Patronsuz Medya

İnsan adayı çocuklara kıyağımdır

Ali Türkan - 16 Haziran 2004  


Çok fazla şey girdi aramıza. Belki, belki de değil mutlaka, aynı dili bile konuşmuyoruz. Şu kelimelerle biz başka şeyler anlatıyoruz, sizler başka şeyler…

Farklı dünyaların insanları yaptılar bizi.

Bizim içine doğduğumuz o dünya yok artık. Deve dişi narları, Arnavutköy çileğini, Çengelköy hıyarını hiç bilmeyeceksiniz meselâ. Ama dört ortalı sarı defterleriniz ve o defterlere iç ters açı çizme sorunsalınız da olmayacak çok şükür.

Kaptan Kirk'ün elindeki "komünikatör", birbirinize mesaj attığınız alelâde bir alet sizin için. Biz istihza ile "hadi lan" derdik o bilim - kurgu aygıta ve seslenince cevap veren bilgisayarlara.

Regülatör denen aygıtı da bilmeyeceksiniz, televizyonun önüne konan ve hesapta gözleri korumaya yarayan o gubidik mavi camları da.

Adana'ya telefon bağlatıp postanede beklemeyeceksiniz. Hayat Bilgisi derslerinde, telgraf çeşitlerini de öğrenmiyorsunuzdur siz. (Neydi lan? ELT'ydi galiba. Bir de Yıldırım vardı.) Gece yarısı, uğursuz bi motosiklet gelir, kapının önünde durur ve birilerinin öldüğünü haber verirdi.

"Rahmetli hep sizi sayıkladı. STOP!"

("Keyfi yerindeyken de bi selâmı çok görürdü, STOP!" yazan telgraflar çekmek isterdim ben de cevap olarak. Olmadı. Ölülerimizi hayırla andık, yaşayanların anasını ağlattık.)

Dayak var mı okullarda hâlâ? Saçı biraz uzun olanları sıradan çekip, ibret-i alem için meydan dayağı atardı hocalarımız.

Saç dayağı yemedim. Saçları kökünden kazıtır, hiç muhatap olmazdım heriflerle ama "İstiklâl Marşı çalınırken yanındakileri güldürme dayağı" yemişimdir bak. Güldürdüğüm garipler de epey dayak yemiştir. Toprak sıkılınca pek şüheda çıkmazdı okul bahçesinden. Onun yerine, hepimiz gazilik beratını almışızdır okuma uğruna.

Dayak yerken deliren sınıf arkadaşım da oldu.

Onu delirten öğretmenin ölmesini bekliyorum hayırla anabilmek için. Bize hurufat öğrettikleri için kırk yıl minnet duyuyoruz ya, o yüzden bozamıyorum da ağzımı (on dört yıl kaldı).

Yalnız okulda delirmiyordu insanlar. Semtlerimizin de delileri vardı. Hayırseverler el birliğiyle bakardı gariplere. Bizim delimizin adı Deli Hikmet'ti. Göğsüne gazoz kapaklarından madalyalar taktığı için, Mareşal diyenler de vardı.

Adamın biri adres sormuştu bi gün Hikmet'e. Bir süre düşünmüş, sonra "abi buradan dön, ileride çeşme gelecek karşına" demiş, merakla sözün sonunu getirmesini bekleyen adama "musluğu çevirince, suyu akıyor" diye ciddi ciddi bilgi vermişti yalnızca ve arkasını dönüp gitmişti. Kopmuştuk tabii.

Tatlı delilerden, Nadire Hanım Teyze vardı. Demirel manyağıydı. Ayşe tatile yeni çıkmıştı daha; biz yoksul çocukları da ailelerin gazıyla Karaoğlancı'ydık elbette. Deli ederdik kadıncağızı. Çıldırsın diye, pankart hazırlayıp bahçe duvarına asmıştık be!

(Efendim, "Ayşe tatilde" lâfı, Kıbrıs Savaşı'nı anlatıyor; kadınların muayyen günlerini anlatması, bizden sonraki kuşak fırlamaların himmetiyle gerçekleşmiştir.)

