Patronsuz Medya

Özgürlük budalası kız, o adamı Tarkan'a kaptırsın da görün siz!

Ahmet Tezcan - 4 Nisan 2002  


Televizyonda ne zaman reklâmlar başlasa, dört yaşındaki kızım gözlerini bana dikiyor ve sanırım evimizdeki en potansiyel salak nazarıyla baktığı babasını -yani beni- ikaz ediyor:

"Bunların hepsi yalan söylüyo baba!"

Hani, bir kere de reklâmların etkisinde kalıp alış-veriş yapsam gıkım çıkmayacak ama yargısız infazın en bücürüyle karşı karşıya olmak ne yalan söyleyim gururumu yaralıyor. Kaç kere bir kenara çekip sıkıştırdım abisini:

"Sen mi öğretiyorsun bunları kardeşine?"

"Hayır bayım, valla billa ben bi şey yapmadım?"

"İtiraf et, kurtul! Yoksa bi çakarım suratın 17 inç yamulur!"

Sonuncusu dört ay önceydi galiba. Ben evde iken odasından o zaman çıkmıştı. Sonra bir daha görmedim. İki defa chat odalarında rastladım oğluma, sonra zannım odur ki nick değiştirip kayboldu.

Bir babası olduğunu da geçen yıl yine chat yaparken öğrenmişti. Allah'tan o gün karım yanımdaydı da sayesinde oğlumu tanıyabildim.

Chat odasında oğlumla ne konuştuk?

Eve ilk kez bilgisayar aldığımda oğlum 2,5 yaşındaydı ve ben o talihsiz günden sonra izini kaybettim. Ta ki geçen yıla kadar. 14 yıl aradan sonra o büyük buluşmayı görmeliydiniz. Karşılaştığımız chat odası Sinan Çetin'in Film Gibi programının stüdyosuna dönmüştü. "Uwaaaa!" diye ağlayanları mı ayarsın, "fiyyuuut fiyyuuut" ıslık çalanları mı? Hele biri sürekli "Trk sznl grr dyyr" diye bağırıp duruyordu. Ne demek istediğini komşunun 3 yaşındaki oğlundan öğrendim. Chat kısaltmasıyla "Türkiye sizinle gurur duyuyor" diyormuş hergele.

İlk "slm, nbr, asl" gibi karşılama cümlelerinden sonra "bu senin oğlun" diyerek uyarmıştı karım. Önce fena irkildim. Oysa İlayda69 nickiyle girmişti. "Hayrola?" dedimdi panik halinde. "Ben görmeyeli bizim oğlanda transandantal sapmalar mı oldu?" Hayır, olmamış şükürler olsun. İlayda bizim oğlan'ın okulda gözüne kestirdiği kızın adıymış, 69'da müstakbel gelinimizin kimliğinde doğum yeri hanesindeki ilin plaka numarasıymış. Tabii karşımdaki İlayda69'un oğlum olduğunu öğrendikten sonra, hemen kendimi tanııtım ve devam eden konuşmalarımız çok duygusal geçti:

"Nerden?"

"İst… U?"

"Aynen…"

"İlayda olum…"

"Olum mu? Ne ayak?"

"I am senin baban"

"Hadi len?"

"Valla billa… Annen de yanımda kızım… Şey pardon olum…"

"İşletmeci misin?"

"Yaw işletmiyom… İstersen annenin kızlık soyadını söyliiim…"

"Olmaz, teyzeminkini söyle…"

"Ulan teyzenden bana ne teres!"

"Aaa sen gerçekten babamsın!"

"Nerden anladın?"

"Annem bi kere senin için benim kızlık soyadımla ablamınkini farklı zannedecek kadar saf demişti de ordan biliyom…"

Sonrası malum işte.

"Baba babacığım!"

"Oğlum. İlayda69'um, yavrum"

Vesaire vesaire…

Aslında chat ortamında daha rahattık ama ne zaman yüzyüze yani ruberu görüştük o zaman ip koptu gene. İki yüzlü yaratık derhal özbabasına "Atticus" diye hitap eden Harper Lee mahsulüne dönüştü ve bana elini uzatıp "Sizi tanıdığıma sevindim bayım" dedi. Bülbülü öldürmek geçti o an içimden. Uzatmadım.

Gene uzatmayacağım, çünkü ben size oğlumu değil kızımı anlatmak istiyorum asıl.

Annesi de örgütlememiş onu. Yapsaydı düpedüz hedef şaşırtmak olurdu zaten. Televizyon reklâmlarının bizim ev şubesi karımdı çünkü. Düşünebiliyor musunuz çamaşır deterjanının içindeki mavi topların suyun içine girdikten sonra gerçekten birer Süper Kene'ye dönüşüp daha kalıcı yağ lekelerine yapışarak onları gömleğimin lifleri arasından pazularını şişirerek söktüğüne ve afiyetle yediğine inanan bir kadınla evliyim.

Ne demektir bu? Hadi bilin bakalım! Bu, hazır kart reklâmındaki Tarkan'ın özgürlük budalası kızın aradığı adamın peşinde olduğunu ve bütün planını, Tarkan Türkiye'ye döndükten sonra kaybolan adamı daha önce bulmak için saf yeşil gözlü kızı "aradığın senin içinde" gibi Upanişad masallarıyla uyutmak üzerine kurduğunu hiç düşünmeden, kör itin öldüğü yerde karlara gömülmüş bir cep telefonu bayisi bulup 250 kontürlük kartla beraber bedava kaset alınabileceğine inanan bir kadınla evlisiniz demektir. Bu kadar basit!

