu'nun gözleri kapalı alınan ifadesinde kimsenin üstüne vazife olmayan sorular sorulmuştur.

Doğrusu ya basının da Güzel-Hande ilişkisine yaklaşımı siyasal yaşamımızdaki seksüel röntgencilik sayrılığını daha da artırır biçimde olmuştur.

Kimi gazeteler, Güzel-Hande olayı ya da Hande Mumcu'nun özel yaşamıyla ilgili öylesine ayrıntılar ve doğru ya da yanlış bilgiler vermişlerdir ki insanın tüylerinin ürpermemesi elde değil.

Demokrasiyi, özgürlükleri, insan haklarını korumak istiyorsak herkesin özel yaşamına saygı göstermek kadar kendi özel yaşamımıza saldırıldığı ya da onunla ilgili doğru ya da yanlış söylentiler ortaya atıldığı zaman, tartışmanın içine düşmemeyi ve "sana ne? kime ne?" demeyi öğrenmemiz gerekir.

Yoksa özel yaşamımızla ilgili bir yalana karşı "bu yalandır, doğrusu şudur" yanıtını verdiğiniz zaman, özel yaşamın ortaya dökülmesini ve tartışılmasını kabul etmiş olursunuz ki bu büyük bir yanlıştır.

Hasan Celal Güzel bu yanlışa düşmüştür.

Keşke düşmeseydi, görecekti ki zaman içinde çok daha güçlü bir duruma gelecekti.

diYorum

 

472
Derkenar'da     Google'da   ARA