Böyle salakça ve safça şeyler yapardık işte. Siz şimdi, "biz on üç yaşındayken Suç ve Ceza'yı okurduk, bunlar televizyonun önünden ayrılamıyor" diye tafra yapmamıza bakmayın.

Öküzün biri, "alkol sivilceleri öldürüyor" diye bir lâf atmıştı ortaya da, gerektiğinde birine rüşvet olarak verme amacıyla buzdolabında saklanan viskiyi, komaya girene dek içmiştim. Meğer, sivilcelere sürecekmişim alkolü. Bir tiksindim, o gün bugündür viski ve "yanmış" içki içemem bu yüzden.

Tuğla gibi kitaplar okurduk ama salaklık, denyoluk da diz boyuydu yani.

Neyse, nostaljik geyik olmasın. Kırk yılda bir, birilerine öğüt vereceğim tuttu, sözü bulandırmayayım. Başka bir dünyaydı işte bizimki.

Başka dünyaların insanları da olsak, başka dilleri de konuşsak, çocuk her çağda çocuk oluyor. Biz, manav sandıklarıyla, sandalyelerle jipler yapıp Avustralya'ya, Afrika'ya falan giderdik; siz de bilmem ne bilgisayar oyununda, hipersonik jetlerle uçuyorsunuz bilinmeyen alemlere.

Teknoloji gelişti ama insan da hep o insan.

Hangi devirde olursa olsun, bir çocuk çıkıp, sürekli meşgul çalan yüreklerin arasında "serbest" sesi veren birini arıyor.

Her zaman, iskele atılmasını beklemeden hayata atlayan bir serseri çıkıyor insanların içinden, ne güzel.

Marlboro'yu çorap içine saklayıp gömlek cebindeki Maltepe paketinden ikramda bulunan koli basillerinin yerini, üç telefon kontörünü arkadaşlarından esirgeyen kayartolar alsa da, canını bile başkalarıyla paylaşmaya hevesli adam oğullarının nesli de tükenmiyor.

Bilemiyorum. Belki de sık sık duyduğum gibi, kara cahil, bencil, kişiliksiz bir nesil yetişiyor ama buna inanmak gelmiyor içimden. Çünkü, dünyanın her yerinde, hâlâ ekmeğini bölüşen, kendini sevdirmek için sevme yolunu seçmiş insanlar da filizleniyor topraktan.

Ben, onları görüyorum. Sevgisiz dandollara "çiçek-böcek" edebiyatı gibi gelse de, öpülmeyi bekleyen her yanağı, memleketim sayıyorum. Bu yüzden, "Yad Eller Aldı Beni" şarkısı, yalnızca şarkı oluyor ve altını dolduramıyorum.

(Bu sabah uyandım ve "hüzünlü şarkılar repertuarım" dan, bu şarkıyı seçtim. Mırıldanırken pencereden baktım şööle bir… Genç bi çocuk, manitasını atmış avluya, vantuz gibi çekiyordu dudaklarından kızın. Aşağıdaki aşkın hararetinden, pencere camları buğulanmıştı; bi kalp resmi çizdim cama. Ne yad el kaldı, ne gurbet. Nerede aşk varsa, eğilip oranın toprağını öpeceksin; orası vatanındır çünkü.)

Avludaki sevgiden payımı aldım ya, "insan adayı" çocuklara bi kıyak yapayım ve biraz kulaklarını bükeyim istedim. Ne kadar madrup, ekşimiş, demevî olursam olayım, "yaşadım" diyebilirim sanırım. Kırk yıl boşuna taşımadım bu gövdeyi. Madem iğnedenliğe döndü, bi işe yarasın anasını satayım!

Aha, adam olacak çocuklara, kıyak mahiyetinde tüyolar. Bi gün kakırdar da zamanında söyleyemezsem diye bi kenara yazmıştım çocuklarım için, sizlerle de paylaşayım. Tepe tepe kullanın. Dediklerimi yapın, yaptıklarımı yapmayın. Bana benzemeyin, adamı dinden, imandan etmeyin!