Oysa o herif Tarkan ortaya çıktıktan sonra işsiz kalıp açlıktan öldü haberi yok. Kız da bilmiyor bunu… Şimdilik. Ne zaman ki Jennifer Lopez Türkiye'ye kesin dönüş yapıp bir cep telefonu şirketine kapılanır, işte o zaman aradığı adamın akıbetine uğrayan özgürlük budalası kız neler olduğunu anlar. Karımın da aklı başına gelir belki o zaman. Ben de kızımın bakışları karşısında psikosomatik nöbetler geçirmekten kurtulurum Lopez sayesinde. Fena da olmaz hani, gelse…

Cem Yılmaz heykelinin olduğu park

Geçenlerde bizim üst kattaki komşu kadınla birlik olup eşofmanları çekmişler Cem Yılmaz'ın heykelinin dikildiği parka gitmişler. Dertleri Cem Yılmaz ya da ışınlı bastonu değil hayır. Ajda Pekkan. Sağlıklı yaşam koşusu yapıyoruz numarasıyla Ajda'nın yanına düşüp ona "2053 yılına kadar nasıl böyle gergin kalabildiniz?" diye soracaklarmış. İyi mi? Duyunca kulaklarıma inanamadım. "Yahu bilimsel mantık diye bir şey var." dedim. "Sizin hiç aklınız yok mu? Reklâm filminin başındaki tarihi görmediniz mi? Bir kere o heykel 2053 yılında dikilecek oraya. Oysa biz 2002 yılındayız. Heykelin dikilmesine daha 51 yıl var. Biraz bekleyemediniz mi?"

Bekleyemezlermiş.

"Niye bekleyelim ki?" diye çıkıştı komşu kadın. "Reklâmcılar bekledi mi? Onlar gidip heykeli de çekmişler, buruş buruş olmuş Cem Yılmaz'ı da… Biz niye bekliyelim?"

O zaman 4 yaşındaki kızım imdadıma yetişti. Cevabımı onun sözüyle verdim:

"Onların hepsi yalan söylüyo baba!"

Komşumuz çok kızdı.

"Ben sizin babanız değilim! Lâfınıza dikkat edin!" dedi. "Madem onların hepsi yalan da heykelin tepesindeki kuş pisliği de mi yalan?" Reklâmcılar her şeyi yapabilirlermiş de "pislik" yapamazlarmış.

O saat karım için şükrettim. Karım bana değilse bile kızımın sözüne güveniyor çünkü. Daha makul düşünebiliyor. O günden sonra Cem Yılmaz heykelli park arama sevdasından vazgeçti. Fakat bu sefer de sağlıklı yaşam koşusu masalına inanıp sürekli genç kalmak için "hari hari hari hari, huru huru huru huru" diye bağırıp İstanbul'un en işlek caddelerinde taklalar atarak koşturan ve bankanın içine sekiz perendeyle giren hulahopçu kızların peşine düştü. İlle de gidip onları bulacak ve aynı şeyleri yapmayı öğrenecekmiş.

Kaç kere söyledim. "Yahu yapma" dedim. "Reklâma iyi bak. O kız hopluyor zıplıyor ama sonuçta sadece bir tanesi girebiliyor bankaya. Niye?"

"En güçlü sperm de ondan." demez mi? Güya benimle bilimsel mantık yarışı yapacak, derdi o.

"Hayır." dedim. "Öteki kızların hepsi öldü. Levent-Zincirlikuyu arasındaki yolda takla atarlarken her birine araba çarptı. İstanbul'un trafiğinden haberin yok galiba senin. Git sor… O bankada hulahop çeviren 3 memur var ya, onların da işine son verdiler, mesai dahilinde çember çevirdikleri için, tazminatsız atıldı hepsi."

Ama hayır. Anlatabilmem mümkün değil. Öyle kaptırmış ki kendisini dört yaşındaki kızımızı bile dinlemiyor. Ne yapacağımı şaşırdım, deliye döndüm.

Allah'tan eski reklâmcı arkadaşım Şevket imdadıma yetişti.

"Şu senin yazlık arsayı sat, özel bir reklâm filmi çektir ve bütün bunların hepsinin yalan olduğunu göster karına." dedi.

Yaptırdım. Televizyon yöneticisi arkadaşlarımdan birine de rica ettim. Brezilya dizisinin arasında iki gösterimlik yayınladılar filmi.

Karım inandığı her şeyin aslında birer aldatmaca olduğunu öğrenince dondu kaldı. Bütün dünyası yıkıldı. Şayet kızım son karede gözlerini üstüme dikip "Bunların hepsi yalan söylüyo baba" demeseydi, belki intihar bile edebilirdi.

İşte dört yıllık hayatı boyunca ilk defa o an azarladım kızımı. İyi de yaptım. Neyi, nerde, ne zaman söyleyeceğini öğrenmeli artık, değil mi ya?

diYorum

 

67
Derkenar'da     Google'da   ARA