Patronsuz Medya

Geçtiğim her yerde yağmur yağıyordu

Ümran Davran - 24 Eylül 2004  


Uyandım.

Saat çalmadı, telefon çalmadı, cep telefonumun alarmı çalmadı, Nazlıcan da gelip uyandırmadı; kendikendime uyandım.

Nazlıcan?

Kalktım. Seslendim. Cabbar çıktı geldi bir yerlerden ama Nazlıcan hâlâ ortalarda yoktu. Üstelik onun Cabbar gibi saklanıp kendini aratma huyu da yoktu. Tam tersine Cabbar'ın saklandığı yeri her zaman onun sayesinde bulurdum. Beni arkasına katıp Cabbar'ın saklandığı yerin önünde durur ve yüzüme bakardı gülen yüzüyle. (Dudaklarının uçları yukarı doğru kıvrık olduğundan yüzünde sürekli gülen bir ifade vardı Nazlıcan'ın).

Evde girebileceği hatta giremeyeceği her yeri didik didik aradım. Aklıma daire kapısının açık kalmış olabileceği geldi, baktım; kapalıydı. Cabbar, Emre'nin odasının kapısında gene ısrarla miyavlamaya başlamıştı. Ona baktığımı görünce hızla odaya daldı. Daha önce iki defa köşe bucak aradığım için yeniden aramaya niyetim yoktu ama oda kapısının önünden geçerken gözucuyla Cabbar'ın camın dışındaki mermere çıkıp aşağıya baktığını gördüm. O an bütün sesler kesildi. Sadece o kokuyu duydum uzun bir aradan sonra; korkunun kokusunu!

Dört kat aşağıda, betonda yatıyordu Nazlıcan. Ağzını miyavlıyormuş gibi açıp kapatıyordu ama sesi çıkmıyordu ya da ben duymuyordum.

"Avcılar'a, Fakülteye" dedim şoför sormadan.

Sadece soluk alıp veriyordu ve ben yüreğimle onunla soluksuz konuşuyordum:

Yaşayacaksın kızım daha önce başardın şimdi de başaracaksın ayağımın dibinde bitiverdiğinde ne kadar hastaydın hatırlıyor musun nefes alamıyordun soluksuz kalıp düşüyordun ikide bir ama yine de yanımsıra yürümeye çabalıyordun seni kucağıma ilk aldığımda patini yüzüme sürmüştün sevinmiştin zaar miyavlamaya çalışmıştın kucağımda ilk o zaman görmüştüm damağındaki kocaman mührü iki ay birlikte çabalamıştık iyileşmen için dört minik patinle sımsıkı nasıl da sımsıkı sarılmıştın yaşama

hani şirkette birden ortadan kaybolmuştun ya aramadık yer bırakmamıştık

tam umudu kesip sokağa kaçtığını düşünmeye başlamıştık ki depodan çıkıvermiştin bir şey olmamış gibi ne olur şimdi de kalksan ayağa düşmemiş gibi saati geriye alsam tam altıbuçuk olsa sen her sabahki gibi gelsen koluma yanağını dayayıp beni uyandırsan bu yaşananlar kâbus olsa

"Bu kapı mı, ilerdeki mi?"

"Ne kapısı?" dedim şoföre. Etrafıma bakınıp nerde olduğumuzu kestirmeye çalıştım.

"Tamam burası, beklemeniz mümkün mü?"

"Uzun sürer mi?"

"Uzarsa size haber veririm."

Taşıma kabının üstünü açmıştım yolda, kapatmadan kucakladım. Zaten kıpırdayacak hali yoktu Nazlıcan'ın. Kapıya vardım; kapalıydı. Koşarak diğer kapıya gittim, o da kapalıydı. Az ötede biri çiçekleri suluyordu. Ona seslendim:

"Hastane açılmadı mı daha?"

"Açılmayacak, bu haftadan sonra Cumartesi-Pazar muayene yok; kapalı" dedi, başını bile kaldırma zahmetine girmeden. Küfür edebilmeyi şiddetle istediğim nadir anlardan biriydi. Edebildiğim tek küfürü ettim; tükürdüm!

Kan tüpünün konduğu tahlil cihazı çalışıyor, havalandırma çalışıyor ama zaman geçmiyor. Keşke makinalar için zaman daha hızlı geçse de canlılar için dursa.