Siz bunları okuyun, ben de yazmak için pek de neden bulamadığım şu günlerde, işe yarar bir şey yapayım ve kalkıp evi toplayayım azıcık. Birazdan manitam gelecek, temiz eve gelsin kızcayiz.

Öğütler, akıllar, fikirler

1 - Hedef küçült.

Tevazu her şey demek değildir ama önemlidir. Gene de, sahte tevazu ile gerçek tevazu arasındaki farkı anlaman gerek. Ortam, kendini Tanrı mertebesine yükseltmiş ve Yarı Tanrı gibi salınmalarını alçak gönüllülük olarak pazarlayan tiplerden geçilmiyor.

Şişiriyor da şişiriyorlar kendilerini. Şiştikçe, "vurmak" isteyenlerin darbelerine maruz kalıyor ve "hep bana mı be!" edebiyatı yapıyorlar.

Sen küçült hedefi. Vurmayı sevenler, kolay kolay isabet ettiremesinler. Bırak, arayan bulsun seni.

İyidir yani.

2 - Sivilcelerine alkol sürme.

3 - Başın sıkıştığında, kimlerden yardım alacağına, kimin iyiliğine izin vereceğine dikkat et. Çünkü iyilik, birçok insan için, bir tahakküm aracıdır.

Yalnız, güçsüz, çaresizsindir meselâ. Yardımına koşar birileri. İçin ısınır. Sonra anlamadığın şeyler olmaya başlar. Daha önce zarafeti bırakmayan, "haddini bilen" o insanlar, her fırsatta abanmaya, belini bükmeye kalkarlar. O iyilikle ortadan kalkan bedelin on katını ödersin.

Fakat bu işi abartıp seni seven, samimiyetle elinden tutmak isteyen dostlarını da kırma. Gururla kibir, farklı şeylerdir (biliyoruz da söölüyoruz).

4- Bir manita cinsi var ki, onlardan uzak dur derim ama dinlemezsin, biliyorum (erkek çocuklarına kıyağımdır).

Önce eteklerinin hışırtısı gelir, ardından da bir parfüm kokusu. Sanki bir kadınlık okulu vardır da, o okula gitmişlerdir. Üstelik, öyle aman aman güzel de denemez onlara belki ama bir çekicilikleri, insanın dişlerini kamaştıran bir büyüleri vardır.

Girdikleri mekânda, erkek milletini demleyiverirler çabucak. Yedekteki manitayı kırmamak için bastırılmış, tavşan kanı kıvamında istekler çıkıveririr gün ışığına. Erkek milletinin, dudak payını sallamadan, ağzını yakmaya hazır olduğu kadınlardır bunlar. Genellikle "yavvvvrum!" şeklinde hitap edilir. Kitabı da Allah'ı da inkâr ettirirler adama.

Her erkeğin hayatındaki "işte o kadın" lardır bunlar. Ulaşamamak en iyisidir.

Ama ille çalmayacak telefonları beklemek, "ben çirkinim de ondan aramıyor" triplerine girmek, geceleri ellerin titreyerek uyanmak istiyorsan ve bir kadına uçan tekme kıvamında "girişme" isteğinin ne olduğunu öğrenmek niyetindeysen, hemen bul onlardan birini. Anan ağlar, çok acı çekersin belki ama aşkı da öğrenirsin yaşayarak.

Huzurlu bir hayat istiyorsan, sana kaçamak bakışlar atan o kıza yanaş, çoluk çocuğa karış. Pijamalarını çek, dizilerini seyret. İyi davran o kıza. Pamuklara sar. Üstüne titre. Hiç bir şeyin olmasa bile, bir sadakat sigortan, bir kışlık yorganın olur şu dâr-i dünyâ'da.

Hayat bazen, basınç verir insana. Bunalma. Felaketin sandığın şeyler, kurtuluşun bile olabilir çoğu zaman. Çıplak geldik, çıplak gideceğiz bu alemden, bunu hiç gözden kaçırma. Dibe vurmanın bile, oradan daha aşağıya gidilmeyeceği gibi bir "güzelliği" vardır.

