Patronsuz Medya

Pilot

Kâmuran Kızlak - 11 Ağustos 2010  


Bilen bilir, havaalanına yakınlığı sebebiyle olsa gerek, İstanbul'un Ataköy semti sakinleri arasında bolca pilot ve hostes bulunur.

Üstünde havayolu üniforması ve elinde peşi sıra sürükleyip durduğu bir trolley valiz ile dolaşan havayolu görevlileri (pilot, hostes vs) görmek orada sık karşılaşılan bir manzaradır.

Hem memlekette hem Hong Kong'da birkaç tane pilot ve hostes apartman komşum oldu. Memlekette apartman komşuluğu yaptığım pilotların ise neredeyse hiç birisini hatırlamıyorum. Pek öyle selâmla-sabahla, muhabbetle, komşulukla falan işleri olan adamlar değillerdi.

Bir tanesi hariç. Geride hatırlamaya değer izler, anılar bırakan galiba bir tek o oldu. Bu hikâye ondan geri kalanlara dair.

* * *

Geçen yıl ilkbaharın ilk günleri. Memlekete geleli birkaç hafta olmuş. Baharın her günü doğayla birlikte adeta ben de derin bir uykudan kalkıyor, enerjimi topluyor ve canlanıyorum. Keyfim bir yerinde ki o kadar olur. Bu keyfimi iki duble cin-tonikle katmerlediğim bir akşamüstü kapımın zili çaldı. Kalkıp açtım. Karşımda pilot üniformalı, düzgün görünüşlü, en fazla otuz yaşında bir adam:

- "Ben pilot Ziya. 8 numaraya geçen hafta taşındım. Komşularıma bir merhaba demek ve tanışmak istedim. Sebebi ziyaretim budur. Rahatsız ettiğim için özür dilerim. Galiba siz de yalnız kalıyorsunuz…"

On senedir bu apartmanda oturuyorum, ilk defa bir komşum tanışmak için kapımı çalıyor, tabii ki çok memnun oldum. Karşımdaki şahıs kibar ya, ben de kendimce şaka yollu bir mukabelede bulundum.

- "Hoş geldiniz. Cin-tonik içiyordum. Buyurun, birer duble de beraber içelim. Birkaç duble daha içersem ben de pilotların arasına karışırım herhalde."

Böyle söylerken niyetim havadaki resmiyeti dağıtmak ve samimi bir hava yaratmaktı. Ama bu son cümlem galiba komşumun biraz keyfini kaçırdı. Gene de nezaketi elden bırakmadıysa da yüzünde tatsız bir gülümseme belirdi.

- "Yan komşuya da bir merhaba diyeyim, sonra uçuşa gideceğim. Bu akşam uzak bir ülkeye uçuşum var da…"

"Ben de uçarım her akşam uzak ülkelere" diyecekken, sustum.

- "Yan dairede oturanları tanıyor musunuz? Hani bir yanlış anlaşılma durumu olmasın, o yüzden soruyorum."

- "Tanıyorum, on senedir komşuyuz. Ortada yanlış anlaşılacak ne var ki?"

Kapıyı çat diye kapatmak gibi olmasın diye, yan dairenin zilini çalmasına da nezaret ettim. Çocuktaki şansa bak ki kapıyı komşunun güzel ve sevimli kızı açtı. Ta 11-12 yaşlarındaki halini bildiğimden ve evli kaldığım süre içinde eşimle arkadaşlık eden bu şirin kızla samimi bir ilişkimiz vardı.

Kapıyı açtığında Pilot'a çaktırmadan "bak sana iyi bir kısmet gönderiyorum, bu kıyağımı unutma" kabilinden hin bir mimik yolladım. Mahçup bir "mesajı aldım" gülümsemesiyle karşılık verdi. İyi akşamlar dileyip çektim kapımı.

Pilot'a o kapıyı çalması için cesaret vererek bir tür çöpçatanlık yapmış olduğumu farkettim hemen ardından. Bir üniversite öğrencisine pilot bir erkek arkadaş. Kısmet ayağına gelmiş, daha ne ister insan?

* * *

Birkaç hafta sonra Hong Kong'a döndüm. Memlekete tekrar geldiğimde sanırım aradan beş-altı ay kadar bir zaman geçmiş olmalı. Ben yokken gençler muhabbeti epeyce ilerletmişler.