"Rüya tabirlerinde yumurta kısmet yazıyor, büyük yumurta büyük kısmet o zaman." Ama yumurta kırılmış, öyle yazmıştı Berivan.

Tek katlı, taşlıklı bir evim varmış. Beni ziyarete gelmiş Berivan. Bahçeye girdiğinde görmüş o kafası devekuşuna, ayakları ördek ayağına benzeyen dev kuşu. Sepetin içindeki kocaman yumurtasını da bana hediye etmek için almış. Tam bana verecekken kuş almak için atılmış ve yumurta da bu itiş kakış sırasında kırılmış. Benim kuşu yatıştırma çabalarım da boşa çıkmış ve kuş Berivan'ı alarak sepete, yumurtanın yerine oturtmuş.

"Hayırdır inşallah" demiştim ama içimden bir ses daha o zaman pek hayır olmayacağını söylemişti.

"Sadece sağ omzunda çatlak ve patisinde de çıkıklar var. Çok önemli değil, zamanla üzerine bastıkça kaynar."

Sevinemedim. Makine hâlâ çalışıyordu.

"Burayı bulana kadar nerdeyse İstanbul'un yarısını dolaştım. Geçtiğim her yerde yağmur yağıyordu." dedim. "Bir de çok ters bir yerde taksiden inmek zorunda kaldım."

"Arıza mı yaptı?"

"Bana, ağlamayın sokakta bunlardan bi dolu var, başka alırsınız ölürse." dedi şoför.

Makine sustu. Yazıcıdan kâğıt çıkmaya başladı.

"Karaciğerde iç kanama olmuş ama merak etmeyin ben geldiğinde kanama tehlikesine karşı gerekli önlemi almıştım. 72 saati atlatırsa koşar oynar."

N'olurdu şimdi de hızlı geçseydi zaman.

Geçti.

Nazlıcan: Yaşıyor, tamamen düzeldi. Beni görünce sağ ayağını yukarıya topluyor. İlgilenmezsem indirip koşmaya devam ediyor. Yine sabahları beni o uyandırıyor.

Ben: Evdeki güvenlik açıklarını kapattım.

Hava: Artık yağmıyor, ortalık günlük güneşlik.

Zaman: Yine bildiğini okuyor.

Şoför: Tahminimce hâlâ şoförlük yapıyordur.

Veterinerlik Fakültesi: Bir daha gitmeyeceğim için haftasonu açık olup olmadıklarını bilmiyorum.

* * *

Derkenar'ın notu: Nazlıcan, bu yazıdan bir yıl iki ay sonra göğe uçtu, melek oldu. Sevgili Ümran Davran'ın üzüntüsünü paylaşıyor ve bu şefkatinin eksilmeyip artmasını diliyoruz.

Nazlıcan, Cabbarbey ve Darmaduman'ın fotoğrafları

Yorumlar

Küçücüktü, evimize geldiğinde, talihsiz bir kaza annesiz bırakmıştı yavrucağı. Hiç hayvan alma düşüncemiz yokken sahiplenmiştik minik kediyi. Küçük kızımda başlayan bazı rahatsızlıkların nedeninin kediye olan alerjiden kaynaklandığını söylüyordu doktor test sonuçlarına bakarak. Ayrılacaksınız ya da ömür boyu aşı filân uğraşacaksınız dedi. Üzülerek ayrılık kararı verdik ama hâlâ bir yuva bulamadık. Çok zor olacak ayrılmak ama katlanacağız. Kızlarım, eşim, hepimiz derin bir duygu seline kapılmış durumdayız. Bu nasıl bir bağlanmaktır? Bu durum bazı insanlar tarafından anlaşılamıyor, sanki siriüsten filân gelmişiz gibi bakıyorlar ve alt tarafı kedi yav diyorlar. Ama ben de onları anlamıyorum ve de inatla da anlamayacağım. Barınağa bırak diyorlar, daha biz ayrılığa hazır değilken bir de ne olacağı belli olmayacağı bir ortama bırakma duygusu hiç ama hiç güzel değil.

Ümit Bulut - 13 Ocak 2011 (20:09)

diYorum

 

52
Derkenar'da     Google'da   ARA