5 - Yalnızlıktan korkma.

Zırhsız kalırsın hayatta kimi zaman. Tabanları yağla ve kaç hemen. Tüy ve inzivana çekil. Yalnızlığın en önemli "hesabı", sana zarar verebilecek insan sayısının bir'e düşmesidir. Otur, kendi kendini ye bi güzel.

6 - Tartışmaktan kaçın. İlle bir şeyden nefret edeceksen, didişmekten nefret et.

Unutma, silkeleyip de yerine hiç bir şey koyamadığın her inançta, sorumluluk sana aittir.

7 - Hem seni sevdiğini söyleyip hem de değiştirmeye çalışan insanlara, "madem beğenmiyordunuz, neden sevdiniz?" sorusunu sor. Kasma yani.

8 - Ağzın bozuk olabilir ama küfretme. Hele öfkelenince, hiç bozma ağzını.

9 - Toplumsal sınıfların varlığını, reklâmı ve modayı içselleştirmiş insanlardan uzak dur.

10 - Hayatını yasladığın kavramların, aynı kavramları kullananlarca balçıkla sıvanması, yıldırmasın seni.

11 - Zeytinyağlı baklanın içine şeker koyma. Soğanla ver tadını. Gerçi bana ne ama rakıyı da sodayla içme. İfrit olurum. Balıkla da kırmızı şarap içme. Papaz okulu mezunları "hanzo" der.

12 - Denk gelir de Haliç kıyısında bir yerlere düşersen, sabah ezanı okunurken pencereni aç. Bakarsın, bi balıkçı motorunun patpatları da karışır ezan sesine ve Süleymaniye'nin minarelerine baka baka "ben burada ne arıyorum?" sorusunun yanıtını bulursun kendiliğinden.

13 - Martılara simit, kedilere ciğer, köpeklere kemik al. Malik bilmezse, enik bilir.

14 - Krallara da berduşlara da göz hizasından bak. Onlar da turplara aşağıdan bakacak bi gün.

15 - Manzara koy.

Mazlumun yanında ol. Puşta puşt, yavşağa da yavşak demekten çekinme. (Hatta, "puşşşşt" ve "yauşşşak" şeklinde söylersen, daha güzel olur.) Korkma, çok çok dayak yer veya en fazla yalnız kalırsın (bak: madde 5).

16 - Kimsenin en'i, en bir şeyi olmak için gayret gösterme.

17 - Tüm bunlardan ve sana hayatın boyunca verilecek tüm öğütlerden daha önemlisinin, kimseden öğüt almamak olduğunu da unutma.

* * *

Şimdi kaybol ve hayatını yaşa. Bunu yaparken de yalnızca vicdanına hesap ver.

Ha, unutmadan yazayım: Eğer, on iki yaşında kibritle oynarken evi yakarsan, oyalanma oralarda. Sokağı tut ve birkaç ay ortalarda görünme. Kaçmaz da fena sopa yersen, "yok ben duymadım, bana kimse söylemedi" diye zırlama.

Gene unutmadan, kıçının kılları kadayıf olmuş bir takım büyüklerinin size lâf sokmasına da izin verme fazla. Dünyanın içine, düzeltelim derken biz ettik, size de bizim yediğimiz nanelerin sonuçlarına göre ayar çekmek kaldı. Suçsuzsun yani.

Daha sürer bu öğütler. Bu yüzden, toz ol en iyisi. Öptüm.

Yorumlar

İnsan okurken kahkahalarla gülmek ve hüngür hüngür ağlamak istiyor. Sağol Ali ağbi. İçimden abi demek geldi.

Meto - 22 Ağustos 2007 (11:33)

Çok güzel.