Ortalama bir vatandaşın diliyle söylersek, birçok insanın imrendiği bir mesleği olan, eli yüzü düzgün sayılabilecek, kadınlara çekici gelebilecek bir adam, ideal sevgili -veya koca- adayı. Kim kaçırmak ister ki böyle bir kısmeti? Her genç kızın rüyası. Tabii ki benim üniversitel çağındaki komşu kızı da kapmış yakışıklıyı. Beraber dışarı çıkmalar, yemeler içmeler, eğlenmeler falan derken haliyle pilot eve de davet edilmeye başlanmış. Ailecek yenilen yemekler, sohbetler, eğlenmeler. Anlatılan ve dinlenen uçulan ülke hikâyeleri eşliğinde yuvarlanan hepsi "Free Shop" lardan alınmış içkiler, tüttürülen sigaralar, yenen çikolatalar. Ve tabi yürek ısıtıcı daha başka hediyeler.

Aile güzel kızlarına hayırlı bir kısmet çıkmış olmasının bahtiyarlığı içinde, kızın ise aşkından neredeyse ayakları yerden kesilmiş. Öyle bir saadet havası ki, o hava dağılmasın diye insanın nefesini bile hafifçe üfleyesi ve nazar değmesin diye üç defa tahtaya vurası geliyor.

Ama bir gün tersten esen bir rüzgâr bu havayı dağıtıveriyor. Kızın akrabalarından olan başka bir kız, adamın anlattıklarında mantık dışı bir ayrıntı yakalıyor. (Bana da anlatıldı ama şimdi aklımda kalmamış.) Ondan sonra ailenin Pilot'a ilişkin algısı hızla değişiyor tabii. Çocuğa "yalancı" damgasını basıyorlar.

Bu arada, biraz meslekî bilgiçlik yapalım: İnsan aklı bir tuhaf; doğruları olduğu gibi hatırlıyor fakat yalanları hatırlamakta beceriksizlik ve isteksizlik gösteriyor. Eğer kişi yalancıysa, yalan zinciri uzadıkça söylenenleri hatırlamak da zorlaşacağından, bir yerde zincirin kopması, açık vermek ve dolayısıyla foyanın ortaya dökülmesi de kaçınılmaz. O nedenle, en doğrusu her zaman doğruları söylemek. Hatırlaması kolay olsun diye.

* * *

Nerede kalmıştık? Açığı yakalayan akraba, adama bir şey çaktırmamış ama durumu kıza ve kızın ailesine anlatmış. Aile efradı da sezdikleri ama başını sonunu bir araya getiremedikleri kuşkularını dillendirdikçe adamın yazdığı hikâyelerde daha başka açıklar da bulmaya başlamışlar. Fakat ona bir şey söylememeye, bütün şeceresini öğrenmeye ve bunu bir eğlenceye dönüştürmeye karar vermişler. Komşumun anlattığına göre epeyce de eğlenmişler. Bir yandan da "acaba bunun niyeti nedir, bu işin sonu nereye varacak diye" başlamışlar merakla beklemeye.

Baba emekli savcı. Araştırma soruşturma nasıl yapılır gayet iyi biliyor. Kuşkularını doğrulayacak birkaç istihbarat ve delil toplama çalışmasına girişmiş. Apartman görevlisindeni biraz kurcaladıktan sonra esas soruyu sormuş:

- "Sen bu adamın pilot olduğundan emin misin?"

Pası alan görevli bitirici darbeyi vurmuş:

- "Valla bu adam meteliksizin biri gibi geliyor bana. Benden bile borç para istediği oluyor. Burada o kadar pilot oturdu ama ben böylesini hiç görmedim. Arada bir uçuşa gidiyorum diye birkaç gün ortadan kayboluyor. Ama hiç üniformayla gidip gelirken görmedim."

* * *

Sonunda merakla bekledikleri "bu adamın niyeti nedir" sorusunun yanıtı da gelmiş. Ailecek yenilen bir akşam yemeği sonrası yapılan sohbet sırasında bizim Pilot, satın aldığı büyükçe bir arsadan ve o arsanın tapu işlemlerini tamamlamak için ihtiyacı olan onbeş yirmi bin Avro cıvarında paradan söz etmiş. Birlikte arsayı görmeye gitmeyi teklif etmiş. Arsayı nasıl değerlendirebileceklerine dair öyle projeler anlatmış ki insanın dolarlar üstünde yuvarlanıp uyuduğunu hayal etmesi işten bile değil.

Baba "hay hay, tabi ki, neden olmasın. Birkaç gün içinde parayı toparlarız ve işinizi görürüz. Şunun şurasında yabancı mıyız ki" demiş.

Lâkin pilot komşumuz vuslata nail olamadan, bizim kıza bir elveda busesi bile konduramadan, bir gün aldığı bir telefonla evi apar topar terk etmiş. Üniformasını bile götüremeden. Kör talih işte.

Sadece en başına maydanoz olduğum hikâyenin son kısmına da işte tam bu noktada tanık lık ettim.

