Patronsuz Medya

Kuşatılmış Toplum

Zygmunt Bauman - 2002

Künye - Zygmunt Bauman - Kuşatılmış Toplum, Sayfa: 126-130, Çeviren: Akın Emre Pilgir, Ayrıntı Yayınevi, Türkçe'de İlk Baskı: Mayıs 2018  


Gezegenin Hudut Boylarında Yaşamak ve Ölmek

11 Eylül 2001 olaylarının birçok anlamı vardır. Birçok söylem tarafından sahiplenilip yeniden işlenecekler, oldukça az sayıda tarihsel dizilim içinde dönüm noktaları olarak yorumlanacaklardır. Ancak yaşanan hadiselerin en belirleyici ve uzun erimli öneminin, nihayetinde mekân çağının sembolik sonunu getireceğini iddia etmek ayartıcıdır.

Çağın tarihsel anlamda gerçek bir sonu olmaktan ziyade sembolik bir sondur; çünkü 11 Eylül 2001'de yaşananlar, uzun süredir sürmekte olan ve en azından olgunlaşması yirmi-otuz yıl almış gelişmeleri sadece yüzeye çıkarmış, çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermiş ve zorla kamuoyunun dikkatine sokmuştur. Boston yolunda kaçırılan jetler, aşırı doymuş bir çözeltiye fırlatılan bir çakıl taşı gibi, zaten kimsenin dikkatini çekmeden bileşimin kimyasal yapısını radikal bir biçimde değiştirmiş maddelerin birden bire kristalize olmasına ve böylece aniden çıplak gözle görünür hale gelmesine yol açmıştır.

Dahası, 11 Eylül olayları bir başka açıdan da semboliktir: Yerkürenin en meşhur kentinin meşhur simgelerinde, modern medyanın aynı yerde toplayabileceği TV kameralarının en bol olduğu yerde gerçekleştirilen terör saldırısı, ne kadar çarpıcı ve kanlı olsalar da başka hadiselerin hayalini dahi kuramayacağı ölçekte küresel, net ve simgesel bir konuma kolaylıkla ulaşmış oldu.

Yine çarpıcı ve nefes kesici bir biçimde, küresel hadiselerin aslında ne olabileceğini gösterdi. O güne dek soyut niteliğini korumuş küresel bağımlılık ve yerkürenin bütünlüğü gibi fikirlere somut bir beden verdi. Tüm bu sebeplerden ötürü mekân çağını sembolik düzlemde sona erdirme rolüne, yakın zamanda belleğimizde yer etmiş tüm diğer hadiselerden daha uygundur.

Mekânların çağı kadim imparatorluklara ait Çin ve Hadrian duvarlarıyla başladı, ortaçağ kentlerinin hendekleri, asma köprüleri, kuleleriyle sürdü, modern devletlerin Maginot ve Siegfried hatlarıyla zirveye çıkıp, uluslar üstü askeri blokların inşa ettiği Atlantik ve Berlin duvarlarıyla sona erdi. Bu çağ boyunca toprak en çok arzulanan kaynaktı. Tüm güç mücadelerinin ağız sulandıran ödülü, galiplerle mağlûplar arasındaki farka mühür vuran şeydi. Bir savaştan kimin galip çıktığını, savaşın dumanı çekildiğinde alanda hâlâ kimin hayatta olduğunu bularak anlamak mümkündü.

Ancak en önemlisi, toprak bu çağ boyunca güvenliğin temel garantisiydi: Güvenlik meseleleri, kontrol edilen toprağın boyutları ve derinliğiyle ele alınıp değerlendirilirdi. Mekânın çağı "derin hinterland"ların, (Lebenstraum, cordons sanitaries) dönemiydi ve İngilizlerin evleri onların kaleleriydi. İktidar bölgeseldi [territorial], dolayısıyla özeldi ve iktidarın müdahalesinden muaftı. Chez Soi [Ev/Yurt] sıkılaştırılıp geçit vermez hale getirilebilecek sınırlara sahip bir yerdi. İzinsiz girme etkin bir şekilde yasaklanabilir, giriş-çıkışlar sertçe düzenlenip denetlenebilirdi. Toprak bir sığınak ve barınaktı: Kişinin kendisini içine kaçıp kilitleyebileceği, "yeraltına sığınabileceği" ve kendisini güvende hissedebileceği bir yerdi. Kişinin kaçmak ve saklanmak istediği potansiyel güçler sınırlarda durmaktaydılar.

Bunların hepsi artık geride kaldı ve bir süredir de ortada böyle bir şey olmadığı gibi sinyaller konusunda hiç bir eksiklik yoktu (…) fakat hiç kuşku yok ki; ancak 11 Eylül'le birlikte baş döndürücü derecede belirgin hale geldi. 11 Eylül olaylar bunu öyle bariz bir şekilde gözlere soktu ki; ne kadar ustalıklı, mesafeli ve kayıtsız olsa da kimse artık dünyanın geri kalanından kendisini uzak tutamazdı.