Erbil Tuşalp - 10 Aralık 2007 (14:33)

"Nerede aşk varsa…" orada canlılar içindeki en farklı yaratık olan insan vardır. Çünkü o insan severek, sevdiğinin tüm kaprislerini ve kendinden vazgeçmeyi göze almıştır. Ama nedense onu elde eder etmez büyü bozulur, uğrunda hayat verilecek sevgili kendini birden oynanmayan diğer oyuncakların yanında bulur.

Ancak, oyuncak tutkusu devam etmektedir. O zaman, gelsin sıradaki aşk… Cinsel dürtülerin gücüne aşk demek, (daha doğrusu 'bari estetik olsun, insanlığımı da yapayım, uzat yanağından da öpeyim ' hesabı öyle ifade etmek) en kuvvetli aşkı en sert ereksiyonla tarif etmeye varır ki, zaten varmıştır.

Ne yapalım, yok etmek istediğimiz her şeye yaptığımız gibi, gerçek aşkı "romantizm, melankoli, platonik aşk, ince hastalık" diye alay ederek, zavallı ve istenmeyen bir duruma düşürüp imha edince, elimizde kala kala bu kalmıştır.

Sonunda aşk, doğal olarak mart ayındaki kediler kadar basit hayvani duygulara, yani bir alt şubeye bağlanmıştır. Aşk karşılıksız olunca aşktır. Sezen Aksu şarkısında: "Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk…" derken aslında, inanılmayan ama öldürmeye de gücün yetmediği ruhu, olmasını arzu ettiği bir şeyi söyler.

İnsanda tanrı'nın mayası vardır ve karşılıksız vermek isteğini de bu yüzden yok edemez. Henüz empati, paylaşma, sempati gibi lüzumsuz şeylerden de hiç bahsetmedim… "Sözlük" te genç insanlar, aldatılmaya maruz kalmadan, uyanık olup, ilişkinin kaç ayda (veya günde) bitirilmesi gerektiği konusunda başlık atarken; bu söylediklerim, herhalde benim hala skolâstik çağa takılıp kaldığımı gösteriyordur.

Öyle ya, platonik aşk, Platon'dan (Eflatun) gelmiyor mu? Ne kadar komik yahu! Çatır çatır somut seks varken, salya sümük soyut aşka takılı kalmak…

Ali Sedat Çetinkoz - 13 Aralık 2007 (14:08)

Canım Ali dayımın güzel yazılarını okumak kaldı bana. Senin gibi delikanlı bir daha dünyaya az gelir. Seni çok seviyorum.

Seda Türker - 5 Ocak 2008 (17:54)

Canım Alicim…

Kaldırımda sevgilisiyle yürürken dahi arabaların geldiği yönde duran delikanlıların son temsilcisi… Sanki şaka yapmışsın da arkandan yazılanları okumak istiyormuşsun ondanmış bu gidişin gibi geliyor bana onun rahatlığıyla yazıyorum.

Beni son aradığında bana bir şey olursa hakkını helal et demiştin, seni hiç unutmayacağım biliyorsun. İçim o kadar acıyor ki ancak bu kadar yazabiliyorum.

Oya Şenarslan - 6 Ocak 2008 (18:30)

Off. Ben de yolladığım e-postayı neden yanıtlamadı diyordum. Ölmüşsün abi… Ağlamak seni geri getirmez biliyorum da, neden agliyorum hala? Bilemiyorum. Hiç görmediği bir insanı sevmek ve acı cekmek de sanırım… Neyse. Nasıl olsa okuyamayacaksin. Sevenlerine sevgiyle… Varsa düşmanların onlara da "böyle kaliteli düsmanı zor bulursunuz" diyerek. Dostlar sağolsun…

İlker Koçak - 7 Ocak 2008 (00:55)

Can dostum. Kısacık yaşamında seninle paylaştığım her şey için kendimi şanslı sayıyorum. Ardından söylenecek çok şey var ama, hepsi eksik kalır seni anlatamaz diye korkuyorum. Seni ağız dolusu gür kahkahalarınla, paylaştığımız çocuksu düşlerimizle ve sapına kadar delikanlı bir (Adam) olarak hatırlayacağım. Güle güle koca adam, mavi olsun gittiğin yer.

