Patronsuz Medya

Ağabeyim ve Kahramanım

Ertan Gün - 12 Şubat 2004, Hamilton/Kanada  


"Cem Karaca öldü" dediler.

Ağabeyim öldü ha! Kahramanım, mitim öldü ha?

Benim hiç ağabeyim olmadı ama.

Cem Karaca ölmüş!

Sustum.

Öylece kalakaldım. Yazım sustu. Bilgisayarım sustu. Yapacak hiç bir işim kalmadı.

Gittim yattım. Umarsız bir Hamilton akşamında yatağım sarmaladı beni. Öylece uyuyakaldım.

Sabahleyin, gözümde yaşlarla uyandım. Yolumuz gurbete düşmüştü ve hazin hazin ağlıyordu gönlüm. Araya hasretlik girmişti ve dertli dertli ağlıyordu gönlüm.

Cem Karaca ölmüştü ha!

Oysa geçen gün armağan etmiştim oğluma, onun "Oğluma" şarkısını. Ölmezden bir hafta önce "Kanadainfo.com" da "Tamirci çırağı" şarkısını anarak yazmıştım bir yazımı.

Kanada'da hasretten gebermekteyken, "yolumuz gurbete düştü" şarkısıyla açmıştım rakımı.

Cem Karaca ölmüştü ha!

"Ha!" da bana ondan kalmıştır ha!

"Cem Karaca ve Kardaşlar" olarak tanıdım onu ilkin. Hepsi uzun saçlı, bıyıklı, garip giyimli birkaç adam. Televizyon yok. Dergilerden görüyorum." Ses", "Hayat" ve "Hey" dergileri var. Bir de radyo. Transistörlü. Markası Grundig.

Radyoyu dinleyebilmek için 1-2 dakika ısınması gerek. "Dadaloğlu" çalıyorsa, hemen radyo'ya kulağımı dayardım. Babamın bağırtısına aldırmadan, sesini de sonuna kadar açardım.

Yıl 1972 olsa gerek, Erzincan'da oturuyoruz. Yaşım henüz 9 -10. Yalvarıyorum babama, "Cem Karaca gelecek, n'olur gidelim!" Oysa ki; hiç sinemaya, tiyatroya, maça bile gitmemişim.

Erzincan Spor Sergi Sarayı hıncahınç doluydu. Bateride Aleks (Wiska), bas gitarda Seyhan Karabay, (gitarda Ünol Büyükgönenç), Cem Karaca ve Kardaşlar.

"Ay doooosst! Caanım Heeey!"

Heyecandan ve coşkudan, boynumdaki kaşkolumu fırlatmıştım tiribünlerden aşağı.

* * *

Soğuk bir kış günü İstanbul'a taşındık. Babam Sümerbank'tan palto ve ayakkabı almak için kardeşlerimle beni mağazaya götürdüğünde, "ben palto değil, parka isterim" diye yırtınıyordum. Sümerbank'ta parka yok, koskoca Pendik'te parka yok.

Babamın dişlerini sıka sıka, benimse keyifle dolaştığım Mahmutpaşa'da bulabilmiştik ilk parkamı.

"Her akşam o köşeye asılırdı o parka" ve ben "Resimdeki Gözyaşları" nı çalardım ıslıkla.

Erzincan'da bir çocukken coşkuyla fırlattığım kaşkolumu, İstanbul Beyoğlu 'da yetişkin bir adam olarak, geri istiyordum Cem Karaca'dan.

Yıl 1999'du ve İstiklal Caddesinin dar sokaklarından birinde, bodrum kattaki "Meis Bar" da söylüyordu şarkılarını.

En öne oturduk. 3 kişiydik, Haldun, ben ve karım. Masalarda Cahit Berkay, Serpil Barlas ve toplasan 25-30 kişi.

Ağzını yayarak bir kahkaha attı. "Kaşkol ha!" dedi ve devam etti "Sen bana vermedin ki, zaten atmışsın."

Emaneten verseydim, geri alabilecektim sanki.

Annemin ördüğü kaşkolu ona attığımdan beri, 30 yıl geçmişti. "Döneklik" tantanalarına rağmen güvenliydi. Bu konuyu ona sorduğumda:

"Memleketi sevmek döneklikse, döneğim" dedi. "Neyleyim, dönüşüm Özal'a denk geldi."

Çocukluğumun kahramanıydı. Kanada'dan Türkiye'ye gidebildiğimde röportaj yapmayı düşündüğüm ilk adamdı. Bir de, Beşiktaş'taki "Tarihi Bahçe" de "Abuzer Karakoç ile Dayanışma Günü"nde karşılaşmıştık onunla. İzleyiciler arasındaydım, yıl 89 ya da 90 olmalı. "Yuh!" larla ve domates yağmuruyla çıkmıştı sahneye, şarkı söyleyemeden dönmüştü gerisin geriye.

77 miydi, yoksa 78 mi ne? Onun yüzünden sağcılardan dayak yedim ben. Pikapımda neden "1 Mayıs Marşı" nı çaldım diye.

"Cem Karaca ha? 1 Mayıs ha? Al sana!"

Onu çok sevmiştim. Ağabeyim gibiydi. Uzağı yakın eden adamımdı. Daha da uzaklara gitti.

Bırakın, rahat uyusun.

diYorum

 

51
Derkenar'da     Google'da   ARA