Ayrıca mekânın koruyucu kapasitesinin yok olmasının, iki yanı keskin bir bıçak olduğu da anlaşıldı: Kimse darbelerden saklanamaz ve hiç bir yer belli bir mesafeden kurgulanıp indirilebilecek darbelerden kurtulacak uzaklıkta değildir. Ne kadar silâhlanmış ve tahkim edilmiş olursa olsun, mekânlar artık koruyamaz. Güç ve zayıflık, tehdit ve güvenlik artık esasen bölgesel/sınırlar-içi (ve odaklı) çözümleri aşan bölgeler/sınırlar-üstü (ve dağınık) meselelerdir.

Mevcut küresel güvensizliğin kaynakları, Manuel Castellas'ın tabiriyle "akışkanlık mekânları"nda yatmaktadır ve bu güvensizliği çözme veya aşmaya dönük önlemler, güvensizliğin etkilediği yerlerden sadece biriyle yahut seçilen birkaçıyla sınırlı kaldığı müddetçe, bırakın etkili bir şekilde ele almayı bu kaynaklara ulaşmak dahi mümkün değildir. Oysa 11 Eylül'e dek, küresel tehditlere çözüm bulmak yerine genelde, tehlikelere karşı yerel ve kişisel muafiyetler bulmaya dönük (nafile ve etkisiz) girişimlere başvurulurdu (Örneğin Soğuk Savaş'ın "karşılıklı garanti altına alınmış yıkım" stratejisinin geçerli olduğu dönemde ailelere özel nükleer sığınaklara duyulan büyük ilgiyi veya kentlerde artan şiddet ve suç eylemleriyle, "kapalı topluluklar"ın durmadan büyüyen popülerliğini akla getirelim).

Güvensizliğin küresel köklerine erişememe hali, bunlarla baş etmek için yerel sınırlarla çevrili bir alanda kalınıp, sadece yerel araçlardan yararlanıldığı sürece "güvenliğin aşırı yüklenmesine" yol açmıştır: Güvensizliğin yarattığı kaygılarla endişelerin, güvenliğin eylem sahasına yansıması. Güvenlik, tek bir yerin dar çerçevesinde hareket etmeyi sağlayacak (etkin bir şekilde olup olmayacağı başka bir meseledir) kesinlik/güvenlik/emniyet üçlüsünün bir yönüdür. En önemlisi, güvenliği artırmaya dönük eylemler, bir şeylerin yapıldığına kanıt olarak görülebilecek tek eylem türüdür.

11 Eylül'dekine benzer bir terör saldırısı, sömürgeleştirilmemiş, politik anlamda denetlenmeyen, bütünüyle düzenlemelerden uzak, sınırlar üstü "akışkan mekânlar" içinde yoğun şekilde üretilen küresel güvensizlikten ötürü, uzun süredir makul ve olması muhtemel bir şeydi. Yine de sadece, kültürel meselelere kuşbakışı bakmayı seven uzmanların kafa yorduğu soyut bir tehdit şeklinde kalmayı sürdürdü. Bu tehditin nihayetinde aldığı biçimle somutlaşması, uzmanların öngörülerini hızla sağduyulu gerçeklere dönüştürdü. Diğer bir deyişle, dokunulmaz olanı dokunulur, görünmez olanı görünür, uzağı yakın kıldı.

Böylelikle bu tehdit, ustalaşması zor olup kullanılması tuhaf (varsa bile çok az sözdizimsel kuralı olan, semantik bakımdan yoksul) küresel güvensizlik dilinden, herkesin aşina olduğu, her gün kullanılan ve kolay anlaşılan kişisel güvenlik diline çevrildi. Uzun vadede bu tercüme, genelde ayrı ayrı ele alınan iki husus arasındaki bağın idrakine, hatta geri tercümelerin (yani yerel güvenlik kaygılarının küresel güvenlik meselelerine çevrilmesinin) mümkün kılınmasına yardımcı olabilir. Ancak şimdilik, mevcut doxa [kanaat] içinde çözüme kavuşmuş gibi görünen şey, yerküre üzerinde politik olarak ayrılmış tüm kesimlerin içine düştüğü yeni vaziyettir: Karşılıklı bir şekilde garanti altına alınmış kırılganlık. Hiç olmadığı kadar netleşen şeyse, bir zamanlar (artık demodeleşmiş) bölgesel savaşları göz önüne alarak geliştirilen yüksek teknoloji silâhların ölçeğiyle, kırılganlığın derecesini ölçmenin artık imkânsız oluşudur.

Eric Le Boucher, 11 Eylül'de kafamıza zorla vurulan yeni aklı şöyle özetlemişti: "Dünya biri zengin, modern anti-balistik füze sistemlerinin arkasında güvende olan, diğeriyse kendi savaşlarına ve 'arkaizmler'ine terk edilmiş iki ayrı parçaya bölünemez." 11 Eylül'den sonra zenginler ve sözde güvende olanlar zenginliklerini koruyup güvende olmayı istiyorlarsa, "uzaklardaki ülkelerin artık kendi anarşizmlerine terk edilemeyeceği"ni anlamalılar.

diYorum

 

60
Derkenar'da     Google'da   ARA