Yüksel Yeşilmenderes - 7 Ocak 2008 (22:09)

Evet dayı gene bize şakanı yaptın ve ansızın çekip gittin, sanki geri gelicekmiş gibi. Hani her zaman derdin ya "Ben kaçtım hadi eyvallah" öyle olsun eyvallah dayı eyvallah… Seni hiç unutmayacağım.

Serdar Altuğ - 8 Ocak 2008 (17:07)

Ali abiyle geçen nisanda tanıştık. Yaşama sımsıkı tutunan gülümsemesi, hikayeleri, bağıra çağıra yürüyüşü sokaklarda, hüzünlü bakışları, mizahı hayatının her yerinde üreten bakışları, derinliğini yitirmeyen sohbetleri, çok sevdiği Sena'sı, Ayşegül'ü, Çocuklarının annesi İnci'siyle, Almanya'sı, Tekirdağ'ı, İstanbul'uyla Ankara'da adımlarını nereye atacağını düşündü bir süre. Ve sonra yine kendine en yakışan haliyle sessiz sedasız çekip gitti Ankara'dan.

En son msn'den görüştüğümüzde sitem etmişti bana, bir de kavgaya tutuşmuştuk. İkimiz de haklı değildik. Ama küsmedik hiç. O Ali Abi'ydi. Masasını benimle paylaşan, ihanetleri bir su gibi anlatan, torunundan bahsederken gözleri dolan, hem gülen hem ağlatan dünya güzeli bir insandı. Sevdiği tüm insanları bana anlatırken bir nehir akardı içinde.

Buradan tüm o sevdiği insanlara şunu söylemek istiyorum. Özellikle çok yakınındaki o çok sevdiği insanlara. Siz onun herşeyiydiniz. Siz onun dünyasında dokunamayacak kadar çok sevdiği çiçeklerdiniz. Ali Abiyi yaşatmanızı çok ama çok isterim. Çünkü o sizleri yaşatıyordu. Hem de derin bir sevgiyle. Çok üzgünüm…

Öylesine Bir Arkadaş - 8 Ocak 2008 (17:52)

Seneler önce Derkenar'da karşılaşmıştık. Bütün yazılarını okurduk. Bir ara mailleştik. Sonra hayat işleri işte! Koptuk! Sonraları, bu şekilde mi karşılaşacaktık? Hani derler ya "kelimeler kifayetsiz"! Umarım orada, Nazım, Marx, Orhan Veli hep bir aradasınızdır. Seni çok seviyorum Adam Ali, İnsan Ali. Bak üst katta, alt katta tıkırtı yok. Huzur yap artık. Sadece huzur.

Yasemin Aydınlı - 9 Ocak 2008 (13:50)

Her şey yarım kaldı…

Acelen neydi be baba? Koştura koştura, öyle işte… 'DAN' diye.

Birden bire olmayacaktı hani hiç bir şey? Zamanını bekleyecektik. Çoluk çocuk, çiftlik evi, dinozor besleyecektik hani, komşunun köpeğine inat. Gezdirmek için bin adam tutacaktık.

"Öyle bir kere ölünmeyle" öldü mü denecekti?

Şimdi herşey "yarın" kaldı…

Nevzat - 9 Ocak 2008 (20:39)

Çok şaşırdım ve üzüldüm. Ali Beyin yazılarını hikayelerini beklerken ölüm ilanını görmek. Hiç tanımadığım halde ya da görmediğim diyelim, seni çok sevdim. Çok etkilendim yazılarından, yaşamından ve finalinden. İyi ki tanımışım seni…

Selman Özkan - 10 Ocak 2008 (18:58)

Abimin Almanya'dan misafirini karşılamaya gittik Bursa Otobüs Terminali'ne. Kestane şekeri diye bağıran çocuğa "ne demek kessstane öyle gözümün içine baka baka?" diye sataşan bir adam yanımıza geldi. Abime sarıldı. Sonra bana döndü, yakamdan tutup beni havaya kaldırdı ve "bu mu o serseri?" dedi ve kafa attı:) 2002 kışında Ali Abi'le tanışmamız böyle oldu.