Bisiklet turundan döndüğüm bir öğle sonrası bizim apartman görevlisi beni apartman girişinde elinde bir pilot üniforması ile karşıladı.

- "Hayırdır İsmail, sen de mi pilot oldun" diye takılmaya kalktım. İsmail, keskin zekâsıyla mesajı hemen kaptı, adamla dalga geçer bir edayla havadisi yetiştirdi.

- "Yok. 8 numarada oturan pilot az önce elinde iki valizle arka kapıdan çıktı. Acil gitmesi gerekiyormuş. Üniformayı da bana bıraktı. Bir ara gelip alacakmış."

Aradan daha beş dakika geçmeden apartmanın önünde sertçe duran bir cipten inen ve bizim Pilot'u soran dört azman da günün sürprizi oldu.

Adıyla sanıyla "8 numaralı dairede oturan Ziya" diye sorduklarına göre belli ki ciddi bir istihbarat almışlar. Gene de azmanlar kapıya dayandığında bizimki kıl payı tüymüş ve maçayı -bu defalık da olsa- kurtarmış.

Hayat ne garip! Hem adamı tam profiliyle gammazla, hem de kaçması için postu deldirmeyecek kadar zaman tanı. Yani bravo!

Bence iyi bir ders ama bu tür adamlar (ben diyeyim psikopat, sen de sosyopat ya da anasının gözü) ders alacak cinsten insanlar değildirler. Sonraki işinde açık vermemek için daha dikkatli olur, o kadar.

Asıl merak ettiğim, bu adamın peşindekileri kim nereden bilir ve bulur ve böyle ustaca bir tezgâhı nasıl kurabilir? Şu sarı sıcakta bu işe benim aklım ermedi.

Yorumlar

Bu hikâyenin bir benzerini Steven Spielberg'in "Catch Me If You Can" adlı filminde izlemiştim. Bizde "Sıkıysa Yakala" adıyla oynadı. 60'lı yıllarda geçen gerçek bir olaydan esinlenerek yazılan bir romandan alınma yanlış hatırlamıyorsam. Filmde pilotu Leonardo Di Caprio, onu yakalamaya çalışan dedektifi ise Tom Hanks canlandırıyordu.

Yazıyı ilk okuduğumda "acaba bize filmi mi anlatıyor" diye düşündüm. Ama sonra internetteki şu haberi görünce anladım ki, hikâyeniz orijinal, bir tane Caprio da bizde var. Siz ona rastlamışsınız demek ki.

Cengiz Topel - 14 Ağustos 2010 (11:37)

Yukarıda hikâyesini yazdığım "pilot" tan 2 yıl kadar önce apartmana bir başka "pilot" taşınmıştı. Bu zat apartmanda 6-7 ay kadar kaldı ve sonra ayrıldı. Hikaye konusu olan pilotun aksine bu çok ketumdu ve kimseyi çarpmak gibi bir niyetine tanık olmamış apartman ahalisi. Bunun foyasını ortaya çıkaran ise kendi ev sahibi olmuş ben buralarda yokken.

8 Nisan 2007 tarihli Hürriyet Gazetesi "Binbir surat Murat" diye haber yapmış adamın hikâyesini:

"İsviçre'de Simon Pura takma adıyla çok sayıda insanı, milyonlarca frank dolandırdığı ve Zürih'te 4. 5 yıl hapis cezası yattığı belirlendi.

Cezaevinde kendisiyle röportaj yapmaya gelen İsviçreli bir kadın gazeteciyi tavlayan Pura, hapisten çıktıktan sonra evlendiği kadın gazetecinin arkadaşlarını da dolandırdı."

Yazının tamamı şu linkten okunabilir: http://www.hurriyet.com.tr/dunya/6291339

Kâmuran Kızlak - 29 Ağustos 2010 (00:01)

Bu dolandırıcılık hikâyelerinin her biri bir başka filim. Hadi yalancılığı anlayabiliyorum, en "düz" insanın bile ufak tefek yalanlar attığı zamanlar olabilir. Üçkâğıtçılığı da anlayabiliyorum, bazı insanlar başkalarının sırtından geçinmek ister.

Ama bu örnekler çok şaşırtıcı; insanın nereden nasıl aklına gelir, kredi ile bir uçak satın alayım, şuraya şöyle buraya böyle hikâye anlatayım, şu şu şu taktiklerle falan bankayı dolandırayım ve benzerleri…

Banker Yalçın'dan Jet Fadıl'a, Selçuk Parsadan'dan Sülün Osman'a… Pes!

Bu adamlar dahi mi manyak mı? Hangisi?

Hüsnü Zan - 30 Ağustos 2010 (16:17)

diYorum

 

Kâmuran Kızlak neler yazdı?

54
Derkenar'da     Google'da   ARA