Bursa'ya bir kez daha geldi Ali Abi' yine görüştük. Son görüşmemiz abimi askere uğurlarken oldu. Meğer Ali Abi'yi son görüşümmüş "hoşçakal" derken bi daha görüşemeyeceğimden bîhaberdim.

(Alman Anayasası'nın yürütmeye ilişkin maddelerine bakıyorum 'Ali Abi Türkçe'ye çevirmişti' vizeden evvel, yarın finalim var.)

Erdener Türkoğlu - 11 Ocak 2008 (04:49)

Abim Yüksel Yeşilmenderes'e kızdım…

Kızdım, çünkü böylesi bir değer ile dost ötesi dost olduğu halde, hayatta iken beni tanıştırmamış.

Az önce telefon konuşmamızda mutlaka oku dedi, onu kaybetmenin hüzünlü sesiyle.

Ve artık aynı hüznün ortağıyız sanırım.

Tüm arkadaşların ve kıymet bilenlerin başı sağolsun…

Mahir Yeşilmenderes - 17 Ocak 2008 (14:00)

Aklım almıyor, sadece yazdıklarından anlamaya çalıştığım bir insan sıcağı. Hep güzel insanlar mı gidecek aramızdan diyerek, oturup ağlıyorum. Yazdıklarıyla kimi zaman gülümseten, arkasında hep bir hüzün bırakan. Yeryüzünde bir kelebeğin uçuşu, hayatımızı değiştirirmiş ya, öyle Ali Türkan.

Aysen Akgul - 3 Şubat 2008 (23:56)

Gerçekten uzun zamandır böle bi yazı okumamıştım. Hayatın içinden gelen ama sanki başka bi dünyaymış gibi hissettiren düşündüren ve gülümseten çok güzel kelimeler.

Deniz Arıyürek - 28 Ağustos 2009 (20:37)

Ali Türkan'ı Derkenar'da tanıdım. İnsan sıcaklığını taşıyan yazıları ile. Öyle zaman oldu ki, bakalım ne yazmış diye siteyi kontrol ettiğim günler oldu.

Sonra bir kaç mail yazdık birbirimize "tanışsak ne iyi olur, anlatacaklarımız bir kaç rakı masası kaldırır." Benim Almanya seyahatlerimde O, Türkiye'de idi. Ben burada iken, O dönmüştü. Bir türlü denk getiremedik o buluşmayı.

Bir gün, ölüm haberi ile karşılaştım. Üzülmek ne kelime…

Sözleştiğimiz rakıları yalnız içtim. Yine kendime döndüm "uzaktan sevdiklerim de ölüyor mu?" Tanışamadığım, uzaktan tanıdığım, insan sıcağını yüreğimde hissetiğim Ali, eminim bu yazdıklarımıza ince bir gülümseme ile bakıyorsundur…

Necdet Şen, hüzünlü bir teşekkürü hakediyor, bizi onunla tanıştırdığı için…

Hakan Tayfun - 1 Eylül 2009 (17:59)

Bazen birbirimize mail attığımız olurdu Ali kardeşle, ona neden senaryo yazmıyorsun demiştim. Bana yazdığı cevabı yıllar sonra yeniden okudum. Gözlerim doldu. Bir bölümünü paylaşayım istedim:

"Yazlık sinemalar, Aydemir Akbaş, Zerrin Egeliler, Nur Ay, Arzu Okay, Sermet Serdengeçti gibi "seks" yıldızlarının o gubidik filmleriyle falan büyümüş bir kenar mahalle çocuğuyum. Yaşım kırkı geçti ama o günlerin büyüsü hâlâ dolaşıyor bünyemde. Özellikle "küçük" insanların küçük dünyalarını anlatan, belki biraz Ertem Eğilmez tadında şeyler sık sık geçiyor kafamdan."

Levent Bozkurt - 6 Ağustos 2014 (11:26)

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

51
Derkenar'da     Google'da   ARA